1
Mayıs
2024
Çarşamba
İSTANBUL

Necati Güngör Akbil'ini arıyor

Usta edebiyatçı, gazeteci, araştırmacı, aynı zamanda Malatyalı  Necati Güngör (beni tevazuuya davet edecek ama olsun), bir zamanlar, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim ve Nazım Hikmet'in yaptığı şehrengizliğe, yani şehir yazıcılığına soyundu... Sabah sabah gönderdiği elektronik postada bahsettiği gibi canı çok sıkılmış Akbil bulamadığı için.. Necati Güngör bundan böyle kenthaber'in şehrengezliğini yapacak gönlünce zaman zaman... Güngör'ün sabah gönderdiği içten sarakalı elektronik posta yazısı ile "Bir Akbil aranıyor"  başlıklı edebi haberini zevkle okuyacağıınızı sanıyorum... 

"Yüksel Bey günaydın! 

Sabah meşguliyetiniz içinde sizi rahatsız etmek istemezdim ama, açmak istediğim mevzu bu kez kent haberciliğiyle ilgili. 

Siz artık “home-press” tipi gazeteciler olarak kendi yarattığınız fildişi kulelerinizde yaşadığınız için, biz halktan insanlar gün boyun boyunca şu koca kentin sokaklarında neler yaşıyoruz; yerel yönetim denilen azılı çetelerin tuzağında nasıl çırpınıyoruz, pek bilmiyor, bilemiyorsunuz(!) 

Şöyle bir şey geldi aklıma: Bir yurttaş olarak, ya da bu koca kentte oturmak durumunda bir hemşeri olarak, zaman zaman karşılaştığım olumlu ve olumsuz durumları, “kent güncesi” ya da “kent yaşamı” serlevhası altında, düzenli periyotlar halinde yazayım size. (Telif mi? Anlaşırız efendim!) Eskiden “Şehrengiz”ler vardı, şehir karıştıran anlamında; şehrin hayatıyla ilgili şeyler yazarlardı… Yakın geçmişte de edebiyatçılar böyle şeyler yazardı. Örneğin, “Tan” gazetesinde Nâzım Hikmet yazardı. Yine gazetenin birinde Ahmet Haşim izlenim yazıları yazardı. Onlardan önce de, malum, üstat Ahmet Rasim… 

Bugün bile o yazılar büyük bir keyifle okunuyor. Çünkü edebiyatçı duyarlığıyla ve diliyle yazılmış yazılar… 

Bu konu nerden aklıma geldi? 

Şu günlerde, yaklaşık bir aydan beri, İETT’den akbil almaya çalışıyorum! Henüz başarılı olamadım!... Günlerdir süren bu serüvenimi, karşılaştığım tavırları, sözleri yazmak istiyorum bir İstanbullu yurttaş olarak… İlk yazı bu. Sonrası gelecektir. Güncel ya da genel, şehir hayatının sorunları… Ha, bazen zülf-i yâre dokunucaktır bu mevzular! Ne derler? Eleştirinin karakterinde huşunet vardır…

Tabii takdir zat-ı alilerinindir.
Arz-ı hürmetler… "

BİR AKBİL ARANIYOR!

Meğer ne kadar değerli bir nesneymiş şu akbil denilen çip… Söyleseler inanmazdım! 

Mucidi kimdir bilemem, araştırmadım; ama bu sihirli yongayı koca kentte, böyle garip bencileyin, işine kitle ulaşım araçlarıyla gidip gelen her yurttaşın cebine sokan İstanbul Belediyesi oldu. Asıl adı “akıllı bilet”ti. Ve kısaca, AKBİL deniliyordu. 

İETT yönetimi, bu yonganın kullanımını yaygınlaştırmak için cazip hale soktu, bunu da büyük reklam kampanyalarıyla gerine gerine duyurdu İstanbullulara… Özellikle işe gidiş geliş saatlerinde birkaç araç değiştirenler için ekonomik oluyordu akbil kullanmak… 

Bu avantajından dolayı ulaşım ücretlerine yapılan zamlar vatandaşa fazla “batmıyordu”!

Cebinde, kredi kartı dahil, -aslında birer para tuzağı niteliğindeki- her türlü elekronik parça taşımaya karşı olduğum halde, sonunda ben dahi bir adet akbil aldım! 

Buraya kadar her şey olağan… 

Olağandışı olansa, bir gün -insanoğlu gafildir!- bu basit ve küçük aleti yitirmenizdir. 

Ne var bunda, git İETT’nin satış noktalarına, al yenisini, diyeceksiniz. 

Demesi kolay tabii... 

Ben bu akıl sır ermez “mücadeleyi” tam dört haftadır veriyorum; şu ana kadar başarı sağlayamadım! Kime başvuracağımı, bu rezaletin hesabını kimden soracağımı henüz keşfedebilmiş değilim! Hukuk öğrenmimi uğruna yıllarını, ciltler dolusunca hukuk ve kanun kitapları devirerek geçirmiş; kırk yıllık bir gazeteci ve iyi kötü bir kalem adamı olarak bu başarısızlık herhalde benim kişisel beceriksizliğimdir, kim bilir…

Akbil denilen o, dünyanın en ele geçirilmez, Kaşıkçı Elması misali değerli nesneye yeniden sahip olma heves ve umuduyla önce Kadıköy’deki İETT gişelerine başvurdum. Angut bir ketumiyet içinde söylenen tek sözcük vardı: “Kalmadı!” 

Olur ya, Kadıköy’de bitmiştir. Karaköy’e gittim. Gişe kapalıydı. Tünel’den girip, Beyoğlu’nu arşınlayıp Taksim’e uzandım. Gişe memuru, büyük bir sır gibi fısıldadı: “Akbil sabahları gelir. Geç kaldınız! Sabah gelir gelmez satılır, biter!” 

Mübarek sanki, iki paralık bir çip değil de; dünyanın en nadide incisi! 

Neyse, aklımı başıma getiren bu açıklama üzerine, pazartesi sabahı, erkenden sokağa fırlayıp soluğu kalabalık bir gişenin önünde aldım. Kuyruğa girdim. Sıra bana geldiğinde o “meşum” açıklamayla yeniden kulaklarımdan kurşunlanmışa döndüm! 

“Akbil yok!” 

Bunu duymak için dakikalarca kuyrukta sıra bekliyorsunuz. Herhangi bir ilan, afiş, duyuru yok çünkü… 

Saflık bu ya; şunu sordum adama bu kez: 

“Akbil yok, tamam. Mavi kart alayım bari!” 

“Evet mavi kart var, ama burda satılmaz, şu karşıdaki gişeye gideceksiniz,” dedi görevli. 

Bir koşu yolun öteki ucuna geçtim, mavi kart satan görevli camlı kulübesinde hüküm sahibi bir köy ağası gibi oturuyor… Sesimdeki yersiz heyecanı bastırarak yanaşıp sordum: 

“Mavi kart var mı?” 

Cevap: 

“Fotoğrafınız var mı?” 

Derhal cüzdanımdan çıkarıp uzattım. Ardından da istenilen ücreti bastırıp (içimden de “ucuzmuş yahu” diye sevinerek) aldım mavi kartı. 

OH, ÇİLE BİTTİ! Diyordum ki, mavikart denilen nesnenin sadece kart olduğunu, üzerinde çip bulunmadığını fark ettim! 

Büyük bir isyan duygusuyla adama geri döndüm. 

“ama bunun çipi yok!” 

“Çip yok… Çipi biz satmıyoruz… Şu karşıdaki gişeye git, ordan sor.” 

Elimdeki hiçbir işe yaramaz mavikartla yeniden ilk gişeye geldim! 

Mavi kartın çipini siz satıyormuşsunuz. 

“Çip yok!” demez mi adam? 

İçimdeki isyan duyguları bana suç işletetebilirdi o an: 

“Yahu çip yoksa, niye beni gönderip mavikart aldırdın?” 

“Kardeşim, mavikart satıyoruz. Ama çip yok…” 

Başka hiçbir açıklama da yok… 

“Kim sizin amiriniz, buranın bir sorumlusu olmalı?” 

“Aha şu kapıdan gir içeri, oraya şikâyetini bildir!” 

Denilen kapıdan girdim; İETT’nin şoförleri, ellerinde birtakım belgelerle ayaküstü bir şeyler konuşuyor… Yani, bir başvuru makamını andırır bir belirti yok ortalıkta… 

Yediğim kazığı sindirmeye çalışarak savuştum oradan… 

Bir başka gişeye vardım. Kuyruğa girdim. Sıram geldiğinde eğilip şunu sordum görevliye: 

“Beyefendi, akbil niye satılmıyor? Nedir bu işin sırrı?” 

Cevap: 

“Beyefendi, gümrüğe takılmış. Günlerdir bekliyoruz gelmiyor…Biz de bekliyoruz. İstersen, şu bitişikteki odaya gir sor. Onlar bilir…”

Yapılan bütün bu açıklamaların hangisi yalandı, hangisi doğru? Belli değil! 

Bir kez daha bir yetkili bulmak umuduyla gösterilen odaya girdim: Rind tavırlı bir kâmil adam, olanca yetkisiyle şu açıklamayı yapıyordu:
“Bekliyoruz. İnşallah bu Cuma gelecek… Gelince alırsınız.” 

“Yahu akbil yok, ama herkese mavikart satıyorsunuz. Biraz ayıp olmuyor mu?” 

“Evet, satıyoruz. Ne olur ki? Cebinizde kalsın mavikartınız. Üzerinizde ağırlık mı yapıyor? Sinirlenmeyin. Size ağırlık olacaksa, ver ben saklayayım…” Böyle diyor ve mavikartı saklamak üzere alıyordu benden… Ben de kartı güya adama bırakarak onun pişkinliğini protesto etmiş oluyordum. 

Allah izin vermedi ve Cuma günkü girişimim de sonuçsuz kaldı! Hâlâ ufukta görünmüyordu akbil denilen çip! 

Satmıyoruz, kalktı, artık satılmayacak, gidin başınızın çaresine bakın. Kör müsün kaybetmeseydin cebindeki aleti… dese, hiç değilse umudum kırılacak, bir daha sorma gafletinde bulunmayacaktım… Ama hayır, ısrarla gün veriyor, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen depremzedeyi yaşatmak ister gibi, umudumuzu sıcak tutmaya çalışıyor; yeni bir aldatmacayla oyalıyordu adamlar. 

Aradan kaç gün kaç hafta geçti, artık tarihini şaşırdım… 

Cebimde kanıt olarak sakladığım çipsiz mavikartla, -savaşa gidip de dönmeyen yakınını ararcasına istasyonlarda ordan oraya koşan insanlar misali- sabahları otobüs duraklarında, rastladığım İETT görevlilerine “akbil”in görüp görmediklerini soruyorum hâlâ… Kimseler çıkıp da, o artık gelmecek, boşuna umutlanma demiyor… 

Belli ki İETT yeni bir oyun tezgâhlıyor İstanbullulara… Bekleyelim, kokusu mutlaka çıkar… Bu yokluk, bunca yalan dolan açıklamalar, hayra alamet değil! 

İstanbul denilen koca kentte yurttaş olmaksa hiç kolay değil…




Necati Güngör/kenthaber
Yayın Tarihi : 5 Mart 2007 Pazartesi 16:20:40
Güncelleme :5 Mart 2007 Pazartesi 17:24:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?