30
Nisan
2024
Salı
İSTANBUL

İSTANBUL LAMELİF

Cuma akşamı değerli dostlarım Gül ve Yaman İrepoğlu'nun evlerindeydim.
Sanat tarihimize katkısı uçsuz bucaksız Nurhan Atasoy, Gül'ün sevgili teyzesi, Fransa'dan yeni dönmüş. Önce Monet'den, ressamın çiçeklerinden, bahçelerinden konuşuldu. Gül de Frankfurt'taymış. İki armağan: Nurhan Hanım'dan Monet nilüferli kupa fincan, Gül'den beni büyüleyecek bir çiçekdürbünü...

Claude Monet, çiçekdürbünlerinin hep 'biricik', bir daha yinelenmeyecek görüntüleri derken, söz, nerden nereye, Asaf Hâlet Çelebi'ye geldi. Şaşırdım, çünkü o gün, sabah yataktan kalkar kalkmaz, Asaf Hâlet Çelebi'yi yazmalıyım diye Çelebi imzalı kitapları açıp durmuştum. (Şimdilerde Hece Yayınları yeni basımlarını yayımlıyor.)

Bu, değeri epey sonra 'kavranabilmiş', incelikler şairinin son işi kütüphane memurluğu. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde kütüphane memuruyken hastalanıyor; Gureba Hastanesi'nde ölmüş: 15 Ekim 1958.

Nurhan Hanım, Çelebi'yi son döneminde tanımış. Yakından tanıyamadığı için çok üzüldüğünü söyledi. Zaten o andı Çelebi'yi, kendine özgü giyim kuşamını, nezaketini, görevine düşkünlüğünü, başkalarınca -ne yazık ki- çoğu kez hor görüldüğünü.

O şimdi bana küsülüdür

Asaf Hâlet Çelebi'nin bu dize. Gündüzün He'yi karıştırıyordum, karşıma çıktı. Gerçi ezberimdedir. He'nin iç kapağında şunlar yazılı:

"Bu kitap 1942 senesi Kânunusâni ayında İstanbul'da tam beş yüz tane olarak Ahmed Said Matbaası'nda basılmıştır. Kapak kompozisyonu Fuad İzer'indir. İçinde ressam Selim Turan'ın iki, Arif Kaptan'ın bir illustrasyonu mevcuttur. Kitabın ismini Ferda Başman koymuştur. Bütün hakları mahfuzdur."

İşte bu beş yüz kitaptan biri de bende. İlk basım He, yapımı açısından, âdeta sanat eseri. 1960'ların sonunda Elif Kitabevi'nden satın almıştım. 'Sanat eseri'ni gayet ucuz bir fiyata.

Felsefeci, sahaf, Sevgiler de Gündemdedir şairi Arslan Kaynardağ sadece ve sıradan bir kitapçı olmadığı için, tezgâhında sayısız armağanı daima bulabilirdiniz. He öylece karşıma çıkmıştı; Kaynardağ kim bilir nerelerden kurtarmış...

O zamanlar, 1970'lerin ortalarına kadar, vapurlarda hele akşam saatleri, Kadıköyü-Karaköy arası, bir adam şiir güldesteleri satardı. Şairlerin ve ünlü şiirlerin adlarını uyaklı, ahenkli söylemeye ne çok dikkat ederdi. Cahit Sıtkı'nın "Otuz Beş Yaş"ıyla yan yana Asaf Hâlet'in "Mariyya"sı:

o ölen kimdi

mariyya

Hayatımızdan şiirin büsbütün el ayak çektiğine işaret eden bir anı gibi şimdi o adam, o güldesteler.

He'den iz sürüyorum:

bilmemek bilmekten iyidir

düşünmeden yaşayalım

mara

günü saatleri ne yapacaksın

senelerin bile ehemmiyeti yoktur

Son iki dize yüzünden vurulup kalmıştım şaire. Bugün de etkisi sürüyor. Yarısını geçtiğim Yalan Tango'nun başına bu iki dizeyi koymak istiyorum. Daha Dün'ün son sayfası da Asaf Hâlet'in bir şiiriydi.

1978'de, sağdı soldu, kan gövdeyi götürürken şunları yazmışım:

"... Asaf Hâlet Çelebi'nin şiiri bütünüyle bir iç terbiyeyi önerir. O güzel ve etkileyici 'Cüneyd':

bakanlar bana

göğdemi görürler

ben başka yerdeyim

Bu ilk dizelerden hemen sonra Cüneyd kendi cübbesi altında yok olur, o artık 'görünmeyen'i görmektedir. Doğu gizemciliğinin böylesine inceldiği bir şiiri; Batı Hermann Hesse'ye tapınırken; biz, bugün unutmakla kalmadık, alçakça karalıyoruz da. Siyasanın bu tarzı hiçbir insana mutluluk, özgürlük getirmeyecektir."

Bütün o zaman diliminde Çelebi'den söz açanlar 'garip' giyim-kuşamını, toplumsal olaylara kayıtsızlığını, gerçekliklerden kopuk şiirini söylerler. Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman'da daha da insafsız davranır; şairin bir İstanbul meyhanesindeki gecesini, yersiz, kavrayışsız, çirkin bir ifşaatla noktalar. Bir tek Necatigil'in yaklaşımı farklı:

"Doğu-Batı kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını Asya tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, Eski Doğu medeniyet ve masallarından alan, egzotik şiirleriyle tanındı."

1985'te Semih Güngör, şairin dergilerde kalmış düzyazılarından seçmeyi okurla buluşturmuştu. Her biri düzyazı şiir bu yazılara vurulup kalmıştım. Ancak 1998'de Hakan Sazyek Bütün Yazıları derledi. Şairin yanı başında bir düzyazı ustasını tanıdık.

Asaf Hâlet Çelebi 1939 tarihli "İstanbul" yazısında bu şehre bağlılığını, tutkusunu belirtir:

"Ben İstanbul'da doğdum, İstanbul'da büyüdüm. Galiba da İstanbul'da öleceğim. Suyun dışında balık nasıl yaşarsa ben de İstanbul'un dışında öyle yaşarım."

Babası, çocuk Asaf Hâlet'e "İstanbul'u haritada iğne ucuyla" göstermiş...

Şair, kendisinin kaleme getirdiği "sırf intiba şiirleri"nden söz açarken, güneşli bir akşamüstünü hatırlar. Üsküdar'a bakmıştır, yine çocuktur, Üsküdar güneşle tutuşmuş pencereler, camlar yangını. Bu izlenim yıllar boyu sürüp gitmiş; sonra şiir:

Üsküdar'da üsküpüler dokusa gerek kumrular

Camları parıldıyor

Üsküdar evlerinin

akşam üstleri

camlı odalarda ne olsa gerek

Üsküdar'a bakıp da beni görmeyen çocuklar

camlı odalardan...

1956 tarihli "Beylerbeyi Sarayı'na Dair İntibalar", siyasetin yapıp ettiklerinden, kara çalışlarından, yerle bir edişlerinden, kıyımlarından daha çocukken ürkmüş yılmış Asaf Hâlet Çelebi'yi tanımamıza imkân sağlar. Çocuk Asaf Hâlet, Beylerbeyi Sarayı'nı Cihangir'deki evlerinden seyretmektedir: "... uzakta yeşillikler içindeki beyaz küçük bina..." "Birinci harbin ilk senelerinde" önünden vapurla geçerler sarayın. "Sultan Hamid burada oturuyor!" Devam ediyor şair:

"Ne siyasetten, ne olan biten şeylerden anlayacak yaşta değildim. Yalnız galiba fazla merhametli, herkese benzemeyen bir çocuktum. Bu harap yüzlü muhteşem binada oturan dünyaya küsmüş insana karşı, içimde acı ile karışık bir muhabbet duydum. Onun kardeşi Sultan Reşad'da gördüğüm yaldızlı arabası, mızraklı süvari alayları artık yoktu. Çocuk kafamda yaptığım bu mukayeseler beni üzüyordu."

Beylerbeyi Sarayı üzerine yazı, edebiyatımızda benzeri olmayan bir gözlem ve yorumlayış yazısıdır. 'Öğretilen' yakın tarihin ortasında, şair, insanı ve dramını arar.

Kütüphane memuru Çelebi'nin yine 1956'da yazdığı "Bayezit Umumî Kütüphanesi", gelecek -herhalde meçhul- bir zamanın kitapsever insanlarını özleyip durur.

Kendisini ve eserini anlayamamışlar arasında, Çelebi'nin de anlayamadıkları olmuş: İstanbul'un kenar mahalle dünyasını göz kamaştırarak yansıtan Düdüklü Tencere'yi, Metin Eloğlu'nu sövgülere, lânetlere boğuyor bir yazısında.

Bense, Çelebi'nin şiiriyle Eloğlu'nun şiirinde hep tuhaf bir akrabalık bulurum...

Selim İleri - Zaman
Yayın Tarihi : 7 Kasım 2009 Cumartesi 23:18:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?