3
Mayıs
2024
Cuma
İSTANBUL

ALEMİN SON KRALI:SEMİH UÇAR



78 yaşındaki Semih Uçar, bugünlerde Süleymaniye Camii’nin minarelerine alem takıyor. 66 yılda 2 milyon tonun üzerinde kurşun kaplama yapan Uçar'ın en önemli özelliği, camilerin kubbeleri ile minarelerin tepelerinde görmeye alışık olduğumuz alemleri yerleştirebilen tek usta olması! 

Restorasyon çalışmaları devam eden Süleymaniye Camii’nin minaresinde yaşlı bir amca... Eline almış ahşap tokmağı, büyük bir gayretle ‘alem’i dövüyor! Yükseklik korkusundan yanına çıkmaya çekinsekte minarenin tepesine çıktığımızda eşsiz bir İstanbul manzarası karşılıyor bizi... Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinde Mimar Sinan’a hitaben yazdığı “Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, / Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi” dizeleri geliyor aklımıza. Galata Kulesi’ni, Haliç’i, Boğaz’ı, Topkapı Sarayı’nı, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’ni de içine alan muhteşem İstanbul manzarasını seyrederken 78 yaşındaki kurşun ustası Semih Uçar’ın çekiç sesleri kulağımızda yankılanıyor. Semih ustaya yerden metrelerce yüksekte bulunmaktan korkup korkmadığını soruyoruz: “Evlat, bu ne ki? Eskiden iskele de yoktu. Alemin hilaline bir halat atıp öyle yapıyorduk bu işi!” diyerek cevaplıyor bizi. 



Yeni ustalar yetişsin diye uzun süredir alem takmaya yalnız çıkmayan Semih usta (sarı tulumlu), yanına gençleri de alıyor. Verdiği talimatlarla onlardan alemi yerleştirmelerini istiyor.


1930 doğumlu Semih Uçar, 66 yıldır kurşun kaplama yapıyor. Bugüne kadar 2 milyon tonun üzerinde kurşun işleyen Uçar’ın en önemli özelliği, camilerin kubbeleri ile minarelerin tepelerinde görmeye alışık olduğumuz alemleri yerleştirebilen son usta olması! Baba mesleği olan kurşunculuğa 12 yaşındayken Fatih Camii’nin onarımıyla başlayan Semih ustanın kubbesini onarmadığı, alemini takmadığı tarihî eser yok gibi... Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii, Aya İrini Kilisesi, Rüstem Paşa Camii, Sultanahmet Camii, Piyalepaşa Camii, Şehzadebaşı Camii, Eyüpsultan Camii, Yenikapı Mevlevihanesi, Galata Mevlevihanesi, Yahya Efendi Tekkesi, Ankara Kocatepe Camii, Kosova Sultan Murat Türbesi bu eserlerden birkaçı... Mesaisinin büyük bölümünü, onarımını yaptığı eserin tepesinde geçiren Semih usta, oğlunun da bir ara alem taktığını; fakat geçirdiği bir kaza sonrası bu işi bıraktığını söylüyor. Her ne kadar oğlu alem takmayı bıraksa da torunlarının bu işi devam ettireceğine inanıyor. Zaten Semih usta, yeni ustalar yetişsin diye uzun bir süredir alem takmaya yalnız çıkmıyormuş. Yanına torunları ve çalışan diğer gençleri de alan Usta, verdiği direktiflerle onlardan alemi yerleştirmelerini istiyor. Usta adayları da hem hilalin kenarlarından asılarak hem de ellerindeki ahşap çekiçlerle aleme vurarak söylediklerini yapmaya çalışıyorlar. Semih usta, şimdilerde bir sürü kurşuncu olduğunu; fakat alem yerleştirebilecek usta olmadığını söylüyor. Bunun sebebini ise kurşunların artık fabrikada yapılmasına bağlıyor. Camilerde görülen alemlerin yüzde 90’ının altın kaplama olduğunu söyleyen Semih usta, altın olmayanların derneklere ait küçük camilerde görüldüğünü söylüyor.

Alem, kurşun kaplamaları koruyor

Kalemkar Dr. Kaya Üçer, Semih ustanın en büyük destekçilerinden. Uzun yıllardır birlikte çalışan ikilinin babaları da birlikte çalışırlarmış. Kaya Üçer, “Benim babam nakkaşlık yaparken Semih ustanın babası da kurşunculuk yapardı.” diyor. Camilerde yapılan her şeyin bir görevi olduğunu söyleyen Üçer, işlevi olan objeleri süslü hale getirip sunmanın Osmanlı’ya özgü olduğunu belirtiyor. Alemlerin nasıl bir işe yaradığını ise Semih Uçar anlatıyor: “Seren direği dediğimiz direğin tepesine kurşun bağlanıyor. En üstte bir açıklık kalıyor. Oraya istediğiniz kadar kurşun sarın, içine su geçirmesi muhtemel. Zaten böyle kalırsa görüntü kirliliği oluşuyor. Halbuki alem bir kilit görevi görüyor. Alemin ‘kova’ kısmı tüm kurşunların birleştiği yere oturup orayı sıkıyor. Seren direğiyle de tam örtüştürmek suretiyle kilitliyorsun bir nevi. Böylece kubbe ve minareler yağmur geçirmiyor ve rüzgârlı havalarda kubbe üzerindeki kurşunlar uçmuyor.” 



Semih Uçar (solda) ve Kaya Üçer alemin son onarımını yapıyor.
 

Alemlerde yer alan hilallerin en önemli özelliği, tıpkı minare kapıları gibi Kâbe’ye dönük olmaları. Semih usta, dayanıklı olması için genelde bakır kullanılarak yapılan alemlerin yetmiş yıla yakın bir sürede yenilendiğini söylüyor. Üzerlerine transfer tekniğiyle uygulanan 23.3/4 ayar altın varakların ömrüyse 40 yıl. Süleymaniye Camii’nin 67 yıl önceki restorasyonda alemlerini takan ve kalem işlerini yapan yine Kaya Üçer ve Semih Uçar’ın babaları... Süleymaniye’deki alemler dört bölümden oluşuyor: Alttan üste doğru kova, karpuz, armut ve hilal. Tabii alemler hep aynı bölümlerden ibaret değil. Özelliklerini belirleyen faktörler arasında onu çizen ustanın zevki ve dönemin şartları etkin rol oynuyor. Yerden bakıldığında küçücük görülen alemlerin boyları aslında 6-7 metreye ulaşıyor. Mesela Ayasofya Camii’nin alemi 6 buçuk metre, Süleymaniye’ninkiyse 3... Alemler şimdilerde hesap kitapla yapılsa da, eskiden göz kararıyla yapılıyormuş. Kaya Üçer, bu konuda şöyle konuşuyor: “Mimar Sinan’dan sonra alemlerin ölçüleri hakkında espas oluşmuş. Süleymaniye’deki 8 buçuk metrelik külaha 2 buçuk-3 metre gibi alem yapılıyor. Aslında o devirde göz kararıyla yapılmış. Ama biz bugün onları espasladığımızda da gözün estetiğiyle hesap kitabın uyuştuğunu görüyoruz. O insanlar zamanında her şeyi yapmışlar, bizimkisi Amerika’yı yeniden keşfetmek.”

Alemler sadece camilerde değil; şadırvanlarda, türbelerde ve mehteran takımının taşıdığı tuğlarda ve sancaklarda da karşımıza çıkıyor. Şekilleri de sadece hilalle sınırlı kalmamış. Hz. Fatma’nın eli şeklinde olanlarından tutun da, mızrak ucu şeklindekilere kadar pek çok farklı örneğini görmek mümkün.


Alemler şimdilerde göklerden evlere giriyor!
Camilerin, türbelerin, şadırvanların, mevlevihanelerin, tekkelerin süsü olan alemler, şimdilerde evleri süslüyor. Antikacılarda satılan alemlere gösterilen ilgi yoğun. Salon veya oturma odasının köşelerinde yer verilen alemler, odaya ayrı bir ihtişam katıyor. Alemlere en büyük ilgiyi hiç şüphe yok ki koleksiyonerler gösteriyor. Türkiye’nin en önemli koleksiyonerlerinden biri olan Nilgün Şensoy, alemlerin Türk-İslam mimarisinde önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor. Bizleri Maçka’daki evinde kabul eden Şensoy, kendi koleksiyonundaki Kaçar, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait üç eseri sergiliyor.



Ayasofya’nın alemini takarken paralarım uçtu!


“Ayasofya Camii’nin kuzey tarafındaki Mimar Sinan minaresinin alemini takacaktım. Yeleğimi aşağıda bırakıp yukarıya çıktım. Tabii o zamanlar iskele yok, iple taktım alemi. Alemin üstüne paratoneri bağlarken yukarıda bir şeyler uçuşuyordu. Hani uçaktan kâğıt broşürler atarlar ya... Baktım uçak falan yok havada! Gözüm aşağı ilişti. Bir de ne göreyim! Cüzdan yeleğimden düşmüş. O zamanın en büyük parası 50 bin liraydı, benim cüzdanımın içindeyse 1 milyon 200 bin lira para var. “Paralarım!” dedim. Rahmetli oğlumla diğeri oradaydı. Tabii paralar bu sırada Topkapı Sarayı’na doğru gidiyor. Bunlar koştular. Lojmanlara doğru gittiler. Ben, üstümdeki ipleri nasıl çözdüm, minarenin tepesinden inip onlara nasıl yetiştim hâlâ bilmiyorum! Yanlarına gidince Sedat, “Baba ben 400 bin lira topladım.” dedi. Vedat, “Baba ben 300 bin lira topladım.” dedi. Ben de çıktım lojmanın çatısına. Çatı da alaturka kiremit. Parayı görüyorum, almak için hamle yapıyorum, tuğlalar çatır çatır kırılıyor. 200 bin lira da ben topladım. 900 bin lirayı topladık yani! Ama rüzgar ters esseydi, paralar doğru Sultanahmet Meydanı’na uçacak, herkes para toplayacaktı!”

SERKAN KARA / Zaman
Yayın Tarihi : 23 Haziran 2008 Pazartesi 11:47:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?