3
Mayıs
2024
Cuma
İSTANBUL

TROÇKİ, 'HOTEL TOKATLİAN'DA

Tokatlıyan'ın en şaşaalı dönemi, Fransızca tanıtımlarda, adı, "Grand Hôtel" diye geçiyor, hemen "restaurant"ı da vurgulanarak. "M. Tokatliau"nun büyük oteli! Grand Rue de Péra'da. 120 odalıymış. Şehrin göbeğindeymiş. Lüks odalarında banyo ve tuvalet, hijyenik, büyük konfor... Elektrik ışığını, "chauffage central"i, asansörü eklemeyi unutmayarak.

Troçki adını ilk kez, sevgili okul arkadaşım Masis Kürkçügil'den işitmiştim. Atatürk Erkek Lisesi'ndeki yıllar... Masis sonra, bir dönem yayıncılık yaptı, Troçki'nin düşün yazılarını iki ciltte derledi. O iki cilt hangi yıl yayımlandı, hatırlayamıyorum.

Ömer Sami Coşar'ın Troçki İstanbul'da kitabı elimin altında; 1969'da yayımlanmış. Troçki'nin düşün yazıları ağır gelmiş. Ömer Sami'nin monografisiniyse polisiye roman okur gibi okumuştum.

Troçki, daha sonra, Attilâ İlhan'la karşıma çıkacaktı. Attilâ Ağbi, ondan, yazısında çizisinde çokça söz açmıştır. Konuşmalarında, söyleşilerinde de Troçki'yi, siyasî mücadelesini, muhalefeti dolayısıyla ölümcül bir mücadeleye atılışını ikide birde anardı.

Gerçi Mîna Urgan da, Bir Dinazorun Anıları adlı, zamanında beklenmedik satış rekorları kırmış anı kitabında Troçki'yle Büyükada'da yüz yüze geldiğini anlatır ama, o denizli, sandallı sahne bana nedense pek inandırıcı gelmez. Çocukken ya da yeniyetmeliğimizdeki bazı kurmacalar, ileri yaşta gerçeklik sanılabiliyor...

Virginia Woolf monografisine, cilt cilt İngiliz Edebiyatı Tarihi'ne hayran olduğum Mîna Urgan, Bir Dinazorun Anıları'nda, Yahya Kemal'li bir sahne de kaleme getirmişti. Çocuk Mîna, Yahya Kemal'in şiirindeki bozuk vezni yakalayıveriyor; ünlü şairin sinirini oynatıyordu.

Bozuk vezin dedim ama, galiba, Mîna Urgan, Yahya Kemal'in José-Maria de Héredia'dan aparttığı bir dizeyi yakalıyordu, "o sırada on iki yaşında" iken. Çok geçmeyecek, Beşir Ayvazoğlu'nun "Bir Dinazora Göre Yahya Kemal" yazısı, bu sahneyi teşrih masasına yatıracaktı. Nefis yazısında Ayvazoğlu, "Peki, Mîna Hanım, hatırlayamadığı mısra için başka bir vesileyle atıfta bulunduğu Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'na niçin bakmamış? Orada hem sözkonusu mısraın doğrusu, hem Héredia'nın mısraı, hem de aynı iddia var" diyordu. (Bkz. Yaza Yaza Yaşamak)

Mîna Urgan'ın hemen her eseri için bir şeyler yazmaya çalışmışken; Bir Dinazorun Anıları karşısında sus pus kalmıştım. Mîna Hanım, televizyondaki söyleşisinde, bu suskunluğumun sebebini öğrenmek istediğini söylemişti. Belleğin ettikleri, diyemeyeceğime göre, yine susmuştum...

Troçki'ye ve Tokatlıyan'a geri dönüyorum.

Sürgündeki Troçki, Sovyet Konsolosluğu'nda barınamaz. Coşar'dan iz sürelim: "Stalin'in rakibini kapının önüne koymakla tehdit ediyorlardı. Nihayet Troçki, eşi ve oğlu, polisi haberdar ediyorlar ve Tokatlıyan Oteli'ne yerleşmek üzere hazırlıklara başlıyorlardı. İstiklâl Caddesi'ndeki otelde, ikinci katta 67, 68 ve 70 numaralı odaları ayırtmışlardı. 8 Mart (1929) Cuma geceyarısı, Troçki ile eşi, bir otomobile biniyor, diğer bir otomobilde oğlu, vesikalar ve kitaplarla dolu sandıklarla birlikte yerleşiyordu. Tokatlıyan'a ön kapıdan değil, arkadaki bagaj kapısından girmişlerdi."

Tokatlıyan'ın en şaşaalı dönemi, Fransızca tanıtımlarda, adı, "Grand Hôtel" diye geçiyor, hemen "restaurant"ı da vurgulanarak. "M. Tokatliau"nun büyük oteli! Grand Rue de Péra'da. 120 odalıymış. Şehrin göbeğindeymiş. Lüks odalarında banyo ve tuvalet, hijyenik, büyük konfor... Elektrik ışığını, "chauffage central"i, asansörü eklemeyi unutmayarak. İki özel yemek salonu, "vastes" yani büyük, görkemli başka salonlar, çay salonu, pastane, bar, bilardo salonu...

Meşhur Pera Palas'la rekabet halindeki Tokatlıyan Oteli, Pera Palas'ı gölgede bırakacak; hem imparatorluğun sonunda, hem Cumhuriyet'te, nice yıllar, İstanbul'un en gözde oteli olacaktır.

Mîna Hanım gibi bellek yanıltmacalarına uğramadıysam -yaşım artık el veriyor-, Tokatlıyan'ın son günlerini görmüştüm. Önce dışardan: Cihangir'e taşındıktan sonra, Beyoğlu'na çıktığımız günlerde, önünden geçerdik. Her nedense, bordo, koyu vişneçürüğü, kadife perdeler beliriyor, tozarmış, eprimiş perdeler. Her nedense, pencere -kocaman, devâsâ pencereler- önünde oturan ihtiyar, çökkün bir adam. Sanki hep aynı adam, ne zaman önünden geçsek otelin, sanki umarsız bir bekleyiş içinde.

Bir kez de içine girmiştik. Fakat niye? Niye girdiğimizi bilmiyorum. Geçmiş günlerin -sonradan okudukça öğreneceğim- şaşaasından en küçük bir iz kalmamıştı. Tam tersine, yürek yakan, kendince, bambaşka bir ihtişamı olan yıkılmışlık, göçmüşlük içindeydi otel. Âdeta sona ermişti...

Oysa anılar ve romanlar, geçmiş güzel günlerini göz kamaştırıcı sahnelerle saptıyor. Ne var ki, kimi romanlarda, meselâ Etem İzzet Benice'ninkilerde, o göz kamaşması çabuk geçer; otel, lânetli bir mekân kimliği edinir! Meselâ 1932 tarihli Beş Hasta Var'da, hayatı mahvolup gidecek genç, güzel kadın, Mütareke senelerinde, Tokatlıyan'ın salonlarında alkol ve uyuşturucuya yenik düşmektedir.

1936 tarihli Yosma, akıllara durgunluk verici bir cesaretle, sefih milletvekilinin Yosma'yla kaçamak gecesini anlatır, hem de ne rüşvetler, para oyunları, dinmez hırslar dökülüp saçılarak. Benice'nin romanından bu bölümü, Türk Romanından Altın Sayfalar'a alırken epey tereddüt etmiştim.

Yosma, meğer, Çelik Gülersoy'un okuduğu, önemsediği bir romanmış. Güzel eseri, şimdi bu yazı için çok yararlandığım Beyoğlu'nun -Yitip Gitmiş- 3 Oteli'nde Yosma'nın bir başka Tokatlıyan sahnesine yer vermiştir.

Gülersoy'un Tokatlıyan anıları elbette benimkilerden daha berrak, daha çok. Ana caddeye bakan kahve salonunda bazı akşamüzerleri geçmiş. "O camlı kapı!.." diye anlatışları yankıyıp durur. Camlı kapıdan giriyorsunuz, kahve salonundan geçilerek "patisserie"ye uğranabiliyor. "O pastane!.." Tokatlıyan'ın pastanesindeki bütün ürünler özel yapım, pastalar, şekerlemeler, çikolatalar, dondurmalar, Paris çağrışımlı bonbonlar. Bunlar hepsi, otelin alt katındaki, gözlerden ırak imalâthanede yapılıyor.

"Ben" diye yazıyor Çelik Bey, "Tokatlıyan'a, bir 'Müze-Otel'i, bir turizm ekolü sahnesini kaybetmiş olmamızın yanında, ayrıca bir hicranım, bir tutkum ve hasretim için yanarım: Kalaydı, o diyar. Kalaydı ve bir biçimde yaşasaydı, o pasta ve yemek sarayı."

Gülersoy, Tokatlıyan'da kalmamış ama, son parlak günlerinde odaları görmüş. Bu odaların, Necip Fazıl'ın unutulmaz şiirindeki "Otel Odaları"na hiç mi hiç benzemediğini söylemem gereksiz. İngiliz, bazıları Fransız maun dolaplar, yine maun ya da pirinç karyolalar, komodinler, divan, iki koltuk, sandalyeler, mutlaka yazı masası, ayrıca bir şezlong. Aplikler, tavanda büyük bronz avize, kristallerle bezenmiş. Yerler halı kaplı, bazan da parke döşemede özel Tebriz halıları.

Kısacası, on dokuzuncu yüzyıl sonunun Avrupaî otel görkemi, yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde varlığını koruyormuş. Troçki, o, görünümü varlıklı otelde kalmış.

Willy Sperco, Venedik kökenli "lövanten", Çelik Gülersoy'un dostu. Onun yazılarından seçmeler kitabını vaktiyle Gülersoy yayımlamıştı. Willy Sperco, Troçki'yle tanışma fırsatı bulmuş, Tokatlıyan'da uzun uzadıya görüşmüş. Üstelik, baş başa bir görüşme.

Sperco'nun şu ilginç tespitini alıntılamadan geçemeyeceğim:

"Troçki'nin izni ve lutfuyla gerçekleştirdiğim röportaj, haftalık Candide dergisi ve daha sonra Le Temps tarafından yayınlandı. Sansasyon yaratan bu röportaj sırasında, bana bütün ciddiyetiyle, İngiltere'nin yakında ABD ile savaşa gireceğini beyan ettiğini hatırlarım! 'Yönetmek, önceden kestirebilmektir' derler. Bir zamanlar iktidarda bulunan ve yeniden Rusya'nın başına geçmek isteyen bu zatın öngörülerinin değerini, siz takdir edin!"

Willy Sperco, daha sonra, Troçki'nin öngörülerini bir yana bırakıyor. Otelin sükseli günlerindeki hayır balolarını, saatlerce süren danslı çayları, akşam yemeklerini, düğünleri, nişanları, resepsiyonları anıyor. Tokatlıyan efsanesine bunlar galiba daha çok yaraşıyor...

Selim İleri - Zaman
Yayın Tarihi : 6 Aralık 2008 Cumartesi 16:51:48
Güncelleme :6 Aralık 2008 Cumartesi 23:19:26


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?