1
Mayıs
2024
Çarşamba
İSTANBUL

İstanbul'da Afrikalı olmak zor!

Karanlıkta siyah olmak nasıldır? 


İstanbul'daki Afrikalıların ruhları sıkışık şimdilerde. Tıpkı beş-on kişi sığıştıkları, kıyısında karafatmaların dolaştığı, 'oyinbo'ları davet etmeye utandıkları evleri gibi... Şimdiye dek aralarından biri adını duyurmayı başardı: Festus Okey. Yaşasaydı o da buna cesaret edemezdi!

İstanbul'un arka mahallelerinden birinde çocuklar, olanca güçleriyle yapıştıkları kolu, parmaklarını sürterek silmeye çalışıyor, bir taraftan da itişip kakışarak sorularına cevap arıyorlar; "Abi, sen her yerini ayakkabı boyasıyla boyadın di mi?", "Arapsın di mi abi?"... Afrikalı genç şaşkınlıkla gülüyor, kıt Türkçe'siyle açıklamaya çalışıyor ama doğru kelimeleri bulamıyor. Oradan uzaklaşmaya çalışırken, birisi arkasından sesleniyor: "Hey zenci, ülkene dön!"...
Yakıcı bir sıcak... Gölgeli bir kaldırımda Afrikalı göçmen arkadaşını bekliyor. Kaldırımda karpuz satan yaşlı bir adam var. 'Git buradan' anlamında eliyle kovalıyor genci. Afrikalı şaşkın, satıcıysa ısrarcı. Güneşi gösteriyor, havanın ne kadar sıcak olduğunu ima ederek burasının onun dükkânı olmadığını, gölgeden neden uzaklaşması gerektiğini anlayamadığını anlatmaya çalışıyor. Satıcı yılmıyor, "Memleketine git" diyor, Afrikalı susuyor.


Nijerya'da çocuklar bir beyaz gördüklerinde 'Oyinbopepe, hipi hipi pepe...' diye bir tekerleme söylermiş. 'Oyinbo' beyaz demek. Bu bir nevi 'Gelin görün, bizden farklı biri var burada' anlamına gelen, çocukların mutlulukla ve merakla söylediği bir tekerlemeymiş. Sonra da bütün mahalle bu beyaz misafirin üzerine titreyip, iyi ağırlandığına emin olmadan bırakmazmış. Bugün artık bu tekerlemeyi söyleyen çocuklar azaldı. Televizyondan beyaz adamın neye benzediğini öğrendiler, bu onları eskisi gibi şaşırtmıyor belki ama misafirperverlikte kusur yapmamak hâlâ geleneğin bir parçası.

Arka sokakları en iyi onlar bilir


İstanbul'daki Afrikalıların ruhları sıkışık şimdilerde. Tıpkı beş-on kişi sığıştıkları, kıyısında köşesinde karafatmaların dolaştığı, 'oyinbo'ları davet etmeye utandıkları evleri gibi...


Ne kadar 'cif'leseler de adam edemedikleri, köhne küçük mutfaklarında pişirdikleri 'banku'lar da (geleneksel Nijerya yemeği) keyiflerini yerine getiremiyor. Evin diğer katlarına çıkanların her seferinde yatak odasının önünden geçtiği, gündüzün de geceye benzediği penceresiz, tek göz evlerinde karanlığı atlatmanın derdine düştüler şimdi.
Ne var ki karanlıkta siyah olmak, görünmez kılmaya yetmiyor onları. Korkuyla yaşamak ne demektir, iyi biliyorlar... Korku daha çok geceleri kol geziyor. Mecbur olmadıkça geceleri sokağa çıkmamaya, çıkmak zorunda kalırlarsa kuşku uyandıracak torba ya da paket taşımamaya, adımlarını doğru atmaya, istenmedikleri yerden geçmemeye, görmemeleri gerekene bakmamaya gayret ediyorlar. Çünkü lekelenmenin ne kadar kolay olduğunu biliyorlar. Kıyafetlerini değiştirseler de çıkaramadıkları lekeleri var onların, yıkandıklarında bile çıkmayan... İnsan sabrını sınayan savaş, açlık ve ekonomik sıkıntıyla dolu kara kıtayı arkalarında bırakıp daha insanca bir yaşam peşine düşmenin, kaçaklığın, sığınmanın, mülteciliğin, göçmenliğin bedeli lekeler...


Bir yandan gecenin karasında eriyebilmeyi dilerken, bir taraftan da her daim arka ceplerinde taşıdıkları buruşuk, geçici oturma izinleriyle aslında var olmaya çalışırlar. Ancak durum şudur ki, aslında yokturlar, ana yolların birçoğu ya engebelidir ya da onlara kapalıdır... Bir İstanbullunun tanımadığı kadar çok arka sokak bilirler. Yürüyebilecekleri sokakları kent ezberletmiştir onlara çünkü. Anayoldan sapmak, yollarını değiştirmek için nedenleri vardır. Kimlik kontrolü için durdurulduklarında birçoğu göz teması kurmaktan kaçınır. Bu, içinde oldukları durumu en acısız şekilde atlatmak için geliştirdikleri stratejilerden biridir. Baş eğiktir, Afrika'nın dik gururu orada yaşam savaşına dönüşür. Göz ucuyla, kendisinden pek de hazzetmediği bariz olan o yüzün hatları hafızaya kazınır ve bir daha da hiç unutulmaz.


Kanunlar da varoluşları gibi bulanık


Geldikleri ülkelerinde ev ya da araba olup olmadığı gibi sorularla muhatap olmak, sokakta 'Michael, Jonny' seslenişleri arasında yürümek, garip bakışlardan sıyrılmaya çalışmak, gölgeden kovulmak ya da gurur duydukları kıtalarının, renk, ırk, kabile ve yerel dillerinin hor görülmesi değil dert ettikleri. Onlara ana avrat küfredenlerden, aşağılayanlardan, dövenlerden, soyup soğana çevirenlerden, kapılarına dayananlardan, ceplerine onlara ait olmayan suç unsurları koyanlardan, hayatlarını hiçe sayan otoriteden bıkkınlar. 'Bir zenci eksilse ne çıkar?' sorusuna cevap vermedikçe, ses çıkarmadıkça kendilerine yöneltilen şiddetin yavaş yavaş arttığına tanık oluyorlar bugünlerde. Birbirine yaslanan evlerin olduğu mahallelerinde başları sıkışsa yaslanacakları pek kimseleri de yok. Onları koruyan kanunlar da kendi varoluşları kadar bulanık.


Birkaç aylık bir oturma izniyle İstanbul gibi bir kentte doğru dürüst iş bulmak kolay değil. Orda burda uyduruk saat satanlar en çok göze çarpanlar; bunların yanı sıra Afrika'dan Türkiye'ye mal almaya gelenlere rehberlik edenler, Afrikalılara ve Türklere saç sakal tıraşı yapanlar, Nijerya'ya tekstil ürünleri gönderenler, inşaat gibi uzun çalışma saatleri olan ağır bedensel işlerde, fabrikalarda çalışanlar, evlerde temizlik yapıp çocuk bakanlar, çok düşük ücretlere İngilizce dersi verenler, internet kafe işletenler de var.


Bazen de Afrikalılara yine Afrikalılar iş buluyor. O zaman birbirlerinden komisyon aldıkları da oluyor. Ancak kimse kimseyi para için zorlamıyor, verebilen veriyor çünkü en çok birbirlerinin hallerinden anlıyorlar.


Afrikalılar hangi ülkeden olduklarından bağımsız, birbirlerini abla ya da abi anlamında 'sister', 'brother' diye çağırıyorlar. Kimisinin kardeşleri dünyanın dört bir yanına dağılmış, kimisi Afrika'daki kızını altı yıldır görmemiş... Bir gün ailesini İstanbul'da ağırlamayı hayal edenler bile var. Ancak bir an için yaşadığı ev aklına gelince utanıyor ve bu da kısa soluklu bir hayal olmaktan öteye gidemiyor.


Anneler ağlıyor, babalar gurur duyuyor. Çünkü onlar için Afrika dışında tutunabilmek bir başarı. Özellikle Avrupa'ya ayak basmak olmasa bile yaklaşabilmek... 'Dönme' diyorlar. Çoğu zaman çocuklarının çektikleri acılardan ve zorluklardan haberleri olmuyor. O 'Call Shop' denen dükkânlardaki telefonlardan bambaşka yaşamların titreşimleri yayılıyor uzaklara. En parasız Afrikalı'nın bile evini aramak için birkaç lirası oluyor. İnternet kafeler de onlarla dolu. Arkadaş bulma sitelerinde umudu ararken bazen bir Avrupalıyla aşk yaşıyor, İstanbul'da buluşuyor ve hatta nişanlanıyorlar. Kavuşmak, çok uzun ve acılı, bambaşka bir hikâye aslında ama yine de bazıları için kurtuluş formüllerinin içinde en umut verici olanı: Aşk...


Tüm olumsuzluklar Afrikalı!


Bütün Afrikalılara 'suçlu' damgasını vurmak şuursuz bir hata ve gerçeğe sırt çevirmek olur. Aslında uyuşturucu ve fuhuş işiyle uğraşanlar, ülkelerini temsilen eğitimliler arasından seçilen lider ve topluluk tarafından dışlanıyorlar. Birçoğu bu insanlarla uzaktan yakından ilişkileri olsun istemiyor. Belaya karışmadan yaşamak isteyenlerse 'Afrika sıcakları' dahil tüm olumsuzlukların Afrikalılarla özdeşleştirilmesine çoğu zaman anlam veremiyor. Aralarında onurlu bir hayatı doğru yollardan arayanlar ve bulanlar da var çünkü.


Nijerya-Türkiye arasında kayda değer ticaret yapan, kargo şirketleri olan, iş, ofis sahibi, Türk işadamlarına Afrika pazarına açılmanın yollarını gösterenler az sayıda değil. Aralarında âşık olup evlenenler, çocuk sahibi olanlar da var. Gerçekten severek, tutkuyla, tatlı çocuklar ve güzel bir aile hayal ederek gelecek planları yapabilenler şanslı. Ama onların da ayaklarına dolanan zorluklar saymakla bitmez. İnanç birçoğunun yaşamında önemli bir destek. Kiliselerinde ibadet edenler, geleneksel düğün yapanlar var. Belirli mahallelerdeki camilerde yine onlara rastlamak mümkün.


18'inci ülkesi Türkiye olan bir Ganalı kendi ülkesinde Türkler için okullar inşa edilirken, Türkiye'de Afrikalılar için hapishaneler yapıldığını söylüyor. Bir diğeriyse Türkiye'de kedilere, köpeklere kendilerinden daha iyi davranıldığını gözlemlemiş. Önyargılardan ve kendilerine en ufak bir şans tanınmamasından yakınıyorlar. Çoğunun tek bir sabıkası yok, o her seferinde çarptıkları duvar aradan kalkabilse iyi işler yapabileceklerini ve topluma entegre olabildiklerini gösterecekler. Adlarını vermeye korkuyorlar, baş harflerini bile... Sesleri yok, isimlerinin ne anlamı olacak?


Şimdiye dek aralarından sadece biri adını duyurmayı başardı: Festus Okey. Yaşasaydı, o da buna cesaret edemeyecekti. Dövüldüğü için hastanelik olan ve her seferinde bunu bu ülkenin bir gerçeği olarak kabullenen arkadaşları gibi o da 'Bu sefer de yırttık, hayattayız ya' diyecekti. Baş harflerini yazmanın ya da onu ensesinden görüntülemenin hiçbir sakıncası olmadığına onu inandırmaya çalışan gazetecilere güvenmeyecekti. Korkacaktı, tir tir titreyecekti.


Ancak ölüsü cesur çıktı. Afrikalılara göre Festus ya da arkadaşlarının ona verdiği isimle Okute, bir hiç için ölmüş olamaz. O öldüyse bir nedeni vardır diye düşündü dostları. O, buradaki Afrikalıların sesi oldu.


'Ben Festus Okey'in annesiyim'


Okute, Nijerya'nın doğusundan, Ebo Kabilesi'ndendi. Hayali futbol için Avrupa'yı gözüne kestirmiş, Kıbrıs'ta denemiş, olmayınca iki yıl önce Türkiye'ye gelmişti. Pasaport kontrolü sonrası birkaç aydır Yabancı Şube'de tutuluyordu, çıkınca Afrika kupası futbol turnuvasında takımının maçına yetiştiği için sevinçliydi...


Avrupa hayaliyle yola çıkan, ancak kandırıldığı için ya da imkânsızlıklar nedeniyle İstanbul'u aşamayan binlerce göçmenden biriydi. Arkadaşları gibi sıkıntılarını unutmak için, İstanbul'daki Afrika topluluklarının her yıl organize ettiği ve kendi ülkelerini temsilen kurdukları takımların mücadele ettiği amatör futbol turnuvasında oynuyordu. Bugüne dek, bazı futbolcular bu yıl dördüncüsü düzenlenen turnuvada amatör takım menajerleri tarafından keşfedilmişlerdi. Stadyum ücretini ve forma masraflarını Afrikalı işadamlarının desteğiyle karşılıyorlardı.
Okute Nijeryalı'ydı ancak Gambia takımının oyuncusuydu. Aslında o takımda tek bir Gambialı bile yoktu, amaç 11 kişiyi bir araya getiremeyen bu Afrika ülkesini temsil edebilmekti, sonuçta hepsi aynı kıtadandı, siyahtı ve 'kardeş'ti... Okute, boylu poslu, gösterişli Afrikalılardan değildi, kısaydı ama hızlıydı, gollerin kralı oydu. Hep neşeliydi, herkesi güldürürdü...


O, morgda gözleri yarı açık yatarken, annesi telefonda ağladı. Sonra da buradaki avukata 'adaletin yerini bulması için' vekaletname verdi. 'Ben, çok uzaklarda, Türkiye'de öldürülen Festus Okey'in annesiyim...' diye yazdı. Binlerce kilometre uzakta, oğlunu iki yıldır görmemişti...


Okute'nin gazetelerde boy boy çıkan takım fotoğrafındaki en yakın arkadaşı Yunanistan'a gitti, biri İtalya'da hastalandı ve öldü, birçoğu Afrika'ya döndü.


İnsanca yaşamayı becermek zordur, cesaret ister, her yiğidin harcı değildir, hele siyahsan, göçmensen ve karanlıktaysan...

REYAN TUVİ/radikal
Yayın Tarihi : 20 Ekim 2007 Cumartesi 13:29:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
selin değer IP: 78.165.231.xxx Tarih : 24.09.2008 17:23:11

çok güzel yazmışsınız hüzün ama onlar okadar inançlıki hepimizden çok.benim bir nijeryalı sevgilim var ve ben ona özgürlüğünü vericem ve belkide bu dünyadaki nedenim budur die düşünüyorum.sonu ne olursa olsun...