3
Mayıs
2024
Cuma
İSTANBUL

Bir odada 10 kişi!

Tek göz odada beş, bazen 10 kişi kalıyorlar... Çoğu Doğu’dan gelmiş... Şansları yaver giderse haftada bir gün yıkanabiliyorlar...

Ellerine ortalama ayda 500 lira geçiyor, bunun da neredeyse hepsini köyde bıraktıkları ailelerine gönderiyorlar... Bekar Odaları’ında ortak yemek ve ortak tuvalet kullanarak şehirde yaşamaya çalışan bu insanların mutlulukları da dertleri de ortak...

Adına “Bekar Odaları” deniyor... Özellikle Doğu ve Güneydoğu’dan ekmek parası için İstanbul yoluna düşenlerin ikamet ettiği bu odaların her biri içinde bambaşka bir dram, bambaşka bir hayat hikâyesini barındırıyor. Eski apartman dairelerinin, hanların içindeki tek göz odada kimi zaman 5, kimi zaman 10 kişi kalıyor. Tuvalet ortak, banyo ortak, dertler ortak... 

İstanbul’un karanlıkta kalan acı yüzünün fotoğrafını çekmek için Eminönü-Küçükpazar’daki eski bir apartmandan içeri giriyoruz. Merdivenleri ağır bir kokuyu yararak çıkıyoruz. Bekar odalarının yöneticisi Adıyamanlı İsmail Çukur, 6 yıldır bu işi yaptığını söylüyor: “Odaların aylık kirası 350 lira. Bizim de kurallarımız var. Mesela bekar odalarına Arap ve Afrikalı almayız. Bize gelenden bir kimlik fotokopisi alıp, araştırırız. Çünkü apartmanımızda hırsız, esrar içen barındırmayız. Hanın pis olabilir ama biz temiz insanları kabul ediyoruz.” 

Çukur’la birlikte odalardan birinin kapısını çalıyoruz. Bekar odasında kalanlar Tanrı misafiri olarak bizi tek göz odalarında ağırlıyor. Ayakkabılarımızı çıkarıyoruz, ranzalardan birinin ucuna ilişiyoruz. İlk gözümüze çarpan duvardaki yazılar oluyor. Bir köşede ‘Kader utansın’; diğerinde ise ‘İnsanı yaşlandıran yaşadığı yıllar değil, erişemediği arzulardır’ yazıyor. Ranzalara serilen yataklar da belli ki üzerinde yatanlardan daha çok yıl görmüş. 

39 yaşındaki Zeynettin Özdaş, bir taraftan çay demleme telaşına düşüyor, diğer taraftan bize dönüyor ve “Misafir ağırlamaya pek alışkın değiliz. Malum odaların durumu... Kusurumuza bakmayın” diyor. Zeynettin Özdaş, odada kalan diğer ‘ev arkadaşları’ gibi Mardin Savurlu. 5 çocuğu var. İki oğlu da onunla birlikte gurbet yollarına düşmüş. “Ama daha fazla dayanamayacağım İstanbul’a” diyor ve ekliyor: “Kim derki bu adamın memleketinde 300 dönüm arazisi var diye. Arazi var da bir işe yaramıyor. Geçen yıl mercimek, arpa, buğday ektik ama sulayamadık. Bütün ekin çürüdü. Elde avuçta kalmadı. Taş mı yiyeceğiz, kalktık geldik İstanbul’a. Şimdi 700 lira aylıkla garsonluk yapıyorum.” Zeynettin Öztaş eline geçen parayı da nasıl bölüştürdüğünü anlatıyor: “60 lira kira. Su parasıyla elektriği de ekle 75 lira ediyor. 100 lira sigara. Yeme, içme, yol parası derken memlekete zar zor 150 lira gönderebiliyorum. Ayaklarım şiş. Yeşil Kart sahibiyim. Gittim doktorda; yüzüme bile bakmadılar. Bizi bu hale susuzluk getirdi. Sözüm milletvekillerimize, boş işlerle uğraşacaklarına bölgelerinin açlık sorununa çare bulsunlar. Bizim oy verdiğimiz insanların çocukları acaba bir gün bu odalarda kalabilir mi?”


“İşte bu virane yerde kalmak zorundayım...”

37 yaşındaki Şehmus Özdaş söze giriyor: “Bizim bütün umudumuz GAP’tı. Ama hâlâ bir faydasını görmedik. Benim de köyümde 300 dönüm arazim var. Ama İstanbul’da 500 liraya çay ocağında çalışıyorum. Memlekette üç çocuk ekmek bekliyor. En büyük oğlum Mahmut 14 yaşında. Ben okumadım, dedim ki çocuklarım okusun. Ama nasıl okutayım bu şartlarda bilmiyorum. Mahmut da geldi İstanbul’a. Tatilde çalışacak ama iş bulamadık ona. Geçen seçimde AKP’ye oy verdim. Ama bu seçimde AKP’ye oy vermem. Sen gastecisin, bilirsin, söyle kime oy verem? Ben artık diyom ki, kim su getirirse oyumu ona verecem.” 

Mehmet Şerif Özdaş 34 yaşında ama şimdiden yıllar ondan çok şey götürmüş: “Tarım bakanımız Diyarbakırlı. En çok onun bilmesi gerek bölgenin gerçek sorunlarını. Geçen yıl köyümüz İşgören’de sel oldu. Yol olmadığı için sel bir minibüsü kaptı götürdü. 14 can gitti o gün. Dedi ki bakan, ‘Yolu yapacaz’. Hani hâlâ yapan yok? İki çocuğumu konfeksiyon atölyesinde çalıştırıyorum ki meslek öğrensinler. Benim aldığım 700 lira bir şeye yetmiyor. Memlekete 100 bilemedin 200 lira gönderebiliyorum. Bu parayı da gönderebilmem için işte bu virane yerde kalmak zorundayım.” 

Odada iki vantilatör ile 37 ekran bir televizyon dikkatimizi çekiyor. 18 yaşındaki Mahmut Öztaş’ın hemen yüzü gülüyor: “Ağabey, paramız olsa klima taktıracaktık ama yok. Çok sıcak oluyor, biz de bu pervaneleri aldık.” Mahmut, televizyonu da eskiciden 40 liraya aldıklarını söylüyor: “Yeniciden almadık yani ağabey, eskiciden aldık. Karaköy’de garsonluk yapıyorum. 13-14 saat ayaktayım her gün. Odaya gelince bazen dizi seyrediyoruz. İstanbul televizyonda çok güzel. Halbuki 11 yıldır İstanbul’da, bu bekar odalarında kalıyorum. Elime 550 lira geçiyor. 11 yıldır anama, babama ve üç kardeşime bakıyorum. Elime avucuma bir şey kalmıyor, paranın çoğunu memlekete gönderiyorum. Aha üstümdeki. Yırtık pırtık ama ne yapayım? Ben istemez miyim giyinmeyi, bir sevgilim olsun, onunla Boğaz’a gideyim, çay içeyim... Ama yok. Olmaz da.” 

Mahmut çok dertli. Anlattıkça anlatıyor. “Ya Okul?” diyoruz, sadece iki yıl gidebildiğini söylüyor: “İki yılda ne öğrenebileceksin? Çat pat okumaya çalışıyorum ama okumam yok gibi bir şey. İki seneye kalmaz askere alacaklar beni. Kara kara düşünüyorum, askere gidince benim evdeki beş nüfusa kim bakacak diye...”


“Banyo sırası gelirse yıkanabiliyoruz”

Bekar odasının en küçüğü 14 yaşındaki Hilmi Özdaş. İstanbul’a babasıyla birlikte gelmiş: “Dört yıldır İstanbul’da bekar odasında kalıyorum. Normal evleri unuttum.” Hilmi de haftada 100 liraya Fatih’te garsonluk yapıyor: “Haftalığımın 70 lirasını babama veriyorum, 30 lirasını kendime alıyorum. Geçen gün 5 liraya bir tişörtle, 1 liraya şu boynumdaki kolyeyi aldım. 6. sınıfa kadar okudum, artık okula gitmiyorum.” “Peki burada nasıl banyo yapıyorsunuz?” diye sorunca Hilmi iki elini iki yana açıyor: “Belli olmuyor ki ağabey. Sıra var. Şu handa 100’e yakın insan kalıyor. Sıra gelirse yıkanıyoruz. Su varsa, sıra da bulursak haftada bir yıkanabiliyoruz.”

VATAN
Yayın Tarihi : 27 Temmuz 2008 Pazar 21:22:47
Güncelleme :27 Temmuz 2008 Pazar 21:26:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?