4
Mayıs
2024
Cumartesi
İSTANBUL

ESKİ BİR SÜLEYMANİYE KONAĞINDA SABAHTAN GECEYE KEYİF

Kanuni Sultan Süleyman, kendi adına bir külliye yaptırmak istediğinde Mimar Sinan’a İstanbul’un en sevdiği tepesinin neresi olduğunu sormuş. Hassa mimarı da "Üçüncüsüdür. Ki bu tepe, hem şehrin tam orta yerindedir, hem de geniş bir tepsi gibidir. Bu tepe dik yamaçlardan aşağı doğru ansızın düşer. Toprağı, münbit vadiler gibi iyi huylu ve bereketlidir.

Vadileri de korunaklı olduğundan her daim çiçeklenir, renklenir" demiş. Sultan da, "iyi o zaman kır o tepenin sırtını ve saltanatım için bir külliye oturt tepsinin orta yerine" diye ferman buyurmuş. İşte bu tepenin üstüne, Mimar Sinan’ın nakış nakış işlediği, ortaya çıktığı günden itibaren güzelliği dillere destan olan Süleymaniye Külliyesi kurulmuş. Külliye hizmete açıldığı andan itibaren tam karşısı, Tiryaki Çarşısı oluvermiş. Aradan yüzlerce yıl geçmiş. Hitler’in zulmünden kaçıp İstanbul’a sığınan Alman bilim adamları, Botanikçi Prof. Dr. A. Heilbronn ile Prof. Dr. Leo Brauner’i davet eden Atatürk, bir botanik bahçesi kurmak istediğinde ilk aklına gelen yer de Süleymaniye’nin sırtları olmuş. Ve memleketin ilk botanik bahçesi iki yıl içinde külliyenin altına kuruluvermiş.

Aradan yine yıllar geçmiş. Nesrin ve Kasım Yenidünya kendilerine yeni bir hayat kurmak istediklerinde, neresi olmalı, nereden başlamalı diye düşünürken birgün Galata Kulesi’ne çıkıp İstanbul’u seyre dalmışlar. Nesrin Hanım, "Orası, orası!..." diye parmağıyla üçüncü tepeyi işaret etmiş. Kalkıp gitmişler ve labirent gibi yolların arasından geçip en nihayet işaret ettikleri noktayı bulmuşlar.

Orası, daha doğrusu burası Ayrancı Sokağı diye bir yer. İstanbul’un en güzel sokaklarından biri. Harap olmuş ama tek parçası bile bozulmamış. Az biraz bozulan yerleri ise yakın zamanlarda, İstanbul’a çok emeği geçmiş olan Yılmaz Kuyumcu ve Fikret Evci adlı mimarlar tarafından tamir edilmiş. Botanik Bahçesi’nin yan bahçesine bitişik, Müftülük binasının arkasında ve Şeyhülislam Ahırları’nın önünde bulunuyor. Vefa’dan da girişi var. Vefa Bozacısı’nın önünden yolu hiç kaybetmeden devam ettiğinizde Ayrancı’ya çıkıyorsunuz. Küçükpazar’ın tam ortasından çıktığınızda, yokuşun hemen başında. Kasım Yenigün, bu şiir gibi sokağa adım attığında, burada çok yakın bir arkadaşına ait bir ev olduğunu hatırlamış. Ahbabına telefon açıp hangi bina olduğunu sormuş. Arkadaşları kapı numarasını söylediğinde, tam önünde durup hayran hayran baktıkları ev olduğunu anlamışlar. "Boş şimdi orası, lazımsa senin olsun" demiş. Kasım Bey ve Nesrin Hanım, ertesi gün arkadaşından anahtarı alıp 9 numaralı kapıdan eve ve yeni bir hayata ilk adımlarını atmışlar.

Nesrin Hanım, eski bir Karagümrüklü ailenin kızı olarak İstanbul’un göbeğinde büyümüş. Üsküp göçmeni olan dedesi, bir zamanlar Fevzipaşa Caddesi üzerindeki Aydın Muhallebicisi’nin sahibi Aydın Uğurlular. Babası Adem Bey aynı cadde üzerindeki Aydın Lokantası’nı 50 yıl işletmiş. Kasım Bey de Hasköylü. Bundan tam 36 yıl önce İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda tanışıp 31 yıl önce evlenmişler.

Nesrin Hanım, aileden aldığı genetik mirastan dolayı çok iyi yemekler, muhallebiler, pastalar, kekler, omletler yapıyor. Eşi de bu konuda çok yetenekli. Yıllarca, "ya birgün işlerimizi yoluna koysak da kendi kafeteryamızı, lokantamızı açsak" deyip durmuşlar. İşte, bundan bir buçuk sene önce 9 numaralı kapıdan girdikleri gün, "o gün"ün gelip çattığını anlamışlar. 1890 yapımı, tipik bir Süleymaniye evi olan bu beş katlı binanın en üst katına evlerini taşımışlar. İlk iki katı ise Cafe Haliç adını verdikleri bir restorana dönüştürmüşler.

MUHTEŞEM MANZARA

Evin bulunduğu mevki, Mimar Sinan’ın Süleymaniye Külliyesi için toprağın derinliklerinde taştan inşa ettiği tarihi setin üstüne denk geliyor. Bu noktadan itibaren Süleymaniye, dik yokuşlarla yuvarlana yuvarlana denize doğru iniyor. Şişhane, Galata ve Perşembe Pazarı tam karşılarında. Sağlarında iki denizin birleştiği noktadan üsküdar, Karaköy, Haydarpaşa, Çamlıca sırtları, Sarayburnu ve Topkapı Sarayı görülüyor. Sollarında ise Haliç akıp Eyüp ve Piyer Loti’ye kadar uzanıyor. Kafenin bulunduğu noktadan bunları görüyorsunuz. Binanın üst katına çıktığınızda ise, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü hariç, İstanbul’un bütün köprülerini izliyorsunuz.

Haliç’in sahipleri misafirlerine manzaranın yanında nefis ikramlar hazırlamışlar. Sabah 08.00’den itibaren kahvaltıya açılıyor dükkan. Ballı-kaymaklı, jambonlu, sucuklu, envai çeşit peynirli bir kahvaltı sofrasına buyur ediliyorsunuz. Nesrin Hanım’ın elleriyle yaptığı omlet, taa Üsküp’ten buralara kadar taşınmış farklı, değişik ve acayip lezzetli bir yemek. Kahvaltı ikramı ikindiye kadar devam ediyor, bu sırada devreye kekler, brovniler, pastalar giriyor. Akşam olup da karşı evlerin camları gün batımı renginde kızıllaşıp tutuştuğunda masalara yeni örtüler geliyor ve artık mekan kılık değiştirip ansızın bir İstanbul lokantasına dönüşüyor. Akşam keyfi ve gece sefası için gelenlere 20 çeşit meze yapıyorlar. Sonra ayrı ızgaralarda pişip servis edilen etler ve balıkların zamanı açılıyor. Ara sıcaklar taşınıyor masalara. Son müşterinin uykusu gelince bu Süleymaniye rüyası da bitiveriyor.

Tel: (0212) 528 10 25 - 26 www.cafehalic.com

Hürriyet
Yayın Tarihi : 4 Ocak 2008 Cuma 12:33:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
www.frekans.com IP: 81.215.200.xxx Tarih : 21.01.2008 17:32:31

muhtesem bir yer burayı keşvetmek lazım.!' www.frekans.com