Türk toplumu hiç alışık olmadığı cinayetlerle gittikçe büyük bir kaosun içine girdi. Liseli Münevver’in başının kesilerek öldürülmesiyle gündeme gelen “hunharca cinayet”, bardağı taşıran son nokta oldu. 2001 yılında iş adamı Üzeyir Garih’in ölüm raporunu hazırlayan Adli Tıp Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Oğuz Polat, Türk televizyonlarının ilk C.S.I. (Olay Yeri İnceleme) tarzı dizisi M.A.T.’ın senaristliğini de yapıyor. Polat, hunharca işlenen cinayetlerdeki artışı masaya yatırdı.
Türk toplumunda Amerikan filmlerinde sıklıkla gördüğümüz sapıkça cinayet vakalarında son birkaç aydaki hızlı artışı neye bağlıyorsunuz?
Ne zaman bir toplumda ekonomik durum bozulsa, şiddet olayları da artıyor. Ancak, Türkiye’de bacak-kafa-kol koparılması gibi “sadizmin” ağırlıkta olduğu cinayetler ilginç bir şekilde son dönemde arttı. Burada öfkenin ön plana çıktığı bir durum söz konusu. Bu da bize “Günlük koşullar insanları çileden mi çıkardı” dedirtiyor. Ama kız arkadaşının kafasını kesip çöp kutusuna atan katilin böyle bir vakayla ilgisi yok.
Burada bir “patoloji”, yani bir hastalık söz konusu. Zaten öldürmek uç bir eylem. Ama insan kendini denetleyemediği ve egosu çok ön plana çıktığı zaman, birdenbire “öfke cinayeti” işleyebiliyor. Bir de bunun daha ileri aşaması var. Kişinin kafasını kesmeye kadar varan uç bir şiddetin uygulandığı olay gibi... Bu tarz cinayetlerin yaşanmasının en önemli sebebi, suç potansiyeli taşıyan insanların, böyle bir cinayeti rahatlıkla gerçekleştirebilecekleri bir ortamın var olduğunu hissetmeleri.
Nasıl bir ortam bu?
Biz belki MOBESE’ler ve diğer önlemlerle kendimizi daha güvende hissetme yolunda uğraşıyoruz ama Emniyet’in “güvenli ortam yaratma” konusunda, büyük şehirlerde, özellikle de İstanbul’da bariz zaafı var. Potansiyel kişi bunu yapabilme rahatlığını hissetmemeli. Emniyet’in “caydırıcılık” gücünün daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum. Sosyo-ekonominin bozulduğu ortamlarda hep şiddetin, cinayetin ve kriminal olayların arttığı gözleniyor. Şimdi içinde olduğumuz dönem de öyle. Türkiye, AKP sonrasında her geçen gün, olumsuz anlamda değişen bir ülke oldu. Ekonomik kriz, değerlerdeki erozyonlar, hepsi bunda rol oynuyor. Tabii rol modellerinin ne yaptığı da çok önemli.
Eğer çok öfkeyle davranılan ortamlar puan alıyor ve herkes bunu onaylıyorsa, o zaman insanlar zannediyor ki, öfkeyle davranmak doğru bir davranış. Ama tabii şu çizgiyi iyi ayırmak gerekiyor. İnsanlar, “rol modelleri öfkeli davranıyor” diye cinayet işlemiyor. Öfke, böyle bir davranışta çok hafif bir hareketle başlar, eğer bunun sınırları yoksa, bir sonraki seferde daha da artarak devam eder.
Mesela?
Aile içinde çocuğa yönelik şiddetten örnek verecek olursak, tokat çocuğu bir sefer durdurur ama bir sonraki sefer tokat artık anlamını yitirmiştir. Çünkü acısı artık çocuğun alışık olduğu ve korkmadığı bir acıdır. Bu sefer kişi daha sert davranır. Sopa kullanır, daha sonra duvarlara vurur. En son bir bakarsınız ki, döverken öldürmüştür çocuğunu. Biz bu tip olaylara çok rastlıyoruz.
Üzmez, ’kahraman’ olarak görüldü
Potansiyel katiller kendilerini, rahat hissettikleri bir dünyada mı görüyor?
Suç işleyen kişideki temel durdurucu faktör caydırıcılıktır. Caydırıcılık da “ceza” ve “asayiş” demektir. Üzmez olgusunda, 76 yaşında bir adam cinsel tacizle suçlanıyor. Bakıyoruz ki, Hüseyin Üzmez ceza almadan serbestçe gezebiliyor.
Şimdi bu vakayı gördüğünüzde “Suç işlense bile, ceza almamak söz konusu olabilir” mesajını alıyorsunuz. Böyle bir olayı yapanın “kahraman” olduğunu gören potansiyel kişi de diyor ki, “Ben de yapayım, ben de televizyonlara çıkayım.”
BU BİR KISKANÇLIK CİNAYETİ
Liseli Münevver cinayetinde dikkatinizi ne çekti?
Liseli kızın katil zanlısının cesedi Bahçeşehir’den alıp da Etiler gibi bir mekana getirmesi, “Ben nasıl olsa İstanbul gibi bir yerde hiçbir denetlemeye takılmadan cesedi oraya getiririm” diye düşündüğünü gösteriyor. Bahçeşehir’de evin içinde bunu yaparken, “Çevreden kimse görecek mi, duyacak mı” korkusunu yaşamıyor. Denetlenme tehlikesi yaşıyor olsa, arabanın arkasındaki ceseti, bir saatlik bir yoldan getiremezdi.
Sevgilisinin başını çöpe atıp kaçan bir insan, korkuyla ve panikle yeni cinayetler de işleyebilir mi?
Böyle bir olasılığı söylemek çok zor. Benim kişisel görüşüm bunun bir “kıskançlık cinayeti” olduğu. Aralarında bir tartışma çıktıktan sonra, ani bir kızgınlık ve öfke nöbeti sonrasında sevgilisini öldürdüğünü ve sonra da kaçtığını düşünüyorum. Zanlı, izlediği bir filmden yola çıkarak aynı yöntemi sevgilisine uygulamış. Bir “kopya cinayet” yöntemi denilebilir.
Deniliyor ki, kafayı kesmek için bir kişinin daha olması lazım...
Bu çok doğru bir yaklaşım değil. Katil, kafayı testere ile kesmiş. Birazcık anatomiden anlayan, bu işin çok zor olmadığını ve tek kişi tarafından da yapılabileceğini bilir.
Okumaktan vazgeçen bir gençlik var
Eskiden Türk toplumu bu kadar “duyarsız” değildi. Ne zamandan beri böyle bir değişim gözlemliyorsunuz?
Modernleşmenin getirdiği, 21’inci yüzyılda çok yoğun görülen bir değişim. Sadece Türk toplumuna özgü değil. Ama Türk toplumu güzel değerlerini yitirip yerine “kaba değerleri” koyuyor. Okumaktan vazgeçen bir gençlik var. Sadece parayla satın alınan değerlerin ayakta kaldığı, bunun dışındaki tüm değerlerin yitirildiği bir dönemdeyiz. Eğitimde sorgulamanın ortadan kalktığı, soru-cevap değil, ezberin olduğu bir eğitim sisteminde, soru soran beyinler de yok oluyor.
Neden bu tip olaylar son dönemde arttı?
Her toplumda bu tip uç cinayetler gözüküyor. Bizde de oluyordu ama sayı son dönemdeki gibi inanılmaz oranda artmamıştı. Cinayet işleme şekillerinde farklılaşma var. İnsanlar sanki öfkelerini de daha detaylı ve sofistike boşaltıyor. Birkaç şeyin birden gerçekleşmesi bu cinayetleri tetikliyor. Bir tanesi kriminolojide “copy-cat” tabiriyle anılan kopya cinayetler. Birisi bir cinayet yaptıktan sonra, onu taklit ederek başkaları da benzer cinayetler işliyor. Son olayda da, bir sinema filminden esinlenen gencin aynı şeyi yapmaya çalıştığını gördük. Tüm bulgular cinayetin filmdeki senaryoyla birebir örtüştüğünü gösteriyor.
Bunlar 15 dakikada meşhur olma cinayetleri
Diğer sebepleri ne olabilir?
Sosyo-ekonomik durumun bozulduğu ortamlarda stres artıyor, stresin artışına paralel olarak da bu tip olaylar da artış gösteriyor. Bir de toplumdaki değerlerin değişimi ve çöküşünden kaynaklanan durumlar var.
Türk toplumundaki çöküş sizce neden kaynaklanıyor?Bize özgü değerlerin kaybolmasından. Bizim insana saygı, aile bağları, yaşlıya hürmet gibi kavramlarımızın hepsini kaybedip “hoyrat” bir toplum haline dönüştük. Para dışında hiçbir şeyi tanımadığımız için herkes kendi çıkarına uygun şekilde davranmak istiyor. Böylelikle, “süper ego” dediğimiz değerler kaybolup “egolar” baskın bir şekilde çıkıyor. O yüzden insanlar “önce ben” deyip o anda istediği şeyi, “öfke”, “15 dakikalığına da olsa meşhur olma” gibi sebeplerle şiddet ağırlıklı eylemlere başvuruyor.
Amerikan filmleri çok mu izleniyor, yoksa toplum olarak çıldırma noktasında mıyız?
“Çıldırma” abartı bir kelime olabilir ama öfke nöbetlerinin ve uç hareketlerin çok arttığı bir dünyadan ve Türkiye’den bahsediyoruz.
Türkiye şiddet konusunda dönüm noktasını ne zaman yaşadı?
Türkiye, olumsuz anlamda dönüm noktasını rahmetli Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde silah ruhsatında kolaylaştırma yapılmasıyla yaşadı. Bir ortamda silah varsa, öldürme daha sık karşımıza çıkıyor. Araştırmalarda, ruhsatın kolaylıkla alınmaya başlamasından sonra silahlı öldürme ve yaralama olaylarının Türkiye’de yüzde 400 oranında arttığı görülüyor.
Olay yeri incelemesini polis değil Adli Tıp yapmalı
Türk toplumunda cinayetler genelde namus, intikam, fakirlik gibi gerekçelerle işlenirdi. Şimdi kıtır kıtır adam doğrayan sapıklar türedi...
Kafanın veya kolun kesilmesi gibi ekstrem vakaların artışında, öfke toplumu olmamız, sosyo-ekonomik değerlerin değişmesi gibi faktörler rol oynuyor. Kamyon arabayı sıkıştırıyor, orada insanların ölmesine seyirci kalıyor. Çünkü diyor ki, “O beni sıkıştırdı, ben de yolunu kestim”. Eğer siz bir suç işlendiği zaman onu olabildiğince çabuk cezayı uygulayabilecek şekilde yakalar ve cezalandırırsanız, o toplumda caydırıcılığı sağlıyorsunuz. Türkiye’de faili meçhul o kadar çok vakamız var ki, kişi böyle bir şeyi yaparsa, bunun kendisinin yanına kâr kalacağını düşünüyor.
Nasıl bir metot kullanılmalı?
Dünyada temel yöntem, olay yeri incelemesinde Adli Tıp uzmanlarınca elde edilen delillerle yapılan çalışmalardır. Türkiye’de ise bugün olay yeri incelemesi sadece polisler tarafından yapılıyor. Adli Tıp uzmanları olay yerine bile sokulmuyor. Çünkü yönetmelik ve kanunlar hâlâ buna göre düzenlenmedi. Oysa, olay yeri incelemesini Adli Tıp uzmanların yapması gerekir. Bugün polis de olay yeri incelemesi yapıyor ve bulduğu delilleri Adli Tıp’a yolluyor. Halbuki, dünyadaki sistemde, direkt kriminal Adli Tıp uzmanları olay yerine gidiyor ve delilleri topluyor ve analizi polisle beraber yapıyorlar.
Türkiye’de DNA analizi mecbur kalındıkça yapılıyor
Doğru analiz yapılmaması nasıl sonuçlar doğurur?
Türkiye, büyük bir coğrafya. Siz Erzurum’da işlenmiş bir cinayet için tüm toplanmış olay delillerini İstanbul’da değerlendirmek için yolluyorsanız, hem vakit, hem de delil kaybı yaşıyorsunuz. Halbuki, dünyada her şey lokal ve yerinde çözümleniyor.
Teknoloji ne durumda?
Bugün Türkiye’de de DNA analizi dünyadaki sistemlerle aynı yapılıyor. Ama rutin olarak yapılamıyor. Çünkü bu bir ekonomik sorundur. Sonuçta, siz her vakada rutin olarak DNA analizi yaparsanız, maliyet çok artar. Türkiye’de ancak mecbur kalındıkça yapılan bir şeydir. Türkiye’de Adli Tıp uzmanları az sayıda. Bir de olayın kendilerine gelmesini bekliyorlar.
Türkiye’de işlenen cinayetler hangi kategoriye giriyor?
Biz, Türkiye’de bugüne kadar genellikle cinayetlerin yüzde 90’ını “öfke cinayetleri” olarak görüyorduk. Hâlâ bugün bile “planlanmamış”, bir kızgınlıkla av tüfeğini alıp ateş etmek, elindeki taşı alıp vurmak, boğmak gibi öfke cinayetleri görüyoruz. Şimdi ise, kopya cinayetler, sinemada ya da TV’de görülen, orijinal yöntemlerle işlenen cinayetler karşımıza çıkıyor.
Televizyonun Türk toplumundaki etkisi ne?
Televizyonun bizim toplumumuzda etkisi çok fazla. Bundan yıllar önce, bir televizyon dizisinde bir genç kızın dama çıkıp atlayarak intihar etme sahnesi gösterildi. Ve o günden sonra dama çıkıp intihar etme vakaları arttı. O zaman demek ki “Suçlunun yaptığı kötü şey yanına kâr kalmaz, iyiler kötüleri yakalar” mesajını TV’den çok net vermemiz gerekiyor. Biz de “M.A.T.” dizisinde, bu fikirden yola çıktık. Bugünkü yöntemleri kullanıp ve delilleri düzgün analiz ederseniz, suçluyu yakalamak çok kolay olur.
Dayaktan gelen bir şiddet eğilimimiz var
Nasıl bir geçmiş kişiyi böylesine hunharca (brutal) cinayetlere iter?
Türkiye, dayağı geleneksel disiplin yöntemi olarak kabul etmiş bir toplumdur. Aile içi ve çocuğa yönelik şiddetten başlayarak, şiddeti çekirdekten yaşıyoruz. Şiddetin farklı şekillerini de “öldürme” ve “yol kesme” biçimlerinde görüyorsunuz. Şiddeti onaylıyor ya da engellemiyorsanız, bunun her türlü boyutunun yaşanacağı bir toplumda olmanızdan doğal bir şey olamaz.
Bu tarz insanlar yakalandıktan sonra tam anlamıyla rehabilite edilebilir mi?
Eğer sadece yaptığı işten dolayı “haz” ve “güç” gibi duygular içerisine giren birinden bahsediyorsak, o zaman o kişinin rehabilitasyonu ve toplum içerisinde değerlendirilmesi çok zor. Bu pedofiliye benziyor. Pedofili, çocuktan cinsel haz duyan kişiler. Pedofililer tedaviye rağmen iyileşmeyen yapıdaki insanlar. Benzeri bir olay, cinayet işleyenler için de olabilir. Türkiye’de hapishanelerde “pişmanlıkla” ilgili yapılmış bir çalışma var. Hapishanede öldürme suçu ile yatan kişilerden çoğu, öldürdükleri için pişman değil. Hapishanede oldukları için pişmanlar. “Burada olmasaydım normal yaşantımı sürdürecektim” diyorlar.
Rakamlarla cinayetler
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan istatistiki çalışma sonuçlarına göre, Türkiye’de polis sorumluluk alanında günde ortalama 5 cinayet, 2.5 da tecavüz olayı meydana geldiği ortaya çıktı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan istatistiki çalışma raporuna göre, Türkiye’de polis sorumluluk alanında her 5 saatte bir kişi cinayete kurban gidiyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2007 yılında 920 tecavüz olayı meydana gelirken, 2008’de bini aşkın kişi tecavüze maruz kaldı
Türkiye’de 2007 yılında 37, 2008 yılında 46 yabancı uyruklu kadın öldürüldü.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan ulusal çalışmalarda, her yıl 1 milyonun üzerinde kadın tecavüze maruz kalıyor.
Dünya üzerinde kadınların bir yıl içinde ortalama en az 6 şiddet girişimine maruz kaldıkları görülüyor. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre tüm dünyada kadının şiddete uğrama oranı yüzde 17-75 arasında.