30
Nisan
2024
Salı
POLİS/ADLİYE

SOKAKLAR, ÇOCUKLAR VE CEZAEVLERİ...

Ağustos’un ortalarında, anaakım medyada “Islahevinde Tüyler Ürperten Cinayet” başlığıyla bir haber yer aldı. Haberde, Adana Pozantı Çocuk Ceza İnfaz Kurumu’nda, uyuşturucu madde satma suçundan tutuklu bulunan bir çocuğun, koğuşta kalan diğer çocuklarca dövüldüğü ve sonra öldürülüp iple asıldığı haberi verildi. Her ne kadar, koğuşta kalan diğer 13 çocuk, olaydan sorumlu tutulduysa da, 12 yaşında bir çocuğun suçu üstlendiği bildirildi.

Olay, ürpertici olduğu kadar da düşündürücüydü. Türkiye’nin çeşitli illerinde ‘sokak çocukları’ üzerine çalışmalarımı yürütürken bu çocukların çok defa cezaevine girip çıktıklarını tespit ettim. Sokak çocuklarının jargonunda, “savcı beyin oteli” olarak bilinen cezaevi, bu çocukların yaşamlarının ayrılmaz parçasıydı. Yaşam, bu grup çocuk için adeta sokak, mahkeme ve cezaevi üçgeninde gidip gelen fasit bir daireden ibaretti. Bu bağlamda, 2008 yılında ilkin Gaziantep, sonra da Adana Pozantı Çocuk Ceza İnfaz Kurumu’nda kalan 142 çocukla yüz yüze görüşme yaptım.

Araştırma bulgularım şöyle: Cezaevinde kalan çocukların ağırlığını “tutuklu” olan veya hükümlülüğü kesinleşmemiş çocuklar oluşturuyor. Nitekim araştırma örneklemine giren çocukların yüzde 76’sı tutuklu, yüzde 24’ü hükümlü konumunda. Anketlerin uygulanması aşamasında cezaevinde 250 civarında tutuklu ve hükümlü çocuk vardı. Çocuklar, altı kişi kapasiteli odalarda kalıyorlardı. Ancak yoğunluğun arttığı dönemlerde, odada kalan çocuk sayısı da yükseliyordu.
Türkiye cezaevlerinde, “tutuklu” konumunda bulunan çocukların, kapalı cezaevinde (oda sistemi), kapasiteyi aşan oranda ve uzunca bir süre tutulmaları, çok ciddi riskler barındırıyor. Tuhaftır ki çocuk tutukluysa kapalı cezaevine, hüküm giymişse açık cezaevine (eğitim evi) naklediliyor. Bu durum, kanımca birçok olumsuzluğa davetiye çıkarıyor. Tutuklu çocukların, mahkemeye çıkarılması ve yargılamanın uzaması, bu olumsuzlukların başında geliyor. Bu durum ise çocukların aleyhine işliyor. Çünkü yargı sisteminden kaynaklanan gecikme ve aksama, çocuğun tutukluluk süresinin uzamasına yol açıyor. Cezaevinde bulunan çocuk nüfusunun yarısından fazlasının tutuklu olduğu gözönüne alındığında, geciken yargılama süreci, ilk önce çocukların adil yargılanma hakkını zedeleyebileceği gibi, yeni sorunların oluşmasına da zemin hazırlıyor.

Araştırma evrenimizi oluşturan çocuklar ağırlıklı olarak 14-18 yaş (139 çocuk) diliminde yer alıyor. Bu çocuklar bir bakıma kişilik gelişiminin en hassas aşamasındalar. Ergenlik çağı olarak bilinen bu dönemde çocuk, suç işlemiş akranlarının olumsuz etkilerine açık ve duyarlı oluyor, odada kalan diğer çocuklardan çok daha çabuk etkilenebiliyor. Bu etkileşimin sonucunda çocuk, “özdeşim kurma” (model alma) yoluyla, kolaylıkla, odada kalan diğer çocukların olumsuz davranış ve tutumlarını öğrenebiliyor.
Çocuk cezaevlerinde, dikkat çeken bir diğer önemli husus, yeterli sayıda meslek elemanının kurumda olmaması. Bu kurumlarda, daha fazla sayıda “psikolog”, “sosyolog”, “sosyal hizmet uzmanı”, “eğitmen” gibi meslek elemanının bulunması gerekmez mi? Bu derece hassas bir konuda, üstelik şiddetle ihtiyaç duyulurken, çok sayıda psikolog, sosyolog, sosyal hizmet uzmanı ve öğretmen adayının işsiz kalması veya mesleğiyle hiç ilgisi olmayan işlerde çalışmak zorunda kalması, “insan kaynağının” rasyonel kullanımını gündeme getirmiyor mu? Bu durum, acaba ilgili kurumların dikkatini çekmiyor mu? Bu olumsuzluğu düzenlemek için gerekli girişimlerde bulunuluyor mu?

Kriminojen çevre
Çocukların suç işlemesinde, içinde yaşadığı “sosyal çevre” tetikleyici rol oynuyor. Denilebilir ki, çocuk suçluların, “aile” ve “akran” çevresi “kriminojen” unsurlar barındırıyor. Görüşme yapılan çocuklara ailesinden cezaevine giren olup olmadığı sorulduğunda, çocukların yüzde 48’i evet yanıtını veriyor, akraba çevresinden cezaevine giren çocukların oranı (yüzde 63) daha da yüksek. Çocuk suçluların ve ailelerinin eğitim düzeyi de alarm veriyor. Görüşmeye katılan çocukların ebeveynlerinin eğitim seviyesine bakıldığında, annelerin yüzde 70’i okuryazar değil. Bu oran babalar için yüzde 30. Çocuk suçluların eğitim seviyeleri de oldukça düşük. Çocukların neredeyse yarısına yakını (yüzde 45) ortaokul düzeyinde eğitime sahip. Örneğin lise eğitimine başlamış çocukların oranı sadece yüzde 2,8.

Çocuklar çok kalabalık hanelerden geliyor. Hane sayısı Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Örneğin örneklemimiz içinde dört kardeşe sahip olan çocukların oranı yüzde 16, beş kardeşe sahip olanlar yüzde 15, altı kardeşe sahip olanlar yüzde 17, yedi kardeşe sahip olanlar yüzde 14, sekiz kardeşe sahip olanlar yüzde 10. Aile içinde fiziki ve sözel şiddet çok yaygın. Bu durum, parçalanmış ailelerde daha da fazla. “Babanı kızdıracak bir şey yaptığında nasıl tepki verirdi?” sorusuna, çocukların yüzde 56’sı “bağırıp çağırdığını”, yüzde 24’ü ise “fiziksel şiddet” kullandığını dile getiriyor. Görüşme yapılan çocukların, çok büyük bir kısmının evden sıkça kaçtıkları (yüzde 57) cezaevine girmeden önce sokakta yaşadığı (yüzde 43), sigara, alkol, uçucu/uyuşturucu madde kullanma alışkanlığını sokakta edindiği görülüyor. Çocuk suçluların yüzde 80’i sigara, yüzde 24’ü alkol, yüzde 40’ı uyuşturucu madde kullanma deneyimine sahip. Çocuklar bu maddeleri, rahatlamak (yüzde 37,23), arkadaş ve özenti (yüzde 11,70), sıkıntı giderme (yüzde 9,58), alışkanlık (yüzde 16), zevk (yüzde 5,32) gibi nedenlerle kullandıklarını söylüyor. Cezaevinden çıkan çocuğun tekrar cezaevine girmesi sıkça gözlenen bir durum olduğu gibi aile ve yakın akraba çevresinden cezaevinde bulunan ya da bulunma deneyimine sahip çocuklara da rastlanıyor.

Çok bileşenli çözüm
Çocuk suçluluğu olgusunu, doğru tespit etmek ve nedenleri konusunda bilgi sahibi olmak, sorunun çözümü için nereden başlamamız veya nasıl bir yol izlememiz gerektiğine dair de kuşkusuz önemli kolaylıklar sağlayacaktır. Öncelikli olarak, çocuk suçluluğunun arka planında yer alan “yapısal sorunları” bertaraf edecek koruyucu/önleyici sosyal hizmetleri, vakit geçirmeden, uygulamaya koymak gerekiyor. Bu noktada, varolan yerel kurumların (eğitim, sağlık, sosyal hizmet, güvenlik vb.) diğer paydaş kurumlarla, eşgüdüm ve işbirliği içinde mobilize olmaları kaçınılmaz. Bununla birlikte, kurumdan ayrılan çocukların takibinin yapılması da son derece önemli. Kurumdan ayrılan çocuğun, takibinin yapılması, varsa ailesiyle iletişiminin sağlanması, yoksa ilgili sosyal kurumlara yönlendirilmesi önem arz ediyor. Bu kurumlara gelen çocukların yeniden toplumsallaştırılması, eğitim, meslek ve istihdam gibi temel sosyal hizmetlere ulaşımının sürekli kılınması gerekiyor.

Risk altındaki ailelere, gerekli sosyal desteğin sağlanması (örneğin bilinçlendirme seminerleri, psikolojik danışmanlık, ekonomik yardım, envanter tutulması, farkındalık yaratıcı aktiviteler, kampanyalar vb.) koruyucu/önleyici sosyal hizmetlerin en önemli ayağını oluşturuyor. Yargı kurumuna da kuşkusuz önemli görevler/sorumluluklar düşüyor. Eğer bugün, cezaevinde kalan çocuklardan yarısından fazlası, “tutukluysa” ve tutukluluk süreleri giderek uzuyorsa bu durum yargı sisteminde de ciddi bir tıkanmanın varlığına işaret ediyor demektir. Bu tıkanmanın giderilmesi için, gereksinim duyulan adımların, bir an önce atılması kamuoyunun da beklentisi. Bu bağlamda, yargı sisteminde yapılacak olası düzenlemeler, salt “yetişkin suçluluğu” ile mücadele değil “çocuk suçluluğu” ile mücadelede de kuşkusuz önemli kazanımlar sağlayacaktır. Dahası yargı sistemimizdeki olası iyileştirmeler, tüm uluslararası hukuk metinlerde açık bir biçimde yer alan “çocuğun yüksek yararı”, “her türlü ihmal ve istismardan korunma hakkı” ve “adil yargılanma hakkı” gibi esasları da gözetmiş olacaktır.

ÖZKAN YILDIZ: Doç. Dr., Gaziantep Üni., Sosyoloji

 

 

 

Radikal
Yayın Tarihi : 13 Ekim 2009 Salı 22:14:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?