4
Mayıs
2024
Cumartesi
İSTANBUL

TARİHİ BEYKOZ'DAN CUMHURİYET ÇIKMAZINA!


İstanbul’un her geçen gün geçmişinden koptuğu, kendine özgü güzelliklerini yitirerek yozlaştığını hiç kimse inkâr etmesin. Sayıları her geçen gün biraz daha azalan gerçek İstanbullular, bu durumdan büyük üzüntü duymaktadır. Bu insanlardan bazıları Ege ve Akdeniz kıyalarına kaçarak, orada yaşamlarını sürdürmektedir. Belki de anılarımızla baş başa kalalım, her geçen gün geçmişten daha da uzaklaşan İstanbul’un yeni çirkinliklerini görmeyelim diye düşünüyorlar. Büyük göç fırtınasının getirdiği, sonradan olma yeni İstanbullular, ne yazık ki, geçmişin güzelliklerinden habersizler. İmar ismi altındaki yeni yapılanma ise bu yozlaşmayı her geçen gün biraz daha arttırmakta, çirkinliğe çirkinlik katmaktadır.

Eski İstanbul’un her köşesinin, her semtinin ve oralarda yaşayanların diğerlerinden farklı ayrı özellikleri vardı.

İstanbul’un kendine özgü semtlerinden birisi de son günlerde “Cumhuriyet Çıkmaz Sokağı” ve “Çavuşbaşı Rezaleti” isimleriyle gündeme gelen, Boğazın uç noktasındaki Beykoz’dur.

Çocukluğum Kuzguncuk’ta geçmiş olmasına rağmen benim ailem Beykoz’a çok sık giderdi. O zamanın Beykoz’u bugünkünden çok farklıydı. Deniz ulaşımının ağır bastığı, doğal bitki örtüsünün korunduğu Beykoz’un dalyanları, paçası, İshak Paşa Meydan Çeşmesi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Sultan Abdülmecit’e sadakat nişanesi olarak yaptırdığı Beykoz Kasrı, Karakulak Suyu, çömlekçiliği ve Beykoz Çayırı ile meşhurdu. Bugün üçüncü ligde direnen Beykoz futbol kulübü ise birinci ligin dişli takımları arasındaydı.

Beykoz koyunda yer alan bu mistik semtin ismi ilk kez tarihi kaynaklara Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) geçmiş, fetihten sonraki ilk yerleşim alanlarından biri olmuştu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında da havuzlar yapılarak mamur bir konuma getirilmiştir. Evliya Çelebi de, deniz kenarında, Servi Burnu’nun üç bin adım güneyinde büyük bir liman kenarında bağlık, bahçelik, ulu ağaçlı bir kasaba olarak buradan söz etmiştir. Ne var ki, 1950’li yıllarda başlayan iç göç sonraki yıllarda daha da hızlanarak yerleşimin çevresini gecekondulaştırmıştır.

Beykoz’daki yozlaşmayı, daha doğrusu cemaatleşmeyi son olarak Vatan Gazetesi muhabirleri İlker Akgüngör ile Alper Uruş canları pahasına, dövülerek ortaya koymuştur. Bir zamanların tarihi ve mistik semtine, İsmailağa Camisi cinayeti ile söz ettiren, hatta politikada bile etkin olduğu söylenen İsmailağa cemaati hakim olmaya başlamıştır. Beykoz Çavuşbaşı’da yasal olmayan düzenlemelerle yeni yapılanmaya gidilmiş, yakın tarihlerde yapılan Fazilet Camisi’nin bulunduğu sokağa fütursuzca “Cumhuriyet Çıkmazı Sokağı” tabelası bile dikilmiştir. Olayın basında yer alması üzerine AKP’li Belediye Başkanı bir günde bu tabelayı yerinden kaldırmış, ardından oradaki “Tayyip Sokak”, “Fetih Sokak” gibi diğer tabelaların da belediye meclisi kararıyla kaldırılacağını söylemiştir. Ayrıca bu isimlerin kendinden önceki Fazilet Partili Belediye Başkanınca konulduğunu da ileri sürmüştür.

Türkiye’de cumhuriyet ilkelerinin korunmaya çalışıldığı, bunun mücadelesinin yapıldığı dönemde bir sokağa verilen “Cumhuriyet Çıkmazı” isminin altında yatan amaç nedir?

Aymazlık mı?

Cumhuriyet ilkelerine başkaldırı mı?

Cumhuriyete karşı şeriat düzeni kurma düşüncesi mi?

Kuşkusuz, bilenler bir şeyler söylemelidir.

Bu arada gazetenin muhabirleri Üsküdar-Çavuşbaşı hattında çalışan İETT şoförünün iki karış sakallı olduğunu da görüntülemişler. Devlet Memurları Kanunu’nun kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı davranışından ötür birkaç kez cezalandırılan şoför, fotoğrafının gazetede yayınlanmasından sonra apar topar izne ayrılmış...

O güne kadar da Üsküdar-Çavuşbaşı otobüs seferlerini sürdürmüş!...

Cumhuriyet Çıkmazı Sokağı ismini veren bir düşünceye bundan daha uygun bir şoför herhalde bulunamazdı!..

Vatan Gazetesi muhabirlerinin sarıklı, takkeli, şalvarlı, cüppeli cemaat üyelerinin saldırısına uğrayarak, linç edilme tehlikesi ile karşılaştığı olayda ortaya konulan gerçek;

Çavuşbaşı’nda 1998 yılında bir orman köylüsünden alınan on bin metrekarelik alana yüksek duvarlı, tel örgülü, üç kaçak villa yaptırılmış. Bunların elektrik ve suyu bağlanmış, iki yıl önce de doğal gazı getirilmiş... Buradaki üç villa dışında çevredeki orman arazilerindeki yapılanmaların hepsinin kaçak olduğunu gazeteci arkadaşlar ortaya koymuşlar. Şimdi buradaki mülk sahipleri son yılların en tartışmalı yasa maddesi olan 2B, 6831 Sayılı Orman kanununu 2. maddesi B bendinde yapılacak bir kısaltmayı bekliyorlar. Orman Kanunundaki bu madde 1981 yılından önce orman vasfını kaybetmiş 470 bin hektar arazi ile iki buçuk milyon kişinin yaşadığı dört yüz bin bina sahiplerine satışını öngörüyor. Böylece bu tür arazilerin okran vasfını kaybettiği için yasada 2 B olarak tanımlanıyor. Önceki yıllarda Ahmet Necdet Sezen-r bu kanunu iki kez veto etmişti. Geçtiğimiz Ocak ayında hükümetin 2 B için yeniden çalışma başlattığı bilinmektedir.

Beykoz Çavuşbaş’ındaki hiçbir binanın imar ve iskanı olmadığı açıklık kazanmıştır. Buradaki kaçak yapılanma, Çavuşbaşı’nda imar olmadığı için İmar Kanununa muhalefet maddesi uygulanamamış. Yalnızca Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa muhalefetten işlem görerek, para cezaları kesilmiş. Yerel Yönetim Kanununa göre kaçak binaların yıkımını, yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor. Ancak belediye buradaki kaçak yapılarla ilgili yıkım kararı olmasına rağmen bu kararları uygulamamış. Uygulaması işine gelmemiş!.. Şu anda değerleri 500.000-700.000 YTL olan, cemaat ileri gelenlerinin oturduğu villaları yıkmak kimin haddine!..

Buna göz yuman yöneticiler görevi ihmal etmiş sayılmazlar mı? Bu konudaki 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda açık ifadeler bulunmaktadır. Gariban memurlara bu maddeyi uygulayıp mahkemelere vereceksin, ardından koskoca alanlarda kaçak yapılanmaya izin verip ona su elektrik, doğal verilmesine göz yumacaksın olacak iş değil?

Ama burası Türkiye...

Bu olay nedeniyle de orman arazisine el koyabilmek için iki şahit ve bir de zilyet sözleşmesinin yeterli olduğunu da hayret içerisinde öğrendik. Bir malı kullanmakta olan kişi yaptığı sözleşme ile belediyeye giderek beyanda bulunuyor, sonra da metrekare üzerinden vergiyi ödedikten sonra elindeki makbuzlarla her türlü işlemleri yaptırıyormuş...

Hayret ki ne hayret...

Bu olay yıllar önce izlediğim bir tiyatro oyununu hatırlattı; “Aman Hayret Biraz Gayret”

Aynen öyle...

Burada yuvalanan tarikat mensuplarının başına çok sayıda Anadolu’nun çeşitli yerlerinden şalvarlı, takkeli kara çarşaflı ziyaretçilerin geldiği tarihi Beykoz’un artık bir cemaat merkezine dönüştürüldüğünü iddia edenler var. Çevrenin eski sakinleri ise burada yoğunlaşan kalabalığın trafiği felç ettiğini, yolların kapatıldığını, ve huzurlarının kaçtığını ileri sürüyorlar.

Bir zamanların tarihi ve mistik Beykoz’u XXI. Yüzyılda ne hallere gelmiş? Eski İstanbullular ve Beykozlular bunları yapmadı, bu yozlaşmayı buraya getirenler utansın!...

Eğer ortaya utanan çıkarsa...


erdem@kenthaber.com

 

Erdem Yücel- Kenthaber
Yayın Tarihi : 21 Mayıs 2008 Çarşamba 00:20:16
Güncelleme :21 Mayıs 2008 Çarşamba 00:29:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?