30
Nisan
2024
Salı
İSTANBUL

AYVANSARAY'DAN İSTANBUL'UN TARİHİNE YOLCULUK

İstanbul'un pek güzel; ama aşina olduğu yürüyüş güzergâhlarının dışına çıkmak isteyenler Edirnekapı'dan Ayvansaray'a, yokuş aşağı tıngır mıngır inebilir.

Yol üzerinde Bizans eserleri, çay bahçeleri, Osmanlı çeşmeleri, Sinan camileri, sahabe makamları ziyaretçi bekliyor. Bir de insanlar; nur yüzlü türbedarlar, çay ikram eden amcalar, kapı önü teyzeleri, deliler ve veliler... Yol rehberiniz bizden olsun.

Yürümeyi sevenler, yürürken de kedi gibi meraklı, kuş gibi özgür, su gibi akıcı olabilenler, yolları, bir eli asırlık taşlarda, kapı önündeki teyzelere gülümseyerek, sokağın delisini, velisini görerek aşabilenler, Edirnekapı'dan Ayvansaray'a inmeyi de sevecekler. Burası, adımları her seferinde aynı yerlere; sahil yoluna, Divanyolu'na, caddelere çıkanlar için alternatif bir yürüyüş güzergâhı. Surların içinde, surların dibinde olduğu halde biraz sapa kalıyor; ama tarihî, dinî ve kültürel bir atmosferden başka, mahalle hayatına yakından bir bakış, çay ikramları, sohbet ve acilen giderseniz dut ziyafeti vaat ediyor. Eksik olan tek şey; alışveriş merkezi, o da eksik olsun biraz. Şimdi hazırsanız yürümeye başlayalım.


 

Birinci adım: Edirnekapı'dan Ayvansaray'a inen yürüyüş güzergâhımız, Mihrimah Sultan Camii'nden başlıyor. Edirnekapı semtinde surların hemen yanında bulunan camiyi daha önce görmediyseniz yazık; çünkü uzunca bir süre daha göremeyeceksiniz. 1999 depreminde hasar gördüğü için başlatılan restore çalışmaları ne zaman biter bilinmez; ama "İlle de burada namaz kılmak isterim." diyenler için küçük bir bölüm ayrılmış. Şimdilik, camiye dışarıdan bakıp, Kanuni Sultan Süleyman'ı, kızı Mihrimah Sultan'ı ve tabii, Koca Sinan'ı yâd etmekten başka bir şey gelmez elinizden. Ama olsun, ilk adım sizi hayal kırıklığına uğratmasın, duraktaki otobüslerden birine binip uzaklaşmaya kalkmayın, beş dakika sonra ıhlamur ağaçlarının altında çay içiyor olacağız.

İkinci adım: Yolun karşısına geçtik, az aşağıya indik, kahverengi tabeladan saptık, Kariye Müzesi'ne doğru kıvrıldık. Köşeyi dönersek müzeyle karşılaşacağız; ama yün çırpan kadınlara cevap yetiştirmemiz, ayaküstü durup iki lafın belini kırmamız gerek. Sonra yerli turistin ıskaladığı, yabancı turistin daha ötesine gidemediği bir noktaya varacağız. Ulu ağaçlarla gölgelenmiş müze, son Bizans döneminin en görkemli resim koleksiyonuna, dünyaca ünlü fresklere, Hz. İsa ve Meryem'in tasvir edildiği mozaiklere sahip... Etrafında bir mahalle sessiz sakin dönüyor, restore edilmiş ahşap konaklar, asude bir hayatın son temsilcileri gibi nazlı nazenin süzülüyor. İnceden bir ıhlamur kokusu, yaz ortasında serin esinti, gelsin çaylar, gitsin çaylar... Heyy, yolun başındayız daha, toparlanın bakalım, gidiyoruz.

Üçüncü adım: "Ne vardı, az daha otursaydık avare." diyorsunuz, öyleyse bir kez de patatesli poğaçalarla gelin lütfen, şimdi soldan yukarıya doğru kıvrılıp Tekfur Sarayı'na çıkma vaktidir. Hafifçe yükselen yokuşu bitirip sağa dönüyorsunuz, bir yanınızdan surlar, bir yanınızdan sardunyalı, kedili pencereler, balkonlar, dışarıya masa atmış sohbet eden kadınlar akıp gidiyor, yürümeye alıştınız işte, kıvama geldiniz...

Çakır Ağa'dan bir çay için

Hoppala, asma altına oturmak da nereden çıktı yahu, Kariye'deki gizli bahçeden koparılmamın acısı mı çıkarılıyor yoksa! Bir bakalım neresiymiş burası; Çakır Ağa Çay Evi... Aslında geçip gidecektiniz; ama çay evinin sahibi 'Çakır Ağa' seslendi ardınızdan: "Çaylar benden." Surun dibine, asmanın altına dört tabure, bir tahta masa koydurdu üstelik, gel de eğleşme! Şehrin daha önce bilmediğiniz bir köşesinde, belki bir daha kolay kolay yolunuzun düşmeyeceği bir asma altında çay içmek hoş doğrusu; ama güzergâhın mihenk taşlarından biri az ileride; Bizans döneminden ayakta kalabilmiş tek saray, Tekfur Sarayı... 12. yüzyılda inşa edilen ve kralların taç giyme törenleri için kullanılan yapı, 18. yüzyılda bir süre çini ve cam atölyesi olarak kullanılmış. Saray hâlâ görkemli duruyor; ama önündeki tahta masalarda mahalle halkı piknik yapıyor bugün. Sarayın bir de gediklisi var; 'general' lakaplı bir adam, çöplerden topladığı kalemleri, dergileri ve bilumum ıvır zıvırı, bugüne kadar hiç müşteri çıkmadığı halde ısrarla satışa sunuyor. Mahalle halkı, yerli turiste pek aşina olmadığından belki, çocuklara şöyle sesleniyor: "Gidin, İngilizce konuşun biraz, ne öğrendiniz görelim hadi!"

Dördüncü adım: Aşağıya doğru, sura yakın bir rotada devam ediyor yolculuğumuz. Şimdi hedefte Mimar Sinan'ın eserlerinden İvaz Ağa Camii var. Ama dedik ya, bu güzergâhta aceleciliğe hiç yer yok. Camiye gelene kadar neler gördük, kimlerle tanıştık bilseniz! Şimdi, saraydan yaklaşık 1 km aşağıya inin, meslek lisesini geçince, sağda bir Osmanlı çeşmesi ve tam karşısında, sur girişinde sahabe makamları göreceksiniz. Ah tabii ya, bu civarın, sahabe makamlarıyla ve onlara gönüllü türbedarlık yapan nur yüzlü âdemlerle 'süslü' olduğunu söylemedik henüz. Bu noktadan sonra gezintimiz bambaşka bir mecraya savruldu. Surun girişindeki türbelerin bakımını yapan 87 yaşındaki İdris Kosova'nın peşine düşüp bir başka sahabe makamına gittik ki ne makam! Tertemiz sulanmış süpürülmüş, kabrin üzerine akşamsefaları ekilmiş, etrafa güller saçılmış, duvarda bir yazı: "Anahtar kırmızı boyalı evde." Ev, surun tam dibinde, dut ağaçlarının gölgesinde, güleç bir hanım çıkageliyor, adı Selvi imiş, her sabah kalkar, türbeden başlar eve doğru her yanı bir güzel süpürürmüş. Öyle sapa, görünmez bir yer ki, kim gelir buraya merak ediyoruz. Selvi Hanım; "Daha geçen gün Ankara'dan bir adam geldi, rüyasında bu kabri görmüş." diyor. İdris Dede, delikanlı gibi düşmüş önümüze, İvaz Ağa Camii'ne doğru, bir güzel sokaktan çekip götürüyor bizi, burası, bahçe duvarları minik taşlarla örülmüş bu sokak, İstanbul mu sahiden?

Beşinci adım: Yürüyüşün son safhasında onarımı devam eden Emir Buhari Tekkesi'ni, Bizans döneminde soyluların kapatıldığı Anemas Zindanları'nı ve aşağıda, sahil yoluna yakın Türk mahallesini göreceğiz. Tekke, üzerindeki 17 gecekondu yıkılınca ortaya çıkmış. Üç duvardan ibaret selamlık bölümü şirin bir yapıya dönüşmüş. Bu civarda bir bardak çay içmek isteyenler Anemas Kafe'ye oturabilir. Sonra kalkıp tekkeden aşağıya kıvrılırsanız, Bizans soylularının atıldığı Anemas Zindanları'na, sahabe makamlarına; döküntü ama temiz bir mahalleye, yalnızca rehberle gezilebilen bir Ayazma'ya; yani kültürlerin iç içeliği ve karmaşıklığıyla İstanbul'a çıkarsınız. Buradan sonra başka bir güzergâh başlar; Balat, Fener, Zeyrek... Mecali olan yürümeye devam eder.
 

ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ - FOTOĞRAFLAR: MÜHENNA KAHVECİ

Zaman
Yayın Tarihi : 26 Haziran 2009 Cuma 16:19:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?