Taş, bir kağıt gibi sararmıştır burada" diyor Gabriel. Ardından hocasından öğrendiği bir Süryani ilahisini mırıldanmaya başlıyor anne dilinden; "....Esenlik dolu gece/ Her tarafımı sarsın/ Ve günahsal fikirler/ Bana sahip olmasın/ Uykumda ve rüyamda/ Günahlar işliyorsam/ Merhamet diliyorsam/ Sensin müsamahakâr."
Güneş doğuyor; saat 06.00, çan çalıyor; taşı bir kağıt gibi sararmış Deyrulzafaran Manastırında gün başlıyor. Az sonra, gitmeyenler uyanacak. Ailelerinden dinledikleri, o göç öykülerine hala bir anlam veremeyen çocuklar, birbirlerine "Brih safro" yani "Sabahın kutlu olsun" diyerek yataklarından kalkacak; "Brihobrih" cevabını alacak ve kısa sürede manastırın Mor Hananyo Kilisesini dolduracak.
Yaklaşık bin 600 yıldır devam eden bir gelenek yenilenecek. Yaklaşık 40 kişinin yaşadığı manastırda Süryanilerin sabah duası başlayacak. Her biri, İsalarının kutsal kıldığı dilleriyle Tanrıya yakaracak. "...Ya Rab acı bizlere/ Duaları kabul et/ Gönder sonsuz sevgini/ Tükenmez hazinenden..." Duanın ardından Manastırın ruhani atmosferine az da olsa karışmış dünyevilikle birlikte kahvaltı edilecek ve sonrasında herkes görevinin başına dönecek.
Metropolit Saliba Özmenin, üç kez tekrarladığı ve tekrarlarken haç çıkardığı "Halelluya" ile dua başlayacak; Halelluya, Süryanice "Yarabbi bize merhamet eyle " anlamına geliyor; Süryaniler her sabah Halelluya ile Tanrının merhametine sığınıyor. İncilden okunan bölümlerin yanı sıra, azizler tarafından yazılan ilahilerle sabah duası devam ediyor. Duaya huroresini giymiş küçük Afudyaknenin taşıdığı buhurdanlıktan yayılan tütsü kokusu ve dumanı eşlik ediyor. Tütsünün duayla birlikte tüm kötülüklerin kovulmasına yardımcı olduğuna inanılıyor. Dua zaman zaman, diakonlarla birlikte, aldıkları dini eğitime göre Mzamrone, Koruye ve Afudyakne olarak adlandırılan Süryani gençlerin, Fankitho kitabından bölümler okumak üzere kilise salonunun her iki tarafında bulunan Gudolara yönelmesiyle devam ediyor.
Süryaniler, İsaya ilk bağlanan kavim olarak kabul ediliyor ve İsanin kendi lisanları olan Süryaniceyi konuşmasının gururuyla yaşıyor; Süryanice dünyanın en eski ve teolojik dillerinden biri olarak adlandırılıyor. Süryaniler, İsanın Tanrı gibi doğduğuna; belli bir yaşamdan sonra ölüp yeniden dirildiğine; Meryemin de onun, yani "Tanrının Anası olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle, İsanın hem Tanrı hem de insan olduğu inancı üzerine kurulu olan Süryani Teolojisinde, Manastır hayatı çok önemli bir yer tutuyor. Çünkü, manastır hayatının ve terbiyesinin kriterini bizzat İsanın yaşamı oluşturuyor, her şey buna göre düzenleniyor. Hz. İsanın evlenmemiş olması, onun izinden yürüyen ruhaniler için de geçerli kabul ediliyor. Manastırlarda yaşayanlar ile başka kiliselerde görev yapan rahip ve rahibeler evlenemiyorlar. Öte yandan, Hz. İsanın sevgi, çalışma, kardeşlik ve fedakarlık gibi özellikleri de manastır eğitimine ve yaşantısına yol gösterdiğine inanılıyor. Ortodoks Süryaniler, tüm bunları rahip ve rahibelerin kendilerini hem Allaha ve ibadete, hem de insanlığa adamalarını kolaylaştırıcı etmenler olarak sıralıyor.
Hep Beraber Kahvaltı: Tütsü kokularına karışan, bilmeyenlerin ilk duyduklarında ve gördüklerinde Müslüman ibadeti ve ilahisi sanacak kadar benzer bir ritimle devam eden sabah duası sona eriyor. Sırada kahvaltı var. Metropolit Saliba Özmen, Peder Stefanos ile birlikte öğrencileri ve konuklarıyla birlikte her zamanki gibi kahvaltı masasındaki yerini alacak, ki Saliba Özmen yemeğini cemaatinden ayrı yememeye özen gösteriyor. Özellikle Süryani çocuklarla her zaman aynı sofrada bulunarak, başlı başına bir yalnızlık imgesine dönüşmüs olan Manastır yaşamında, onlara ruhani bir destek sağlıyor. Çünkü manastır, orada yaşamlarını sürdürenler için biraz da, geçmişin o görkemli ve kalabalık yaşamını hatırlamanın ve korumanın tek yolu.
Zil sesiyle başlayan kahvaltı boyunca, görevli çocuklar hiyerarşi göz etmeden herkese aynı yakınlıkla çay ve ekmek servisi yapıyor. Bu eşitlik manastırın en önemli özelliklerinden biri olarak öne çıkıyor; yalnızca yemek de değil,manastırdakı her türlü işte kesin bir eşitlik ve hakkaniyet ilkesi benimseniyor. Bir süre sonra, derin bir sessizlik başlıyor, bu sessizlik yemek duası zamanının geldiğini işaret ediyor. Metropolit Saliba Özmen tarafından yapılan duaya, çocuklar mırıldanarak eşlik ediyor. Kahvaltı sona eriyor; artık okula gitmenin, çalışanların ise günlük işlerine başlamalarının zamanı.
Yüzyılın başında iki yüz bine yaklaşan nüfusuyla bölgenin sosyal ve kültürel zenginliğiyken, bugün Turabdin olarak adlandırılan Mardin ile Midyat bölgesi ile Siirt, Diyarbakır, Şanlıurfa illerinde sadece 3 bin civarında Süryani yaşadığı tahmin ediliyor. Pek çok Süryani köyünün terkedilmiş olduğu, kiliselerin cemaatsizlikten kapandığı günümüzde, Deyrulzafaran Manastırı Süryaniler için yalnızca dini değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel açıdan, kendilerinin bölgedeki köklerinin korunmasına yardımcı olan en önemli öge olarak, bir insan gibi yaşamaya devam ediyor. Bu nedenle, yüzyıllar boyunca Süryani Ortodoksların merkezi olarak işlev gören, 640 yıl boyunca patriklik makamının bulunduğu Deyrulzafaran ve Turabdin Bölgesi, Süryanilerin Kudüsü olarak kabul ediliyor.
Çocukların Salibası: Çocuklar, okudukları okullara göre giydikleri üniformaları giymiş, Suriye Süryanilerinden olan ve Türk kökenli bir Süryani bayanla evlenerek manastırda çalışmaya başlayan İlyasın kullandığı minibüse doluşuyor. Çocuklar için okul hem bir zorunluluk hem de dış dünya ile kurdukları ilişkinin en önemli ayağını oluşturuyor. Süryani kiliselerinin din adamı ihtiyacını karşılamak, öte yandan da çocukların kendi anadilini okuyup yazmasını öğrenmek amacıyla manastırda sürdürülen Süryanice ve Hıristiyanlık dersleri kadar, ilköğretim okulları ve liselerde alınan eğitim de Süryaniler için büyük önem taşıyor. Metropolit Saliba Özmen de sık sık çocuklarla, normal okul eğitimlerinin, özelikle üniversite sınavlarında gösterecekleri başarıların önemine vurgu yapan konuşmalar yapıyor. Tüm çocukların yüzlerinde, Metropolitlerinin Oxford mezunu olmasının önemini kavramışlık görülüyor. Lise öğrencilerinden Efrem tarih, Gabriel turizm, Adem ve Amenuel bilgisayar eğitimi görmek istiyor.
Tarçınlı çay: Çocukların okula gitmesiyle birlikte, kış aylarında bulunmamız nedeniyle sessizleşen Manastırda az sonra öğle yemeği hazırlıkları başlayacak; çevre temizliği yapılacak. Metropolit, geceyi manastırda geçiren Süryani misafirlerden cemaatinin sorunlarıyla ilgili bilgiler alacak; taleplerini karşılamaya çalışacak ve onları duasıyla onurlandıracak. Tüm bu işlere ve görevlere tarçınla karıştırılarak demlenmiş çay eşlik edecek. Çünkü, yaz aylarında günlük ziyaretçi sayısının beş bine ulaştığı Manastırda demlenen çay, Süryanilerin misafir ağırlama kültüründe önemli bir yer işgal ediyor.
Deyrulzafaranın Müslümanı: Ümit, otomobillerin bakımını yapıyor; Erkan çay servisine devam ediyor; ziyaretçilere eşlik ediyor. Tütsü kokusu sinmiş gizemli koridorlarıyla Şemsilerden yani güneşe tapanlardan kalan tarihin en eski ibadethanelerinden biri olan Güneş Tapınağının üzerinde yükselen Manastırın tek Müslümanı Zübeyir Şen. Zübeyir, on yıl önce, kısa süreliğine bahçe işlerinde çalışmak üzere manastıra geliyor. Çalışmasını beğenen dönemin Başrahibi İbrahim Türker, Zübeyirden kalmasını istiyor; teklifi kabul ediyor. O gün bugündür her sabah Mardinden yürüyerek geldiği manastırda çalışıyor. Zaman zaman çevredeki Süryani köylerinden, bahçe işlerine yardımcı olmak için gelen Süryani gençleriyle tartışmadan da edemiyor. Tıpkı bölgenin en büyük Süryani köylerinden biri olan Bülbül Köyünden gelen Hüsnü Baş ve arkadaslarıyla olduğu gibi. Hüsnü ve arkadaşları, meyve agaçlarının aşılanmasında geç kalındığını savunuyor; Zübeyir itiraz ediyor, onların uyarılarına kulak asmıyor. Seyitnem beni anlar diyor; Seyitne yani Metropolit Saliba Özmen. Çünkü Süryaniler Metropolitle konuşurken kendisine Seyitne şeklinde hitap ediyor.
Öğle geçiyor akşam oluyor; Seval, Victorya, Eliz, Gülcan ve Marta tarafından hazırlanan akşam yemeği öncesinde günün üçüncü duası yapılacak. Ertesi gün başlayacak büyük oruç öncesi bu dua farklı bir anlam taşıyor. Süryani Patriği, Zakka İwasın gönderdiği ve büyük oruçla ilgili mektup öğle duasında okunmuştu. Şimdi ise yapılacak dua sonrasında herkes birbirlerinden helallık alacak, Tanrıdan tüm hatalarının af etmesi dileğinde bulunulacak. Yaklaşık 50 gün boyunca et ve hayvansal hiçbir gıda yenmeyecek. Elli günün sonunda ise Süryaniler Paskalyalarını kutlayacak.
Diakonların önemi : Akşam duası ile yemek arasında çocukları bir başka görev bekliyor. Her zaman tekrarlanamasa da, manastırda verilen dini eğitim, hem çocuklar hem de manastır idaresi için büyük önem taşıyor. Dersler çoğunlukla Diakon adı verilen öğretmenler tarafından yürütülüyor. Deyrulzafaranin iki diakonu İshak Ergun ve Yusuf Acar, çocuklara akşam duası sonrasında Süryanice, Hıristiyanlık tarihi, İsanın yaşamı konularında dersler veriyor. Saliba Özmen de zaman zaman çocuklara, özellikle etik konusunda konuşmalar yapıyor. Tüm çocukları adlarıyla çağıran Özmen, öğretmenliği ruhanilik kadar önemli bir görev olarak görüyor.
Fenerbahçeli Metropolit: Cemaatin tüm sorunlarıyla yakından ilgilenen, öte yandan da protokol görevlerini yerine getirmeye çalışan Özmen, boş zamanlarında ise çeviri yapmaktan ve yürüyüşe çıkmaktan hoşlanıyor. Yürüyüşlerinde ise sıklıkla dördüncü asırda yaşamış olan Nusaybinli hemşerisi Mor Afremin şiirleri mırıldanıyor; tıpkı"Tanrım isteyene ve sevene ver ilmini bu ilmi ver/ Ve bu ilmi öğretene kendi kapında bir yer aç" dizelerini bize de okuduğu gibi. Özmeni ise ruhaniliği ve öğretmenliği yanında en çok ilgilendiren konuların başında Fenerbahçe geliyor. Özmen gibi manastırda yaşayan bir çok Süryani, Fenerbahçe taraftarı ve maç günü ortalıkta kimse kalmıyor. Manastırda bir gün daha sona eriyor. Binlerce yıldır aralıksız süren o mistik ve dingin yaşam geceye karışıyor. Kalanlar, inatla ve umutla gitmeyenler, gidenlerin geri dönmesini bekliyor. Belki de şu demektir kalışları; "Onlar Tanrının burada görevlendirdiği bekçileri. Gidenler döndüklerinde her şeylerini yerli yerinde bulabilsinler diye".
TEMPO---Günümüz dünyasında manastırların edindiği rol nedir?
SALIBA ÖZMEN---Özellikle, 9 ve 10. asırlardan sonra manastırlarımızdaki rahip ve rahibe sayısının oldukça azaldığını görüyoruz. Örneğin, 8. asırda bizim Deyrulumur Manastırında tarihi verilere göre 800e yakın rahip var.
Daha sonra 18 ve 19. asırda sayı tamamen düşmüş. Bugüne gelindiğinde ise Manastırlardaki rahip ve rahibelerin sayısı yok denecek kadar az. Bu azalma eski eğitim seviyesinin de düşmesine neden oldu. Öte yandan toplumlar da mistizmini kaybetti. Dolayısıyla da o mistik ve ruhsal hayatı sürdürmek için gerekli olan ruhani sayısı az olduğundan da manastır organizasyonunu yürütmek zorlaştı. Örneğin, bizim Güneydoğu Anadoludaki manastırlarımız o konuda epey sıkıntı çekmiştir. Mesela şimdi bu manastırda 3-4 rahipten fazlası yok. Bu oldukça zor. Geleneksel sayıların çok altında bir sayı. Onun için bugünkü manastır, yine o eski geleneğini sürdürme konusunda kararlı, ama zor tabii.
---Neler öğreniyor çocuklar manastırda?
---Buradaki öğrencilerimiz normal orta ve liseye gidiyor. Aynı zamanda haftada bir ya da iki gün Süryani bilimleri program içinde yine o ruhsal durumu, kilise tarihini, İsa Mesihin yaşam tarzını anlatmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda kilisenin dua ve namazını öğretmeye çalışıyoruz. Bu şekilde, tabii yeterli olmasa da yine de manastır da kendi işlevini yürütmeye çalışıyor.
---21. yüzyıl, insan hayatını şekillendiren yönleriyle, manastır hayatınızı da etkilemiş görülüyor. Yeni bir mistik hayat tarzı mı ortaya çıkıyor?
--- Etkilenmemek elde değil. Kaçamazsınız. Siz manastıra televizyon getireceksiniz, interneti getireceksiniz, ister istemez. Bunlardan etkilenmemek mümkün değil, ama sizin belirli bir disiplininiz varsa, belirli bir organizasyonunuz, çalışmanız varsa, bu çalışma sayesinde teknolojik imkanlardan da yararlanılarak da başarılı olunabilir. Dolayısıyla, manastırımız mistik olduğu kadar, dinsel ve kültürel bir merkeze de dönüşmüş oluyor böylelikle. Özellikle 21. asırdaki rahiplerimiz ruhsal işlerin yanında sosyal işlere de yöneliyor.
---Problemleriniz hangi noktada?
---Ben bu soruya cevabımı, buraya metropolit olarak gelir gelmez ahbap ve dostlara da vermiştim. Türk vatandaşı olarak biz eğitimimizi ülkemizde alsaydık, hem bizim için, hem ülkemiz için büyük bir avantaj olurdu; gerek prestij gerek de ekonomik açıdan. Düşünebiliyor musunuz, ben Oxforda gideceğime Ankaraya, İstanbula gider orada yüksek lisansımı yapardım. Kültürel ve ruhsal zenginliğimizi kendi memleketimizde elde etseydik, bu bizim için faydalı olurdu ve ki umarım ileride olur. Ama bizim şu anki imkanlarla bunu elde etmemiz mümkün değil. Ancak özel bir okulumuz olur; O zaman iyi din adamı yetiştirme şansımız doğar. Ülke olarak bu tür sorunları en kısa zamanda çözeriz umarım.
---Burada görev almanın kriterleri nedir?
---Türk vatandaşı olmak gerekiyor. Ancak bu bir sıkıntı. Çünkü Türkiyedeki Süryanilerin sayısı o kadar çok azaldı ki, artık ne rahip ne de papaz yetiştirme durumunda değiliz. Dolayısıyla din adamlarımız Suriyeden gelmek zorunda kalıyor, ama bir aydan fazla burada kalamıyor vize ve ikamet sorunu nedeniyle. Patrikhane 1932ye kadar Türkiyedeydi ve bu sayede ruhani
yetiştirme gibi işler öncelikli olarak Türkiyedeydi. Şimdi, patriklik Suriyede olduğu için öncelik de orada.
---Oxford mezunu Süryani rahip ile karşı karşıyayız. Nasıl bir mistik heyecan yıllar sonra buraya dönmek ve Süryani topluluğun lideri olarak rol üstlenmek?
---Buraya gelirken aslında çok önemli bir görevle geldiğimi biliyordum. Çünkü, biliyorsunuz son dönemlerde Süryanilerin Türkiyedeki durumu hiç iç açıcı değildi. Özellikle benim şahsi tercihim bu oldu. Benim doğduğum topraklarda, benim yaşadığım topraklarda görev almam prestij ve yenilik açısından çok önemli. Biliyorsunuz Avrupadan buraya gelen kişilerin ister istemez yeni şeyler getirme istek ve şansları oluyor. İlmi ve kültürel açıdan özellikle. Bütün Süryaniler için çok özel bir yeri olan, anavatanımız benim için de çok önemli bu nokta da ve bunu imkan dahilinde güçlendirmek için büyük görevler düşüyor. Zorluklara rağmen burada yaşayacaktım ve manastırın o etkileyici rolünü yeniden hayata geçirmek için çaba harcayacaktım. Öte yandan sonuçta Türkiye dediğimizde, Türk, Süryani, Kürt, Ermeni, Çerkez vb onlarca grubun çeşitliliği akla gelir. Onun için, bunun en önemli parçalarından biri olarak Türkiyenin bu mozaiğini güçlendirmek için biz de buradayız.
---Bir eylem planınız var mı?
---Aslında evet! Öncelikle manastırdaki restorasyon çalışmalarını tamamlayacağız. Manastırın bütün Süryanilerin sorularını cevaplaması için özellikle ruhsal ve kültürel açıdan sorularını cevaplandırmak için çalışmalarımız olacak. Bu bağlamda özellikle atalarımızın edebi eserlerini yaymak, onları tanıtmak, özellikle Süryani kültürünü tanıtmak, korumak üzerine çalışmalar yapmak isteyenlere yardımcı olmak istiyoruz. Çünkü, Süryanilerin sadece yüzde beşi Türkiyede ancak burada tek bir kişi bile kalsa ve tek bir kilise dört bir yandaki Süryaniler için vatan burasıdır. Öte yandan dergi çıkarma aşamasındayız.Manastırda özellikle rahiplerin olmasi Süryaniler için çok önemli, çünkü o tarihten gelen bir şey.
---Gidenler dönecek mi peki?
---Bana sorarsanız, şahsi fikrim, insanlar ancak kendi sokaklarında var olurlar. Hatta bir söyleşimiz de Süryaniler için Mardini Süryanilerin Kudüsü olarak da tabir edilmiştir. Onun için aslında bana sorarsanız, tabii ki Süryanilerin burada yaşaması, çalışması, o eski kültürü, mistik hayatı, burada sürdürmeleri hem bizim için, hem ülke için, çok önemli. Ki son senelerde güvenlik açısından bölgedeki rahatlama bütün Süryanileri memnun etmektedir. Bu rahatlama sayesinde gördüğünüz gibi kaç senedir ilk etapta ziyaret amacıyla geliyorlar, sonra da tavırları görüyorlar, sayılari az olmasına rağmen bazıları da burada yaşamak istiyorlar. Benim için Türkiye, İngiltereden, Almanyadan daha önemli. İsterim ki bütün Süryaniler buraya gelsin, mozaiği oluştursun. Bu çesitliliği güçlendirsin. Hem manevi açıdan, hem maddi açıdan.
Manastırda geçen bir ömür: Bahe (soyadını kimse bilmiyor) bu gün 77 yaşında bir ihtiyar. Yıllar önce hiçbir umarsızı şimdiye kadar kapısından geri çevirmemiş Deyrulzafaran Manastırına annesi tarafından bırakılmış. Kocasını kaybeden Vehia, iki kızı Münüre ve Behice ile diğer oğlu İlyası alarak Suriyeye gitmek zorundaydı. Baheye bakacak durumu yoktu. Fakirlik ve oğlunun hastalığı bunu imkansız kılıyordu. Yıllar önce manastıra bırakılan Bahe, o gün bu gündür oradan ayrılmamış. Yıllarca manastıra hizmet etmiş. Temizliğinden tutun da, bekçiliğine kadar, kendisine verilen her işi görmüş. Bir Süryani olmasına rağmen, zekasındaki sorun yüzünden bu dili öğrenemese de, annesinin kendisiyle konustuğu dil olan Arapçayla derdini anlatmış. Şimdi bile yürümesini zorlaştıran yaşlılığına rağmen, manastıra gelen herkesi o karşılıyor. Metropolit Saliba Özmen ile her gün birkaç dakika sohbet ediyor. Sanki Bahe, manastırı ayakta tutan yüzlerce sarı taştan biri, manastırın ayrılmaz bir parçası olmuş artık. Manastıra gelen turistlerin çoğu onunla fotoğraf çektirmeden ayrılmıyor. Bahe, belki de ömrünün son yıllarında olmasına rağmen, yine de hayata gülümseyerek bakıyor ve manastırın genç rahibi Stefanosun, "Ölüp de tanrının yanına gittiğin zaman ona ne diyeceksin" sorusuna karşılık cevabı yapıştırıyor, "Orada genç bir rahip vardı, sana selam söyledi" diyeceğim.