27
Mayıs
2024
Pazertesi
MİDYAT - MARDİN

Güneydoğu'da değişim

Güneydoğu bölgesinde, aileye, kadına, çocuk sayısına, doğum kontrolü ve aile planlamasına verilen önem konusunda yaptığımız araştırma ve anketler sonucunda elde ettiğimiz veriler, bazı şeylerin artık açık bir şekilde tartışılabildiği ve daha önceden birer tabu olan değerlerin zamanla değiştiğini, aynı zamanda bazı olguların değişmediği sadece kılıf değiştirdiğini gözler önüne serdi.

Olumsuzluklar içinde dahi artık umut etmesini öğrenen insanlar, kazandığı paranın büyük bir kısmını, giyim kuşamını bırakın yiyeceğinden kesinti yaparak, kız olsun erkek olsun çocuklarını ayrım yapmadan okula göndermekte ya da göndermek istemektedir.

İnsanoğlunun hayatın zorluklarıyla karşılaşma süreci geçmişten günümüze kadar devam etmektedir. Bu mücadelede bütün olumsuzluklara rağmen insan neslinin miyarlarca kat artmasıyla süregelmiştir. Yaşamın devamlılığının sürdürülebilmesi ve gelecek nesillere ulaşabilmesi için tek yol, uygun ortam ya da ortamların yaratılmasıyla çoğalmak, üremektir. Bu durum yalnızca insanlar için değil, doğadaki her canlı için geçerli bir kuraldır. Ve buna uymayanlar ya da dıştan gelen müdahalelerle karşı karşıya kalanlar tarih sahnesinden, doğadan silinip gitmişlerdir.

İnsanoğlu bu temel kuralı başarıyla yaşamasına rağmen doğada mevcut olan imkanların günden güne azalması ya da hor kullanılması, geleceğe dair hesaplar yapılmadan tüketim ve planlamaların yapılması insanlığın önüne büyük bir problem olarak çıkagelmiştir. Ortaya çıkan bu problemler, gün gelip insanlığı kıtlıklardan toplu ölümlere, doğal kaynaklardan kıtalararası savaşlara ve insan kıyımlarına neden olmuş/olacaktır.

Bu ihtimali düşünen insanoğlu bir yandan alternatif enerji kaynaklarını düşünürken bir taraftan da nüfustaki hızlı artışın önüne nasıl geçebileceğini kara kara düşünmeye başlamıştır. Çünkü yeryüzündeki kaynaklar, aşırı ve kontrol edilemeyen bir şekilde artan nüfusun taleplerine cevap veremeyecek duruma gelmiştir.

İşte tam bu noktada yüzyıllardır bireysel olarak uygulanan fakat 19. yüzyılda Batı Avrupa’da bir doktrin olarak öne sürülen ve bu aşamadan sonra bireysellikten çıkıp tüm dünyaya yayılan, bir olgu haline gelen nüfusun aşırı artmasını engelleyen aile planlaması kavramı (Doğumun kontrol altına alınması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi ve nüfusun aşırı engellenmesi amacıyla uygulanan, demografik, siyasi, iktisadi, tıbbi, ahlaki, sosyal ve dini yönü olan bir kavramdır.) ortaya çıktı.

En eski eserlerde bile Aile Planlamasına dair bilgiler bulunmakla beraber, Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar gebeliği önleme metotları üzerinde durmuş ve bunun için çözüm yolları aramaya çalışmışlardır. Fakat 20. yüzyılda dini ve ahlaki bakış açılarının değişmesi ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, doğum kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelerce yaygın kullanılan ve uygulanan bir fiil haline gelmiş, çok sayıdaki doğum kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması ve alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum kontrol ilaçlarının çoğalmasıyla bu fiil, geniş çapta uygulanır olmuştur.
’Azl’ yöntemi
Geçmişten günümüze gelindiğinde hem Müslümanlar, hem Hristiyanlar ve Yahudiler hem de Doğu dinlerine inanan insanlar genel olarak ’azl’ yöntemini uyguluyordu. Azl’de de asıl olan korunmadır. İslam dinine göre doğacak çocukların rızkını bahane ederek azl yöntemine ya da başka bir yönteme başvurmak caiz görülmemiştir. Bunun sebebi de Allah’ın her canlının rızkını vereceğini Kur’an’ı kerimde haber vermesi ve bu konuda bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifin var olmasıdır.

Doğum kontrolünü caiz kılan ve mantıken uygun olan halleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Üst üste yapılan doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını ve kendisini toparlayamadığı, kansızlık, kemik erimesi ve çeşitli rahim hastalıklarına yakalanma riskinin de bunlara paralel olarak artması,

2-Memedeki çocuğa gereken önemin verilemeden diğer bir çocuğun ardından gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanamayan ailenin, ekonomik açıdan da çok zor durumlarda kaldığı ve çocuklara gereken önemin verilemediği,

3-Gelir düzeyi düşük ailelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası" gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka bir azap olmasının düşünülmesi,

4-Ortamın kesinlikle edepli bir çocuğun yetiştirilemeyeceği kadar bozulması,

5-Kadının sık hamile kalmasının sağlığı açısından sakıncalı görülmesi,
6-Gazali’ye göre de erkek, eşinin formasyonunun ve güzelliğinin bozulmasından endişe etmesi durumunda.

Güneydoğuda durum

Genel hatlarıyla konuya temas ettikten sonra Güneydoğu bölgesinde, aileye, kadına, çocuk sayısına, doğum kontrolü ve aile planlamasına verilen önem konusunda yaptığımız araştırma ve anketler sonucunda elde ettiğimiz veriler, bazı şeylerin artık açık bir şekilde tartışılabildiği ve daha önceden birer tabu olan değerlerin zamanla değiştiğini, aynı zamanda bazı olguların değişmediği sadece kılıf değiştirdiğini gözler önüne serdi.

Toplumun değişik kesimlerinden 230 kişinin katıldığı Yüzde 46’sının bay ve yüzde 54’ünün bayan olduğu, yaş ortalamasının da 15-20 yaş arası yüzde 17.8, 20-25 yaş arası yüzde 35.7, 30-35 yaş arası yüzde 10.4, 35 ve üstü yaşın ise yüzde 26.1 olduğu anket sonuçları ve araştırmalarımıza göre aşağıdaki verileri elde ettik.

Grafik olacak

Yüzde 76 gibi büyük bir çoğunluğun ilçede yaşadığı, yüzde 12’sinin şehirde, yüzde 11’inin köyde ve yüzde 1’inin yurt dışında yaşamını idame ettiren ve anketimize katılan insanlar, geçmişten şu ana kadar toplumun bireylerini yetiştirme de ana etmen olan annenin yani şimdiki genç kızların okula gitmesi gerektiğini yüzde 93’lük bir oranla teyit ederken bu oran erkeklerde yüzde 98. Buna paralel olarak erkek olsun kız olsun çocuğunu okula gönderme ve onları ellerinden geldiğince dek, son noktaya kadar okutmak isteyen insanların oranının da gün geçtikçe arttığını gözlemleyebiliyoruz.

Sosyo-ekonomik göstergeler

Güneydoğu bölgesindeki sosyo-ekonomik göstergeler ve insanların alım gücünün düşüklüğü, hayatı bu bölgede yaşayanlar için zorlaştırırken, bir ailenin temel oluşma öğesi olan, mutluluk ve çocuk sahibi olma hususunu arka plana iterken, geçim sıkıntısının beraberinde getirdiği umutsuzluk, sıkıntı ve dertler, aile içinde huzursuzluk ortamı yaratırken, eşler arası uyuşmazlıklar ve ayrılıkları da beraberinde getirmektedir.

Olumsuzluklar içinde dahi artık umut etmesini öğrenen insanlar, kazandığı paranın büyük bir kısmını, giyim kuşamını bırakın yiyeceğinden kesinti yaparak, kız olsun erkek olsun çocuklarını ayrım yapmadan okula göndermekte ya da göndermek istemektedir. Her ne kadar çocuklarını okula göndermek isteyip de gönderemeyenlerin oranı da azımsanacak bir sayı değildir. Bunun temel sebebi de maddi olmakla birlikte, çoğu köyde okulların olmaması ya da çeşitli nedenlerle kapalı olması ve taşımalı sisteminde meydana gelen aksaklıklar sayılabilir.
Aileler maddi durumlarını biraz olsun iyileştirmek ve geçimlerini sağlayabilmek için işgücüne duydukları gereksinim artmakta, buna paralel olarak çocuklarının ilköğretimden sonra eğitimlerine devam edebilmelerini sağlayamamakta ve onların değişik işlerde çalışarak aile ekonomisine katkıda bulunmalarını istemekte bunun içinde okula paralel işlerde çalışmalarını, yaz tatillerinde, öncesinde ve sonrasında, fındık, pamuk toplamaya, çapaya ırgat olarak gitmelerini, İstanbul, İzmir gibi metropol şehirlere ya da turistik yörelere çalışmaya göndermektedir.

Bu durum kız çocukları için farklı bir boyutta kendini göstermektedir. Bunun sebebi de kız ile erkeğe bakış açılarının toplumda farklılık göstermesidir. Bu noktada kızlar, evlenip dışarı gidecek kişi olarak görülmesinden dolayı ve kızların yarının anneleri olacağı bilinmesine rağmen, yarına dair tek bir hesap yapılmayıp, gerici değer yargılarıyla kız çocuğunun bedensel gelişiminin eve kapatılmasıyla sonuçlanması, erken evlilik, ev işlerine küçük yaşta katılması gibi sebeplerle kız çocuklarının eğitimi toplum ve aileler tarafından sınırlandırılmaktadır.
Her ne kadar yeni nesil bu tabuları yavaş yavaş yıkıyorsa da bunu yapan insan sayısı da azımsanmayacak bir boyuttadır. Buna ek olarak ’Haydi Kızlar Okula’ kampanyası çerçevesinde maddi durumu düşük ve kız çocuklarını okutmak isteyen ailelere devlet tarafından maddi yardımın yapılmasıyla okuyan kız sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere temel sorun dönüp dolaşıp maddiyata dönmektedir.

İnsanoğlunun istekleri o kadar farklı ve çeşitli ki bunlar arasında belli tahminlerde bulunmak o nebze zor ve karmaşıktır. On yıl öncesine kadar akraba evliliği oranının çok yüksek olduğu ve bunu bir nebze olsun önlemek için düzenlenen çeşitli bilgilendirme kampanyaları semeresini vermiş olacak ki akraba evliliğine olumlu bakanların oranı yüzde 17 gibi bir seviye inmiş. Fakat her ne kadar akraba evliliği oranında bir düşüş yaşanıyorsa da başlık parası ve berdel (değiş-tokuş) hala devam etmektedir. Başlık parası olgusu genç kızlarımızı birer ticari unsura dönüştürürken, erkek tarafını da maddi açıdan perişan bir vaziyete sokmaktadır.

Aynı şekilde berdel ile de her iki kız ve her iki erkekte geleceklerini bilmedikleri, geçici mutluluklar dışında korkunç bir maceraya atıldıklarını bildikleri halde törelere karşı gelmekten çekindikleri için hayatlarını zindana çevirmektedirler. Bunlara ek olarak özellikle evlilik konusunda genç kızlara eş seçiminde söz hakkının verilmemesi, evlenilecek kişinin de onunla hayatının büyük bir kısmını geçirecek kişi olacağı bilinmesine rağmen, bu insanlık dışı uygulama hala devam etmekte ve kendi rızası dışında evlendiği kişi ile mutsuz bir hayat yaşamaya mecbur kılınmaktadır.

Bu evlilik sürecinde mutsuzluğun ve geçim sıkıntısının sebep olduğu durumlar kadına karşı şiddeti de beraberinde getirmekte ve bu uygulanan şiddete de kadın sessiz kalmakta, her gün dayak yediği ya da hor görüldüğü kocasından ayrılmayı göze alamamaktadır, bunun sebebi de ekonomik bağımsızlığının olmaması, kendisinin kanun önünde sahip olduğu hakları bilmemesi ve kocasından şikayetçi olması durumunda toplum tarafından dışlanma korkusundan böyle bir şeyi yapmaya cesaret edememektedir.

Evlilik süreci başladıktan sonra kadınlar daha çok yeniden üretimin konusunu oluşturan çocuk bakımı, yemek, temizlik vb. işleri yapıyor. Kırsal alanda kadın tandırda ekmek yapma, su taşıma, yakacak temini, bitkisel üretim, çapa, tohum temizleme ve hasat işlerinde, hayvancılıkta, ahır temizleme, hayvanları otlatma, yemleme, sulama ve sağım işlerinde görev üstlenmektedir. Aynı zamanda kadınların ve genç kızların çoğu mevsimlik tarım işçisi olarak tütünde, pamukta, Karadeniz’de fındıkta çalışmaktadır.

Kadın tüm bunları yapmasına karşın erkeğin yaptığı işin para ve mülkiyet kazandıran işler olması kadının yaptığı tüm işlerin değersiz görülmesine ve bu ağır iş yükü altında ezilmesine, kocası tarafından da destek görmemesine sebep olmaktadır.

Fakat genç ve okuyan kesimin toplumdaki bu yanlışı fark etmesiyle yüzde 80 lik bir oranla, çocuk bakımı dahil çoğu işte eşine, çocuklarının annesine yardımcı olacağını belirtmektedir.
Acaba bir aile neden erkek çocuğu olmadığı için dağılır? Kaç aile sırf bir erkek çocuğu olsun diye doktor doktor dolaşır ya da şeyhlerden medet umar ve niçin?

Doğacak ya da doğmuş kız çocuklarının günahı ne, kız olmak mı? Sırf bir erkek evlat için kaç ailenin 10’a yakın kızı var? Ve nice benzer soru… Doğu’da değişik bir durum mevcut, her ne hikmetse herkes bir erkek çocuk istemekte ve erkek çocuğu olsun diye ikinci hatta üçüncü kez evlenmekte, 10’a yakın kız çocuğu olmasına rağmen bir erkek çocuğum olabilir ümidiyle çocuk istemektedir. Bunun sebebi de erkeğe babanın mirasçısı, destekçisi ve güven kaynağı olarak bakılmasıdır. Fakat kızlara asla bu gözle bakılmamakta, evden kısa bir süre sonra gidecek bir misafire benzetilmektedir.

Çocuğun cinsiyeti konusunda her ne kadar fark etmez diyenlerin durumu yüzde 67 ise de, erkek isteyenlerin oranı istemeyenlerden daha fazladır. Aynı şekilde fark etmez diyenlerinde erkek çocuğu olamadığı zaman çevreden gelen tepkiler ve eleştirilerden sonra erkek çocuk isteyen tarafta kendilerini bulmaktadırlar.

Çocuk sayısını bir kenara bırakıp da doğacak çocukların tüm ihtiyaçlarını sağlayacak, onlara güzel ve mutlu bir hayat sağlayabilecek kadar uygun bir çocuk sayısını neden kimse düşünmez ya da onu hatırına getirmek istemez? Sadece amaç çocuk sahibi mi olmak ya da onlara güzel bir gelecek sunmak için uygun ortamı mı yaratmak hangisi daha doğru?

Geçim durumu

Erkek çocuğu olduktan sonra ya da fazla çocuğu olan bir aile onların geçimini ve ihtiyaçlarını nasıl sağlayacak? Yalnızca Babanın eve getirdiği cüzi miktardaki parayla, o para ki hangi koşullarda ve ne zorluklarla kazanılmış, çocuklarını nasıl geçindirsin? Bu aşamada olan insanlar mecburen kızlarını ve erkek çocuklarını daha hayatın tadını alamadan kendilerini iş hayatında bulmakta, çekirdek satmakta, boya yapmakta, bir tamircinin yanında çırak olmakta vesaire… Bundan dolayı da çocuklar gelişimlerini tamamlayamamakta aynı zamanda okulda iyi bir performans sergileyememektedirler. Bu mevzuyu en güzel bu duyguları yaşayan çocuklar dile getirir herhalde;

Z.O. (16) Öğrenci: Bazı aileler zengin ama bazıları fakir bunun nedenini bunların 10-15 çocuk yapmasına bağlıyorum. Bizim ailede bunlardan biri. Bundan dolayı okul çıkışlarında değişik işlerde çalışmak zorunda kalıyorum. Çalışmak iyidir ya da kötüdür demiyorum. Yalnız bu küçücük bedenimizle çalışmak bizleri yıpratıyor. Yorgun ve bitkin bir şekilde eve döndüğümüzde derslerimize çalışmadan ve ödevlerimize yapamadan uyuyakalıyoruz. Okuyup bir yerlere gelmek istiyordum. Karamsar konuşmamak gerektiğini düşünüyorum ama herhalde bu gidişle hamal olup çıkacağız.

M.A. (12) : Ben şanssız bir çocuk muyum bilemiyorum.Babam kamyon şoförü, Irak’a gidiyor. 15-20 gün birbirimizi göremiyoruz. Biz dokuz kardeşiz. Ben çekirdek satıyorum, benden büyük abim de üç tekerlekli araba dolaştırıyor. İki büyük abim daha var onlarda İstanbul’da çalışıyor. Ben de diğer çocuklar gibi bu küçük yaşımda çalışmamak istiyordum. Bir gece rüyamda çok zengin olduğumuzu gördüm. Çok sevinmiştim. Ama annem beni tatlı düşümden uyandırdığında sabah olmuştu. Ve eskiden olduğu gibi ben çekirdek satmaya, abim de araba gezdirmeye gittik…

Yolda yürürken gördüğünüz her kişiye kaç çocuğu olduğunu yada kaç kardeş olduğunu sorduğunuzda alacağınız cevap sizi kesinlikle şaşırtmasın. Çünkü sayı en az beş, en çok kaç mı onu kişinin yaptığı evlilik sayısına bağlı olarak değişken kabul edebiliriz. Ama tek bir anneden 15 e kadar çıkabiliyor bu sayı. Dile kolay tam 15 çocuk.

15 çocuğu dünyaya getiren bir annenin çektiği eziyet ve sıkıntı kelimelerle anlatılabilir mi, bilemiyorum. Hele bir de 15 yaşında evlenip de çocuk sahibi olan çocuk yaşta ki genç kızlara ne demeli. Hayatı daha kavrayamayan biri, çocuğuna nasıl yardımcı olabilir? 20 yaşına geldiğinde 3 - 4 çocuğu olanlara rastlamak mümkün. Bu nasıl bir zihniyet ki çocuk yaştaki bir kız sırf ergenlik çağına gelmiş diye evlendiriliyor. Çocukluk duygularını daha tam tadamadan kadınlık, annelik duygularını tadan bir insan nasıl bir psikolojik durum içerisine girer? Ailenin kuruluş amacı ve onu ayakta tutan karşılıklı mutluluk ve huzur ortamıysa, bu ortam nasıl sağlanabilir, erken yaşta, zorlayarak ya da bilinçsizlikten ne yapacaklarını bilmeyen kızların evlenmesiyle mi, her ailenin çok çocuk sahibi olmasıyla mı, kadınların erkekler tarafından günlük streslerini atmak için şiddet uyguladıkları, hor görülmüş bir varlık görerek mi? Tümüyle yanlış işleyen bir mekanizma adeta, aileye, toplumun temel direğine bakışımız ve bunu değiştirme yolunda çaba sarfetmeliyiz hem de topyekün.

Maddi durumu düşük olanlar

Olumsuz tablonun devamına baktığımızda, çok çocuk doğuran kadının doğumlarla birlikte yaşadığı kadın hastalıklarına ne demeli. Ya bu hasta haline rağmen kadın hastalıkları doktoru erkek diye ya da maddi imkansızlıklar nedeniyle doktora gidemeyenlere ne demeli. Peşpeşe gelen doğumların ve ev işlerine paralel geçim sıkıntısı çeken insan nasıl mutlu olabilir, nasıl geleceğe umutla bakar? Belki de tüm bu sıkıntılara katlanmasını sağlayan anne oluşu, çocukları için, ailesinin mutluluğu için hayatını feda edebilecek kadar fedakar olmasıdır.
Aile planlaması önemli midir sorusuna yüzde 86 gibi büyük bir evet cevabına rağmen her nedense gücümün yettiği kadar, onların ihtiyaçlarını temin edebilecek kadar çocuğum olsun diyenlerin oranı yüzde 19 da kalırken, 3 ve daha fazla çocuğum olsun diyenlerin oranı yüzde 31.
Aile planlaması ve aile kurumuna gereken önemin verilememesinin sebebi ona doğru atılan adımların hep yanlış atılması, halka bu konuda gerekli ve ayrıntılı bilginin verilmemesi, onları bu yollardan caydıran etkenlerin tespit edilmesine rağmen bu konuda şimdiye kadar ciddi adımların atılmaması, karınlarını dahi zar zor doyuran ailelere bu konuda özellikle maddi yardımın yapılmaması, bu olayın tuzu biberi olmuştur.

Hangi insan eşinden, öz çocuğundan nefret eder, çocuklarının okumasını istemez, çocukları arasında kız erkek ayrımı yapar ki?Hiç kimse yapmaz, aklı selim hangi insan kendi canının incinmesini ister ki. Toplumda aileye bakış öyle değişik ki kız çocuğunu sevsen olur olmaz bir sürü dedikodu ve eleştiri yaparlar hakkında, erkek çoçuğun olmazsa yine aynı şekilde ya da kız çocuğunu okula gönderirsen bir de bunları fakirlik eklenince işler iyice çıkmaza giriyor. Sonra bu hal bir çıkmaza dönüyor. İşin temelinden değişebilmesi için toplumsal bilincin oluşturulması, hem kadına, hem de erkeğe aile içindeki rolleri ve görevlerinin ne olduğunun özümsetilmesi gerekir. Bu konuda da hem kadın hem erkek ortak hareket ederek çözüme ulaşmalıdırlar.

Yetişen yeni nesil bu konuda bilinçlenmeye doğru yol almakta, kim bilir şu an büyük sorun olan bu konular gelecek birer kötü anı olarak kalacaktır.

Unutmamak gerekir ki aile içindeki mutluluk ve güzel ortam insana hayatı sevdirir ve onu hayata bağlar. Kendi ellerimizle hayatı kendimize zindan etmeyelim ve başkalarını da yani çocuklarımızı ve eşimizi, anne babamızı kendi ateşimizde yakmayalım.

M. Halis İş
Yayın Tarihi : 24 Şubat 2005 Perşembe 12:29:21


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?