30
Nisan
2024
Salı
İSTANBUL

'John Malkovich olmak' neymiş gördük!

Onu ister ‘Ateş Hattı ’yla hatırlayın, ister ‘Places in the Heart’la, ister kendi adına çekilen ‘John Malkovich Olmak’la, ister ‘Tehlikeli İlişkiler ’le, John Malkovich onyıllardır ve hâlâ en saygı gören oyunculardan biri. 28. İstanbul Film Festivali ’nden onur ödülü almak üzere İstanbul ’a geleceğini duyunca onu göremeyeceğini bilen insanların bile heyecanlanması işte bu yüzden. Sabah yapılan basın toplantısı, ardından aralarında Radikal’in de olduğu az sayıda özel söyleşi ve Emek’te gerçekleşen ödül töreniyle beraber günümüzün yarısı Malkovich’le geçti. Gerek kibarlığına hayran kalarak gerek bir gazeteciye “Robert Fisk okuyup da bana hâlâ Robert Fisk’i neden sevmediğimi sorabiliyorsanız zaten cevap versem de anlamazsınız” demesine şaşarak bütün gün onu anlamaya çalıştık.
Beyninin içinde düşündüğünden emin olduğum onca şeyi neden söylemiyor bilemiyorum ama sebebin kişiliği olduğunu sanıyorum. Tabii çok ünlü olduğu bunca zaman kimbilir söylemek istemediği neler söyledi.
Basın toplantısı boyunca kendi fikrinin sorulduğu her durumda son derece temkinli davrandı Malkovich. Hiçbir konuda kesin bir şey söylemek istemediği belli.
Ama bu kadar yıldır çok sayıda filmini seyrederek büyüdüğüm için kafamdaki imajı çok sağlam bir oyuncu hakkında sayfalarca yazacağımı sanıyordum söyleşiye girmeden önce. Ama Malkovich fazla konuşmuyor. Kendisi de kelimelerle arasının çok iyi olmadığını söylüyor zaten. Ancak yüz ifadesinden de bir şey çıkarmak kolay değil. Poker suratlı olarak tabir edilebilecek insanlardan Malkovich. Konuşmaması da kendisiyle ilgili birçok pozitif şey söylüyor diye düşünmek mümkün.
Malkovich’in son filmi ‘Utanç’ (Disgrace) festivalde gösterilen filmlerden biri. Cape Town’da bir üniversitede ders veren bir profesörü canlandırdığı film J. M. Coetzee ’nin en ünlü (ve iki Booker ö düllü) romanından uyarlama. Profesör Lurie, öğrencilerinden biriyle ilişkiye giriyor. Ancak öğrencinin bu konudaki istekliliği tartışmalı. Ardından okuldan atılıyor ve çölün ortasında yetiştirdiği meyve sebzeyi pazarda satarak hayatını kazanan kızını ziyarete gidiyor. Burada yaşadıkları üstünden Lurie’nin kişiliğindeki katmanları, Güney Afrika’da yaşayan Batılı profesör olarak önyargılarını ve içindeki ‘insanlığına dair karmaşıklığı’ görüyoruz.

‘Romantik değilim’
Geçtiğimiz yılın en çok konuşulan filmlerinin neredeyse tamamı (‘The Reader’, ‘Hayallerin Peşinde ’ ve ‘Milyoner’) uyarlama olunca ve ‘Utanç’ da 21. yüzyılın en iddialı romanlarından birinin uyarlaması olunca Salman Rüştü ’nün Oscar töreninin ardından The Guardian ’da yayımlanan yazısı geliyor aklıma. Rüştü bir zamanlar bir yönetmenin kendisine ‘Tüm uyarlamaların kaderi berbat olmaktır’ dediğini söylüyor ve bunun üstüne birçok örnekle bu fikri tartışıyor yazıda. Rüştü’nün yarattığı tartışma konusunda ne düşünüyor?
“Her uyarlamanın kaderinin berbat olmak olduğunu düşünmüyorum ama tamamen yanlış da değil söylediği. Yalnızca bir romanın özünü oluşturan şeyleri filmde yakalamanın ve filmin romanın yoğunluğunu, karmaşıklığını taşıyabilmesinin çok çok zor olduğunu düşünüyorum” diyor. “İmkânsız değil ama çok çok zor.” Ancak ‘Utanç’ı henüz seyretmediği için filmle ilgili bir yorumda bulunmuyor. Yapımcıların gönderdiği dvd’lerin hepsi bozuk çıkmış. Benim seyrettiğim kopyanın da son 35 dakikası bozuktu. Malkovich bunun dvd’nin kaderi olduğunu düşünüyor.
‘Utanç’ta Profesör Lurie’nin verdiği derslerden biri de romantik şiir. Peki kendini bir romantik ya da bir romantik akım insanı olarak görüyor mu? “Hayır” diyor net biçimde. Peki birçok edebiyatçı gibi o da romantiklerin canları ne isterse onu gördüklerini ve biraz abartıldıklarını düşünüyor mu? “Evet ve hayır” diyor. Sonra uzun bir süre düşünüyor. Söyleşi süresince sıkça yaşayacağım karmaşanın ilki burada beliriyor: Konuşmasını bekliyorum ama konuşmayacak mı acaba? Derken söze başlıyor. “Bence romantik dönem şairleri ve diğer şirler ve yazarlar dünyanın güzelliklerini çok güzel yakalamış ve aktarmışlar. Ama o zamanın yazarlarının yaşadığı dünya şimdikinden çok farklıymış.”

Özellikle ‘İstanbul’ ve ‘Kar’ı seviyor
Profesör Lurie’nin öğrencisiyle yaşadığı ilişki jürinin bazı üyeleri tarafından büyük tepki görüyor. Ama hepsinin ve filmdeki herkesin aynı şiddette tepki verdiğini söylemek zor. Bunun bir tecavüz vakası olmadığını söylemek yalan söylemek olur. Ancak Profesör Lurie’nin (belki de sırf duymak istenen bu olduğu için) söylediği üzere ‘bulunduğu pozisyondan yararlanarak’ yaklaşıyor öğrencisine. Peki Malkovich bu davranışı ne kadar yanlış buluyor: “Korkunç, dehşet verici biçimde yanlış. Ama benim yaşımda ve benden daha genç birçok erkek gençliği ve (bir süre doğru kelimeyi arıyor) masumiyeti çekici buluyor. Ben kesinlikle böyle bir insan olmadığım için benim için bunun korkunç derecede yanlış olduğunu söylemek çok kolay ama mesela David Lurie yaptığının hiçbir sakıncası olmadığını düşünüyor. Hatta hayat tarzı bu” diyor.
‘Utanç’ta insanların özellikle de Güney Afrika’da yaşayan Batılıların iyi olma çabalarıyla ilgili büyük bir soru işareti var. İyi olmanın iyiliği korumanın pek kolay olmadığı bir dünyada yaşadığımız su götürmez. Kendisi zorlanıyor mu iyi olmakta? “Hayır, çünkü bir insan hayatta sahip olabileceği bütün avantajlara, fırsatlara ve kutsanmışlığa sahipse iyi olmak çok zor değil. İyi olduğumu söylemiyorum ama öyle olmaya çalışmak benim için acı verici veya zorlayıcı değil” diyor.
Profesör Lurie’yi hiç tasvip etmediğini özellikle vurguluyor ama bunun bir yandan da yönetmenin romanı yorumlayış biçimi olduğunu ekliyor. “Ben yönetiyor olsaydım profesörü ve olayları öyle yorumlamazdım. Sanırım kızıyla olan ilişkisine daha sıcak yaklaşırdım ve daha az metaforik yaklaşırdım” diyor.
Sevdiği yazarları merak ettiğimi söylüyorum. “Çok var” diyor. “Pek sinemaya gitmesem de olabildiğince okumaya çalışıyorum. Yıllardır kurgu okumuyordum. Bir süre önce yeniden okumaya başladım. Roberto Bolano çok okudum. Faulkner beni çok etkiledi. Delillo da öyle. Marquez çok severim. Natsuo Kirino’nun kitaplarını çok okudum yakın zamanda. Orhan Pamuk seviyorum. Özellikle sevdiklerim ‘İstanbul’ ve ‘Kar’.”
Bize ayrılan kısa sürenin sonuna geliyoruz ancak onur ödülünü alacağı Emek Sineması’na doğru İstiklal Caddesi’nden yürümeye başlıyoruz. Halkın arasından gerek fotoğraf çektirerek gerek imza dağıtarak geçtikten sonra sinemanın sokağının köşesinde onu bekleyen hayranlarıyla karşılaşıyor Malkovich. Sokağı yürümek, sinemaya girmek, salonda girmek, yerine oturmak ve ödülünü almak için seyircinin sakinleşmesini beklemek dakikalar sürüyor. Sonunda John Malkovich daha önce defalarca onur ödülü almak üzere çağırıldığı festivalde Emek’in sahnesine çıkıp Şakir Eczacıbaşı’nın elinden ödülünü aldıktan sonra “Bu kadar keyifle yaptığım bir işten dolayı bu ödüle layık görüldüğüm için çok şanslı hissediyorum” diyor. “Bilmiyorum bunu hak etmek için ne yaptım?”
Biz biliyoruz ve festival seyircisi olarak ‘Utanç’ı seyrederken kimbilir kaçıncı defa hatırlayacağız.
John Malkovich’i anlamaya çalışırken unutuyorduk, Malkovich’in prodüksiyon şirketi Kıbrıs’ta 1974 savaşını anlatıcak bir film çekecekmiş.

radikal
Yayın Tarihi : 12 Nisan 2009 Pazar 02:09:53
Güncelleme :12 Nisan 2009 Pazar 02:55:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?