30
Nisan
2024
Salı
İSTANBUL

İMAR PLANLARI İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN KENT YAĞMASI

Evvelâ bir gerçeği dile getirelim: Her iktidar kendi zenginlerini yaratır. ‘Her iktidar’ dediğime göre burada şu veya bu partiyi hedef almıyor, Türkiye’nin gerçeklerinden birini ifade etmiş oluyorum. Bu söylem, her alanda olduğu kadar, belediyelerin imardan rant yaratma uygulamaları için de geçerli bir kuraldır.

Rantın elde edilmesi amacı ile uygulanan işlem, arazi veya arsa için mevzii imar planı düzenlemek veya mevcut imar planını değiştirmek şeklinde olur. Bu şekildeki mevzii uygulamalarda kent planlamasının bütünlüğü genellikle gözetilmez. Bu nedenle de uygulamalar sonunda kent, bir parçalı bohça görünümüne bürünür. Kentin belirli yerlerinde, ana plan ve trafik master planı ile uyuşmayan yüksek yoğunluklu yapılaşmalar, ticaret merkezleri boy gösterir. Bu gibi oldu-bittiler karşısında yeni alt-üst geçitler ve köprülerle trafiğe çözüm aranır.

Bu alicengiz oyunu, ülkenin son yıllardaki ekonomik durumunun ve refah düzeyinin yükselmesi ile doğru orantılı olarak gelişme gösterdi. Pahalı marka ürünlerine, giyim-kuşam, eğlence ve gastronomi sektörüne olan talep artışı, kent merkezindeki kolay ulaşılabilen arsalarda veya çevre yollarına komşu, otopark olanakları sunan arazilerde büyük alış-veriş merkezlerinin kurulmasını; keza lüks konutlara olan talep artışı, yine ulaşımı kolay, havadar ve manzaralı araziler üzerinde rezidans gökdelenlerinin veya korunaklı villa sitelerinin inşasını teşvik etti.

Ancak kentin yerleşik imar nizamı, bu gibi yapılaşmalara olanak tanımıyordu. Kentin gelişimini karşılamak amacı ile yeni nâzım ve uygulama planlarını yapmak, çeşitli uzmanlık dallarında kalabalık bir kadronun uzun zamana yayılan çalışmasını, bu çalışmaların kamuoyunda tartışılmasını ve resmî prosedürden geçerek kabul edilmesini gerektiriyordu. Bu amaçla yapılan planlamalar, geçen zaman içinde kentin yeni oluşumlarına yetişemiyor, iş ve çıkar çevrelerinin baskıları ve politik müdahalelerle doğru sonuçlara varılamıyor, plan iptali için davalar açılıyor, bu arada kent plansız kalıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu plansızlık, hemen hemen her ilgilinin işine geliyordu.

Bu imar keşmekeşi içinde girişimciler, gözlerine kestirdikleri araziler üzerinde yatırımlarını gerçekleştirecek imar planlarını kısa yoldan elde etmek için legal veya illegal, her yola başvuruyor, sonunda başarıya ulaşabiliyorlardı.

Bir arsa veya arazi, mer-i imar durumu ile büyük yatırımlara olanak vermiyorsa doğal olarak düşük değerdedir. Eğer imar planına göre yeşil alanda kalıyorsa çok daha düşük değerdedir. Girişimcinin gerçekleştireceği yatırımda, parasının önemli bir kısmını yüksek değerli araziye ayırması ise, hiç de rantabl değildir. Onun için yapılacak iş, düşük değerli arsaya sahip olduktan sonra, arsaya yeni imar olanakları kazandırarak arsa değerini 10, 20, hatta 100 kat arttırmak ve yatırımlarını bu arsa üzerinde gerçekleştirmektir. Böylece bir taşla iki kuş vuracak, servetini katlayacaktır.

Arsanın eski sahibi, dar maddi olanakları ve politik çevresinin olmayışı ile arsa imar durumunu değiştirememiş, sonunda ucuz fiyatla satışa razı olmuş bir vatandaştır. Yeşil alanda kalan arsasını yok pahasına satan bu vatandaş, iki-üç yıl sonra arsasında yükselen gökdelenleri görürse hiç şaşırmamalıdır.

Arsanın yeni sahibi amacına nasıl ulaşmıştır? Bunun için iki yol vardır: Amacını ya ilgili yerlere hatırı sayılır miktarda para vererek gerçekleştirecek, ya da zamanın iktidarına yakın olacaktır. İktidara yakın olanlar, kendileri yatırımcı olabildikleri gibi, diğer bir yatırımcıya yaptıkları aracılıkla, işi bağlayarak çıkar sağlama yoluna da gidebilmektedirler.

Hiçbir batı kentinde bir ana cadde üzerinde 100 metre ara ile kurulmuş benzin istasyonları göremezsiniz. Bizde ise bunun sayılamayacak kadar örnekleri vardır. Neredeyse adım başında bir benzin istasyonuna rastlarsınız. Kentin işlek bir yerinde bir benzin istasyonu açmak için yapılması gereken imar değişikliği tarifesinin bir milyon dolar olduğu söylentileri kulaklarınıza gelirse şaşırmayın.

Peki, size soruyorum. Belediyeler bu kadar başıboş, bu kadar kontrolsuz mudur? Belediye başkan ve meclisleri, imar planlarını resen düzenleme veya değiştirme yetkisini nasıl ve nereden almışlardır?

Bu soruların yanıtını vermek için 25 yıl evveline dönmemiz gerekir. Şunu da belirtelim ki, imar suiistimalleri 25 yıldan önce de yok değildi. Örneğin, Ankara planlamasını yapan Jansen, ‘kent planlarını spekülâtörlere karşı korumanın, savaş alanında kazanılan zaferlerden de zor olduğunu’ Atatürk’e çekinmeden söylemişti. Mimar, bu dediklerinde yalancı çıkmadı. Ancak yapılan suiistimal, bu dönemdeki kadar ses getirici boyutlarda değildi.

1980 ihtilâlinden sonra yapılan genel seçimlerle iktidara gelen ANAP’ın lideri Turgut Özal, ileri ve geniş görüşlü bir liberal demokrattı. Bunu kimse yadsıyamaz. Devlet kademelerinin ayrılmaz parçası durumuna gelmiş bürokrasiyi, olabildiğince hafifletmek ve kadroları azaltmak çabasında idi. Kent ve kasabaların yönetimi ve imarı konularında, seçilmiş yerel yöneticilerin söz sahibi olmasını, bu konularda resen hareket etmelerini demokrasinin gereklerinden biri olarak görüyordu. Bu uygulama, ilk bakışta bizlere de demokratik ve gerekli bir uygulama gibi görüldü.

Bu nedenlerle İmar ve İskân Bakanlığı lağvedildi. Bakanlık personeli Bayındırlık Bakanlığına verildi. Ancak mülga bakanlığın imar konularındaki görev ve yetkileri Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na verilmedi. Bu görev ve yetkiler, doğrudan doğruya belde, ilçe, il ve büyükşehir belediye başkan ve meclislerine verildi. Meclislerin aldıkları kararları inceleyecek ikinci bir merci yaratılmadı. Şu anda da belediye meclislerince oylanarak yürürlüğe giren planları inceleyerek ve onaylayacak veya reddedecek bir üst merci bulunmuyor. Tabiidir ki, planlar hakkında Danıştay’a dava açma hakkı var.

Demokrasilerde, elbette ki her konuda olduğu gibi yerel yönetim ve imar konularında da halkın oyunun geçerli olması gerekir. Ancak yerel yönetimlerde halk adına iş görenlerin ve meclis üyelerinin, bilgi ve kültür düzeyleri yüksek, bilim ve sanata saygılı, en önemlisi sağlam ahlaklı kimseler olması şartıyla. Batıda da halk iradesi ile iş başına gelmiş özerk ve yerel yönetimler vardır. Ama bu yönetimlerden, kentin bilimsel metotlarla yapılmış planlarına aykırı kararlar çıkması olanaksızdır. Esasen böyle bir karar çıksa ilk tepki kentine sahip çıkan, bilinçli halktan gelir; bu gibi kimseler cezalarını buldukları gibi seçilme şanslarını kaybederler.

Henüz rüştünü ispatlayamamış demokrasimizde ise, bir takım çıkarlar veya hatır-gönül doğrultusunda imar planları yapılması, mevcut planların gelişigüzel değiştirilmesi, bir kısım basının dışında kamuoyunun tepkisini çekmez, hatta olağan karşılanır. Şunu da itiraf edelim ki, ‘Yesin ama iş yapsın’ sözü halkımız arasında hâlâ geçerliliğini korumakta, seçim meydanlarında açıklanan suiistimaller, halkımızın bir kulağından girmekte, diğer kulağından çıkmaktadır.

Kente sahip çıkma görevini, çıkarcı planlara karşı Danıştay nezdinde açtığı davalarla meslek odalarımız, özellikle Mimarlar Odası yerine getirmektedir. Ama konuların dava açma safhasına gelmeden önlenmesi gerekli değil midir? Çünkü dava açılıncaya kadar iş oldu-bittiye getirilmekte, sonuçta ‘imam’ bildiğini okumaktadır. Halkımız bilmektedir ki, birkaç garibanın göstermelik mahiyetinde yıktırılan gecekondusu dışında, büyük yapılar kolay kolay yıkılmaz, yıkılamaz, yapanın yanına kâr kalır.

‘Gökkafes’ler ve emsali daha birçok yapı böyle gerçekleşmiş ve yerinde kalmıştır.

İstanbul’un yeni oluşacak veya sabit kalacak yerel yönetiminden imar konularındaki beklentilerimizi bundan sonraki yazımda ifade etmeye çalışacağım.

 

Yılmaz Ergüvenç Kenthaber
Yayın Tarihi : 26 Şubat 2009 Perşembe 13:21:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?