24
Mayıs
2024
Cuma
POLİS/ADLİYE

YARGININ BAĞIMSIZLIĞI...

İktidarın, sağ veya sol bir partinin, askerin ya da herhangi bir sivil örgütlenmenin etkisi altında karar veren bir yargı, gerçek demokrasilerde gördüğümüz adalet ve barış ortamını sağlayamaz

Bağımsızlık, hakimin kararlarını bütünüyle özgürce, talimat ve baskılardan arınarak almasıdır. Bağımsız yargı, işleyişi ve kararlarının içeriği açısından, kendi kurum ve kuruluşlarından başka hiçbir kişiye veya kuruma hesap vermez, herhangi bir kişi veya kurumun yaptırımlarına maruz kalmaz. Kamuoyunda, siyasal tartışmalarda veya akademik çevrelerde mahkeme kararları haklı veya haksız eleştirilere tabi kalsalar da, yargı kararları, en azından hukuken, bu eleştirilerden bağımsız, sadece hukukun gereklerine göre alınır. Kararlar kanun dışındaki bir iradenin yansıması olarak görülemezler. Türkiye’de yargının bu bağımsızlığı, Anayasamızın 138. maddesiyle güvence altına alınıyor. Bu maddeye göre, hakimler “görevlerinde bağımsızdırlar” ve “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler”. Bir başka deyişle, kişi veya kurumların, bir çıkar çevresinin istekleri için değil, hukuki gerçeği bulmak için çabalarlar.

Niye bağımsız olmalı?
Hukukun üstünlüğünü benimsemiş, insan haklarını esas alan modern demokrasilerde yargı bağımsızdır. Çünkü iktidarın, sağ veya sol bir partinin, askerin ya da herhangi bir sivil örgütlenmenin etkisi altında karar veren bir yargı, gerçek demokrasilerde gördüğümüz adalet ve barış ortamını sağlayamaz. O kararlar, ancak bir görüşün, bir çevrenin adaletini yansıtır. Bu da eşitlik, özgürlük, sosyal güvence gibi objektif hukuk ilkelerine ters düşer. Yargının bağımsızlığı, işte bu yüzden, çağdaş ve demokratik bir devletin olmazsa olmazıdır.

Elbette bağımsızlık, mutlak ve sonsuz bir özgürlük demek değildir. Bir devletin bütün kurumlarına can veren ve bu kurumların birlikte nasıl işleyeceğini belirleyen Anayasa ve onu hayata geçiren yasalara, yasama ve yürütme gibi, yargı da sadık kalmalıdır. Yargı yasamanın ve yürütmenin işleyişini bu kuralların ışığında denetler. Bu nedenle, yargı Anayasa ve yasalardan bağımsız olamaz. Sadece devleti oluşturan diğer güçlerden, sivil toplumdan, kişi veya kurumlardan bağımsızdır. Görevini yerine getirirken bu kişi veya kurumların direktifleri doğrultusunda değil, Anayasa ve yasaların belirttiği şekilde hareket eder. Bağımsız yargı kararları gerekçelerini ve meşruiyetlerini, yani temellerini, sadece ve sadece Anayasa ve yasalarda, bir başka deyişle hukukun kendisinde bulur.
Peki, Başbakan’ın vurguladığı gibi, TBMM’nin ve bu Meclis’in oluşturduğu hükümetin, yani Türkiye halkını temsil eden bir iradenin hareketlerini sınayacak, kontrol edecek ve yeri geldiğinde engelleyecek kadar bağımsız bir yargı olabilir mi?

Olabilir ve hatta olmalıdır. Çünkü hukuk, yalnızca yasalar ve hükümet kararları demek değildir!

Kayıtsız şartsız halka ait olan ve Anayasa’da vücut bulan egemenlik, bir başka deyişle Türkiye halkının yüce iradesi, kanun ve kararların hukuka uygunluğunu denetleyen yargının icraatlarıyla da hayata geçer.

Demek ki, yasama ve yürütmenin eylemlerinin, Anayasa’daki temel ilkelere ve esaslara uygun olmasını temin eden yargı da, egemenliğin vazgeçilmez bir unsurudur. Egemenlikle yargı arasındaki bu ilişki apaçık ortadadır: Kendi hukukuna uygun davranmayan bir toplum, ne kadar egemen olabilir? Egemen bir halk, kendi iradesiyle almış olduğu kararlara sahip çıkan, hareketlerinin bu irade ve kararlara uygun olmasını gözeten bir toplum değil midir?

Yargı organları, yasama ve yürütme organları gibi siyasi meşruiyete sahip değildir. Halk hâkimleri doğrudan seçmediğine göre, milletvekilleri ve hükümet kadar, demokratik temsil nitelikleri yoktur. Bu nedenle yargı gücü, demokrasimizin en önemli kurumu olan Yasama Meclisi’nden ve yürütmeden, yani hükümet ve Cumhurbaşkanından, tam bağımsız olamaz. Aksi halde yargı gücü, demokratik unsurlardan ve bu unsurların sağladığı meşruiyetten mahrum kalır.

Hakim ve savcıların meşruiyeti yasama ve yürütme tarafından atanmalarından, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde göreve getirilmelerinden, bu görev boyunca mesleki zorunluluklara ve sorumluluklara sadık kalmalarından kaynaklanır. Demek ki, demokrasinin bir gereği olarak, yargı organları yasama ve yürütmeden her konuda bağımsız olamazlar. Yargı mensupları verecekleri kararlarda özgür olmalarına karşın, atanmalarında yasama ve yürütmenin etkisi altında olabilirler. Ancak esas mesele bu etkinin ne ölçüde olması gerektiğidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi ile demokrasi ilkesini en iyi şekilde hangi mekanizma bağdaştırır?

Nasıl bir bağımsızlık?
Bu sorunun tek bir cevabı yok. Farklı formüller düşünülebilir. Ama temelde hukukun üstünlüğü ile demokrasi ilkelerini, işleyişinde bağımsız, kuruluşunda yasama ve yürütmenin desteğini alan bir yargı bağdaştırır. Yargı, işleyişinde bağımsız olmalıdır. Ne yasama, ne yürütme ne de bir başka güç, yargı kararlarının içeriğini etkileyebilmelidir. Bu nedenle, yargı mensuplarının belirlenmelerinde, atanmalarında, görevden alınmalarında veya soruşturulmalarında, yasama ve yürütmenin rolleri kısıtlanmalı.

Yasama ve yürütmenin yargıya bu konulardaki desteği, sadece bu gücün demokratik unsurlardan yoksun kalmamasını sağlayacak ölçüde olmalı. Bunun için de, yasama veya yürütme mensuplarının, yargı organlarında illaki bir iskemleye sahip olmaları gerekmiyor. Yargı bürokratlardan, milletvekilleri ya da bakanlardan arınmış olarak da demokratik bir meşruiyete sahip olabilir. Mesela Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Fransa ve İspanya’daki benzer kurullar gibi, yalnızca yüksek yargı mensuplarından oluşabilir. Bu, çağdaş demokrasilerde, yargının bağımsızlığının vazgeçilmez bir teminatıdır. Elbette milletvekilleri, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı, HSYK başkanları dışındaki üyelerinin veya sekreterlerinin seçiminde rol oynayabilir. Ancak bu kurulun ve nihayetinde yargının bağımsızlığına gölge düşmemesi için, iki şart öngörmek gerekir.

Öncelikle, yargının bağımsızlığını temsil edecek, bu bağımsızlığın teminatı olacak bir kurul, yasama ve yürütmenin belirlediği adaylardan çok, yargının kendi içinden seçtiği üyelerden oluşmalıdır. İkinci olarak yasama ve yürütmenin seçeceği üyeler, HSYK’nın çalışmasını engelleyecek bir güce sahip olmamalıdır. Kurulun gündemi bağımsızca, siyasetin değil, yargının ihtiyaçları doğrultusunda belirlenebilmeli, kararları siyasetçilerin hukukla ilgisi olmayan hesaplarına, engellerine takılmamalı. Kısacası, eğer hedef gerçek bir hukuk devleti oluşturmaksa, bağımsız yargının teminatı olan bu kurul, yasama ve yürütmenin baskısı altında bırakılmamalı.

Ancak şu da unutulmamalı ki, hukukun üstünlüğü kendi başına bir amaç değil, araçtır. Asıl amaç, insan odaklı gerçek bir demokrasi oluşturmaktır. İşte bu nedenle, Anayasa değişim paketlerinin kapalı kapılar ardında, geniş ve demokratik bir tartışmaya tabi tutulmadan hazırlanması yanlıştır. Kamuoyunun, bu kadar önemli konuları tartışmak, karşıt fikirleri anlamak ve teklif edilen çözümleri irdelemek için, daha fazla zamana ihtiyacı vardır.

MEHMET RIFAT TINÇ: Dr., Strazburg Üni. Hukuk Fakültesi

Radikal
Yayın Tarihi : 11 Nisan 2010 Pazar 22:00:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?