5
Mayıs
2024
Pazar
ORDU

Reha Mağden kansere yenik düştü

Gazeteci-Yazar Reha Mağden kansere yenik düştü. Mağden uzun süredir İstanbul'da tedavi görüyordu. 

Reha Mağden’in cenazesi 26 Temmuz, yarın Burgaz Ada camisinde kılınacak ikindi namazından sonra toprağa verilecek. 

1955’te Ordu’da dünyaya gelen Reha Mağden, Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu.

Bir süre üniversitede araştırma görevlisi olarak da çalışan Mağden, gazeteciliğe 1985’te Anadolu Ajansı İç Haberler Müdürlüğü’nde muhabir olarak başladı.

Daha sonra çeşitli gazete ve dergilerde de çalışan Mağden, son dönemde Birgün gazetesinde köşe yazarlığı yapıyordu. 

Meslek yaşamı

Gazeteciliğe Ankara'da başlayan Reha Mağden, Ankara'da Aktüel dergisinin editörü olarak meslek yaşamına devam etti. Evli ve iki çocuk babası olan Mağden, daha sonra İstanbul'a yerleşti. Doğan grubunun Posta gazetesinde editör olarak mesleğini sürdüren Mağden,  bir süre sonra Radikal gazetesinin haber müdürlüğüne getirildi. Mağden, Radikal döneminde Susurluk kazasını ilk duyuran gazeteci oldu. Reha Mağden, Redikal gazetesinden sonra, Yeni Bin Yıl pazar ekini çıkardı daha sonra da Superonline'ye bağlı nethaber.com.tr'de internet gazeteciliğine başladı. Bu dönemde kitapları da yayınlanan Mağden, Birgün gazetesinde  haber müdürlüğü görevini üstlendi. Mağden, yine aynı gazetenin köşe yazarı olarak mesleğine devam etti. 


Reha Mağden'in kitapları...

Mağden’in ‘Üçünün Nerkisi’, ‘Yazgıların Tableti’, ‘Ah O Müstehcen Salınış’ ve ‘Cehennemde Bir Şehit’ adlı kitapları bulunuyor. [Not: Yazarın ‘Yazgıların Tableti’ adlı kitabı ‘Üçünün Nerkisi’ndeki hikayeleri de içeriyor.]

Mağden’in, Birgün gazetesinde çıkan köşe yazılarından derlediği ‘Kalem Ele Küsmeden’ adlı kitabı da kısa bir süre sonra piyasaya çıkacak.
Reha Mağden’in, ‘Ah O Müstehcen Salınış’ adlı yapıtından bir alıntı:

Kendisi hakkında ne düşündüğünü sorma cesareti bulduğumu hatırlıyorum; dedim ki:
“Bu arkadaş sohbetinden hoşnut olup olmadığın, yüzünde değişmeyen şu gülümsemeyle ölçülebilir mi ki?”
“Hiç düşünmedim,” dedi.
“Yalnızken de gülümser misin ve bu daha mı içten olur, mesela? diye sordum bu defa.
Sustu ve somurttu.
Arkadaşları közde kebaplar, söğüş kokulu domatesler, söğüş beyaz soğanlar, buzlu cacıklar getirirken, birden konuştu:
“Bütün mesele, evet, haklısın ihtiyar, tırtıl ile kelebek arasındaki fark. Kelebekler korkar, tırtıllar bunu bilmez bile, kelebek olunca tırtıl olmayı sen özlemedin mi hiç? Hepimiz az ömürlüyüz. Kelebek olunca fark ediliyoruz ama, güvenli yer, kozanın içi. Ama fark edilmek?”
“Zorlu, ha,” dedim O’na.

Kenthaber
Yayın Tarihi : 25 Temmuz 2006 Salı 14:53:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?