4
Mayıs
2024
Cumartesi
İSTANBUL

Sanatçıların yeni gözdesi: Adalar

Eskiden yazarlar, şairler ve sanatçılar için adalar vazgeçilmez yerlerdi. Adaları en çok Sait Faik Abasıyanık'ın hikayelerinde tanıdık ve sevdik.

O hikayelerin içine girip hep adaya gitmek ve orada yaşama arzusu sardı hepimizi. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Özdemir Asaf, Reşat Nuri Güntekin, Recaizade Mahmut Ekrem, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Fahrünisa Zeyd, Fazıl Ahmet Aykaç, Fenerbahçe'nin efsanevi futbolcusu Lefter, İhap Hulusi Görey ve daha birçok isim adalardan gelip geçtiler.

Sonra birdenbire adaların o büyüsü bozuldu. 1980'li yılların sonlarına doğru özellikle Bodrum, Marmaris, Antalya gibi tatil yöreleri popüler olunca, birçok ada sakini evlerini satıp batı ve güney sahillerine akın etti.

Marmara denizinin kirlenmesinin bu kaçışta büyük bir etkisi var. 1999 yılındaki deprem ise tuz-biber olup adalıların tadını iyice kaçırdı. Evler satıldı. Nüfus azaldı. Ancak son yıllarda tekrar adalara bir dönüş yaşanıyor. Özellikle gazeteciler, günümüzün yazarları, ressamları adaları yeniden mesken tutmaya başladı. Henüz adalara yerleşmeyen ama plan yapanların da sayısı hiç az değil. Sadece İstanbullular değil, yabancılar da adaları keşfetmiş durumda. Mesela Fransız iletişim profesörü Kevin Robins emekli olduktan sonra eşi Asu Aksoy'la birlikte geçen yıl adalara yerleşmiş. Adalardan vazgeçemeyenler de var elbette. Sinema sanatçısı Ediz Hun 48 yıldır Büyükadalı. Ayla Algan da 93'ten beri Büyükada'daki Reşat Nuri Güntekin'in evinde yaşıyor. Ancak sadece ağustos ayında adaya geliyor. Bir buçuk ay Asos'ta kalıyor. Bu dönüşün sebeplerini ve kimin hangi adada yaşadığını araştırdık. Oyunculara, yazarlara, gazetecilere neden adada yaşamayı tercih etiklerini sorduk.

"Kozmopolit yaşamın olduğu yerleri seviyorum"


Lale Mansur (Sanatçı): 25 senedir yazları Burgazada'da geçiriyoruz. Son 4-5 yıldır ise sık geliyoruz. Adalar, her kesimden insanın yaşadığı yerler. Zengini, fakiri, Müslüman'ı, Rum, Ermenisi. Ben çok kozmopolit bir ortamda büyüdüm. Bu nedenle kozmopolit yaşamın olduğu yerleri seviyorum. 15 yıl Gümüşsuyu'nda oturmamızın nedeni de buydu. Kozmopolit yaşam, insan olmaya çok katkıda bulunan bir yaşam şeklidir. İnsan olmakla ilgili çok şey öğretir. Son iki yıldır kafelerden gelen gürültü çok arttığı için Arnavutköy'e taşındık. Yaz olunca hemen adaya kaçıyoruz. Adalar gerçekten bambaşka, ses yok, seda yok. Cuma günleri burada pazar kuruluyor ve geçenlerde eşimle (Cem Mansur) kaç dil konuşulduğunu saydık. Türkçe, Ladino, Kürtçe, Fransızca, Almanca, İngilizce, Ermenice ve Rumca olmak üzere tam 8 dil. Böyle bir çeşitlilik artık İstanbul'da yok. Pazarda gezerken küçük bir kız tanıdı beni, babası da domates satıyor. Babasının kulağına eğilip fısıldadı hemen. Baba da kafasını kaldırıp bakmadı bile, "onlardan burada bulunmaz." dedi. Nasıl yaşadığımızı düşünüyorlar bilmiyorum, biz de kendileri gibi sıradan insanlarız.

"Yazı rahat geçirebileceğiniz ikinci bir yer yok"

Selda Alkor (Sanatçı): Daha önce 14 yıl Büyükada'da adada yaşadık. Sonra Zekeriyaköy'de ev alınca 12 sene adada yaşamaya ara verdik. Evimizin havuzu vardı, etrafı yemyeşildi. Adayı aramayacağımızı düşündük. Ama adanın tadı bambaşka. Özel bir yer çünkü. Son 4 yıldır yazları tekrar adada yaşamaya başladık. İstanbul'a bu kadar yakın olup bu kadar güzel bir tatil yöresi olması cezbedici. İnsanın yazını rahat geçirebileceği ikinci bir yer yok. Çok kolay ulaşıyorsunuz şehre. İstanbul'la ada arasında müthiş bir hava farkı var. Ormanlarımızın adalara verdiği bir lüks olsa gerek. Trafik yok ama o kadar ferah fersah gitmiyor her şey. Son iki yıldır ada çok hor kullanılıyor. Evimin bahçesinin parmaklıkları arasına pet şişeler, kağıtlar sıkıştırılıyor. Burası göz bebeğimiz, ciğerlerimiz, incimiz. Hiç olmazsa buraya güzel bakalım.

"Bir dönem biz de Burgazada'dan uzaklaştık"

Halit Refiğ (Yönetmen): Dedemin Burgazada'da bir yalısı vardı. Babamlar dokuz kardeşti. Hep beraber o yalıda kalırdık. Aşağı yukarı 10 yılımız böyle geçti. Sonra dedem 1944 yılında vefat edince miras sorunu çıktı, dolayısıyla ev satıldı. Askerlik çağına gelip adadan ayrılınca adayla ilişkim kesildi. Ta ki 1975'te Gülper hanımla evlenene kadar. Yine yazları teyze oğullarımın evinde kaldık. Bu ev, büyük yangında yanınca ertesi sene adadaki dostlarımızın yardımıyla şimdi yaşadığımız bu küçük evi aldık. Bilhassa kış aylarında, insanların az olduğu dönemlerde adaya geliyoruz. 1990'lı yılların ortalarında kirlilik nedeniyle biz de adadan uzaklaştık. 1995'ten itibaren yazları Sapanca'ya gittik. Aşağı yukarı 8-9 yıl Burgaz'la ilişkimiz kesildi. 2004 yılından itibaren adaya döndük. Tabii yine kış aylarında buradayız. Bizi Burgaz'a bağlayan şey sakin ve sessiz olması. Motorlu vasıta yok. Ayrıca adanın bilinmeyen bir özelliği var, bilhassa kışın ortaya çıkıyor bu. Hayvanlarla insanlar arasındaki ilişki! Burgaz adasında çok sayıda kedi ve köpek var. Ada esnafı; lokantacılar, bakkal, manav bu hayvanlara sahip çıkar. Onları nasıl ortadan kaldırırız diye düşünmez. Kışın burada çok güzel bir manzarayla karşılaşırız. Balıkçı tekneleri sahile yanaştıklarında kargalar, martılar, kediler, köpekler sıra halinde yan yana dizilirler. Balıkçıların atacağı balıkları beklerler. Kimin önüne balık gelirse, o onun hakkıdır, hiçbir hayvan ötekinin yiyeceğine göz dikmez.


"Büyükada'da ağustosta çıkan mehtap harikadır"

Ayla Algan (Sanatçı): Ben kendimi bildim bileli yazları Büyükadalıyım. O zamanlar Rumlar, Museviler, Ermeniler çoğunluktaydı. Az zengin Türk vardı. Çocukluğum Nizam tarafında geçti. Eşim 93'te kalp ameliyatı olunca Maden'deki Reşat Nuri Güntekin'in evine taşındık. Üst katındayız, alt katta kızı yaşıyor. Maden daha serin, Nizam daha sıcak oluyor. Hem de denize girip çıkabiliyoruz. Adanın havası bize iyi geliyor. Çünkü bizim ailede tiriod hastalığı var, kızıma da bana da annemden geçti. Ağustos'ta Büyükada'ya geliyorum. Öncesinde bir buçuk ay Asos'ta kalıyorum. Ağustos ayı mehtabı harikadır. Doğanın kirliliği ve deprem korkusu insanları adadan kaçırmıştı. Yavaş yavaş insanlar dönmeye başladı.


"İstanbul bir çöl ise adalar vahadır"

Ediz Hun (
Sanatçı): 1955'te annem, babam ve ben Cihangir'de oturuyorduk. Babam makine mühendisiydi ama ticaretle uğraşıyordu. Babam bir gün gazetede bir ilan görmüş. "Yeşillikler içinde adada bir arsa ilanı var. Gidip bakacağım." dedi. Sonra Büyükada'nın yukarı kısmında Tepeköy'de bir arazi aldı ve oraya ev yaptı. 1960'ta ben 19 yaşındaydım. Demek ki 48 yıl olmuş adaya geleli. 1970'lerde şu anda yaşadığım Maden'deki bu arsayı aldım. 500 metrekare bir arsa. 74'te bu evi tamamladık. 34 yıldır bu evdeyim. Eskiden Boğaz ulaşılabilir bir yerdi. Ama şimdi Boğaz'a gitmek 2 saat, dönmek 3 saat. Boğaz devre dışı. İstanbul bir çöl ise adalar vahadır. Deniz otobüsüne bindiğinizde bir saatte buradasınız. Burası sakin, asude, arabanın olmadığı bir mekan. Yazları hep buradayız. Ben hareketli olduğum için kışın boş zamanlarımda da adaya gelirim, bahçeye bakarım. Zaman zaman yalnız kalmaktan hoşlanırım. Benim bütün hayatım gürültü, patırtı içinde geçti. Sinema hayatını biliyorsunuz, buraya gelip kafa dinlerim. Çiçeklerim, ağaçlarım, çeşitli koleksiyonlarım var. Onlarla ilgilenirim. Batı ve güney sahillerinde devre mülkler çok cazip oldu. Tatil yapma imkanları arttı. Bu da kısmen de olsa adaların boşalmasına neden oldu. Bir de insanlar evhamlı. Deprem olacak korkusuyla ada boşaldı. Şimdi İstanbul'a nazaran ev fiyatları da sürpriz bir şekilde ucuzdur. Ada benim için çok değerli. Ada olmasa benim İstanbul'da yaşamam çok zor. Ben doğa adamıyım. Toprakla, çiçekle, ağaçla iç içe olmam lazım.


"Faytonların ve martıların sesleri insana mutluluk veriyor"

Nuriye Akman (Gazeteci/Yazar): 3 Mayıs 2005'te Büyükada'ya geldim. Tarihi çok iyi hatırlıyorum. Çünkü doğum günümdü. Doğum günümde kendime bir ev almış oldum. İlk evim adanın Maden tarafındaydı. Sonra o evi satıp merkeze çok daha yakın, iskeleyi de gören bir ev aldım. Adada yaşadığım için mutluyum, kışın dahi orada, uzakta benim bir evim var diye hamd ediyorum. Hayatımdaki en büyük güzelliklerden biri. Buraya gelmem için ilk defa gazeteci arkadaşım Oral Çalışlar aklımı çeldi. 2005'te evler çok pahalı değildi. Benim gücüm yetti alabilmeye. Depremin etkisi sürüyordu. Ertesi sene fiyatlar 2-3 katına çıktı. Geçen kış kalamadım adada ama bu kış hiç değilse haftanın 3-4 gününü burada geçirmek istiyorum. Karda birkaç kere gelmiştim buraya. O zaman çok müthiş oluyor. Ama sessizliği, kendi iç sesini dinlemeyi seven insan için. Çünkü dışarıda sesler ne kadar yüksek olursa iç sesini bastırır. Bu sesler azalırsa içindeki güzellikler köpürür. Yazar-çizer takımı için bulunmaz bir yer. İkinci romanın büyük bir bölümünü burada yazmıştım. Esin veren bir yer. Nisan başında geldim bu yıl, Aralık'a kadar kalmak istiyorum. Ramazan'da buradayım. Adanın en güzel zamanı Eylül'den itibaren başlıyor. Çılgın kalabalıklar gidiyor, muhteşem bir huzur dönemi başlıyor, tadına doyum olmuyor. Ben yalnızlığı çok seviyorum ve gürültüden hiç haz etmiyorum. Buradaki sesler insana mutluluk veriyor. At nalları, martı sesleri gibi... Rüzgar hemen hemen hiç eksik olmaz. Zaten en sevdiğim ses, rüzgarın sesidir. Burası bana bir rüyanın içinde yaşıyormuşum gibi geliyor. Yaşlılığımda da bütün ömrümü burada geçirebileceğimi düşünüyorum. Sıradan, basit bir hayat var. Esnafla arkadaş olmak, dükkan önlerinde oturmak, gecenin hangi saatinde olursa olsun açıkhava sinemasına gitmek keyifli. İskelenin karşısındaki kafede oturup gelen giden vapurları, inen çıkan insanları izleyip kafamda hikayeler yazıyorum.


"Adada kendimi hanımağa gibi hissediyorum"

Meral Tolluoğlu (Nurullah Ataç'ın kızı): Ben 9 aylıkken Büyükada'ya gelmişim. İlkokulu burada okudum. Ortaokulu Heybeliada'da okudum. 1942'de Ankara'ya gittik, kışları orada oturuyorduk, yazın buraya gelirdik. 1981 yılından beri yaz-kış buradayım. Şu anda yaşadığım ev, anneannemden kaldı. Adalı olmayan burada kışın kalamaz. Ben adada büyüdüğüm için sıkılmıyorum. Ailenin tek çocuğuyum, hep yalnız büyüdüğüm için kendimi oyalamaya alışığım. Adadan hiç çıkmam. 2-3 senedir İstanbul'a hiç gitmedim. Burgazada'ya bir kere gittim. Kınalı'ya 2-3 gittim. Başka adalılar da benim gibi başka yere gitmezler. Benim çocukluğumda ada çok canlıydı, Rumlar adayı terk edince canlılığını kaybetmişti. Şimdi ada tekrar canlanıyor. Maden semti mehtabıyla meşhurdur. Burada kendimi hanımağa gibi hissediyorum. Herkesi tanıyorum, herkes de beni tanır. Bir telefonla bütün ihtiyacımı görürüm.

"İki yıldır adada yaşıyorum"

Ayşe Sarısayın (Yazar, Behçet Necatigil'in kızı): İki yıldır, daha çok yaz aylarında olmak üzere, Heybeliada'da yaşıyorum. Adaya gelmek, bir anlamda çocukluğuma dönmek oldu benim için. İlkokul sonlarına doğru, art arda üç yaz geçirdim Heybeliada'da. Büyük bahçeli, taş bir binanın küçük bir dairesiydi. O yıllarda, yaz aylarında da şimdiki kadar kalabalık olmuyordu adalar, deniz kirlenmemişti henüz. O bahçenin bendeki izleri çok fazla, ilk kez ağaçtan meyve koparıp yediğim, taze cevizlerin kabuğuyla ellerimi boyadığım, yine ilk kez sokakta oynadığım, düşüp dizlerimi yaraladığım yer, Heybeliada. Yıllar içinde, her şey gibi ada da değişmiş elbette, ama yine de beni sarıp sarmalayan bir şeyler bulabiliyorum burada. Bahar aylarında, adeta çıldıran doğaya böylesine yakın olabilmek, sabahları mimozalara ya da begonvillere uyanmak, adada sürekli yaşayanlarla nicedir özlemini çektiğim ilişkiler kurmaya çalışmak, sonbaharla birlikte duyulan hüznü, yeni dostluklarla sevince dönüştürebilmek... Ada, öncelikle bunları sağlıyor bana. Tarihte adaya gitmek, bir tür tutsaklık olarak görülmüş yıllarca. Ben ise şimdilik tam tersi duygulardayım, ada sonsuz bir özgürlük duygusu veriyor bana.

"Adada yaşamak daha kolay"

Oral Çalışlar (Yazar): 15 yıldır Büyükada'da yaşıyoruz. Çünkü adada yaşamak daha kolay. Şehre istediğimiz zaman ulaşabiliyoruz. İstanbul'a yakın. Burada yaşayan insanlar çok kültürlü. Sakin bir yaşamı tercih ettikleri için adaya geliyorlar. Bir nedeni de motorlu aracın olmaması. Gürültü, patırtı ve trafik teröründen çok uzaklardayız.

"Adalar, geleneksel kent terbiyesinin hüzünlü müzeleridir"

Balkan Naci İslimyeli (Ressam): Her insan gerçekte bir adadır. Belki başka karalara çıkmayı düşler, başka karalarda hayatlar kurar, hayatlar batırırlar ama o en yorgun tecrübeyle dönüp sığındıkları yer kendi karaları, kendi adalarıdır. Sürüden kopmayı bir acı değil, bir ayrıcalık olarak gördüğüm erken yaşlarımdan beri ben bir adalıyım. Bunun için ayrıca adalarda yaşamayı beş yıl öncesine kadar düşünmemiştim. Yalnızca edebiyatımızın en büyük melankolisi Sait Faik'le ada kokusu solur dururdum. İnsanlar adaları bir sürgün yeri ya da açık cezaevi gibi düşünüp kullanmışlar yüzlerce yıl. Sürüden ayrılma korkusu kadar, bu sürgünlüklerin birikmiş hayali de adalardan uzak tutmuş olabilir onları. Oysa İstanbul'un iç dehşetinden yarım saat uzaklıktaki adalara ulaştığımda karşılaştığım şey, yalnızca görkemli bir doğa değil, büyük ve eski bir geçmiş, kent kültürünün seçkin, yaşlı ve nadide kalıntıları… Ben Burgaz'da üretiyor ve yaşıyor olmaktan mutluyum. Adalar umarım güney kentleri gibi bir konsümasyon alanı, bir podyum olmaz ve geleneksel kent terbiyesinin hüzünlü müzeleri olmayı sürdürürler.


"İnsanlar turizmin vahşetinden kaçmak için adaya sığınıyor"

Handan Öztürk (Yönetmen/Yazar): Ben Heybeliada'ya ilk kez 1983'te yılında gittim. O zamanlar Yazko'da çalışıyordum. Üniversite öğrencisiydim. Kendim olmaya çok ihtiyacım vardı, kendimle buluşma noktasının en doğru yeri olduğunu düşündüğüm için Heybeliada'yı seçtim. Adanın tepesinde bülbül yuvası kadar küçük bir müştemilatta yaşadım. Soba yakmasını, yemek yapmasını bilmiyordum. Şimdi Jack London'ı bile kıskandıracak kadar tecrübeliyim. İlk gittiğim dönemlerde aylarca İstanbul'a adımımı atmadığımı, sadece köpeğimle dolaştığımı ve insanlarla konuşmadığımı hatırlıyorum. Adanın getirdiği o izole ortamın aurasını yakalamak çok önemli. Geriye dönüp baktığımda en mutlu, en dingin, en kaliteli günlerimi, parayı reddettiğim, doğanın bana sunduğu o güzel günlerde yaşadığımı görüyorum. İlk romanlarımı, belgesel senaryolarımı burada yazdım. 4-5 yıl sonra da sütçü bir kız gibi kolundaki sepetinde yumurtalarıyla piyasaya çıktım. Yayıncılar, yapımcılar derken adım adım şehrin ve kapitalizmin içine dahil oldum. Şimdi sadece yazları adada yaşıyorum. İnsanlar iç turizmin marketinginden yoruldular. Bu turizmin vahşetinin getirdiği yorgunluk nedeniyle son yıllarda adalara kaçıyorlar bence. Ayrıca İstanbul'daki kaotik yaşamın nefes açıcı alanı olarak adaları gördükleri için de yeniden popüler oldu.

"Emlak fiyatları çok düştü"

Komet (Ressam): Ben adalı sayılmam. Ama elli seneyi aşkın bir zamandır adalarla yakın ilişkim oldu. Kimi zaman şehrin kalabalığından kurtulmak, kimi zaman bir sığınak, kaçış duygusunun etkisiyle adalara gittim. Ada bazen insanı sıkar, kurtulmak istersin, vapur yoktur, bunaltır. Bazen de ana karnına dönmüş gibi adaya sığınırsın. Adalar eğlence yeri değildir, gençler için eğlence hayatı yoktur ama bir çocuk cenneti denebilir adalar için. 1970'lere kadar İstanbul'un bütün denizleri temizdi, hemen her yerden denize girilebilirdi. Sonra zaman değişiverdi. İstanbul karanlık bir şehir oldu uzun bir müddet. Biz bile geceleri Beyoğlu'na çıkmaktan korkar olduk. Deniz küstü, pis hale geldi. Zenginler daha zenginleşti artık, bu köhne ve kirli deniz ve şehirden uzak Ege ve Akdeniz'in pırıl sularına gitmek için büyük yatlar, uçaklar vardı. Zamanla orta sınıflar bile tatile gitmeye başladı, böyle bir endüstri doğdu. Adalar gittikçe köhneleşti. Adalarda doğal olarak emlak fiyatları düştü.

İstanbul'a yakın, otomobil gürültüsü olmayan, doğal bitki örtüsü fevkalade olan temiz havalı adalarımız sanatçı, yazar, bilim adam, entelektüellerimizin de içinde olduğu İstanbulluların ilgisini çekmeye başladı ve bu ucuzlukta bir kısmı ev aldı, bir kısmı ise yazlığa geldi ve bu arada deniz de biraz daha temiz bir hale geldi. Şimdilerde emlak fiyatları yükseldi yine. Adaya büyük marketler geldi. Ada kamyon, otobüs, motorlu araç doldu ve her geçen gün karakterini kaybediyor. Ben 1971'de Paris'e gittim, önceleri çok az geldiğim Türkiye'de her zaman adalara gittim. 1984'te Heybeliada'da İnönülerin evinde kaldım. 1987'den beri her yaz Büyükada'da kaldım. Uzun zaman Şükrü Paşakonağı'nın terk edilmiş güzel yaşlılığında yazılar yazdım, resimler yaptım. Sonra yine Nizam'a varmadan o güzel Dr. Akil Muhtar'ın evinde oturdum. Son yıllarda Maden'de bir arkadaşımın evinde kalıyoruz.

"Doğayla kenti birleştiren kendine özgü bir tarzı var"

Yiğit Bener (Yazar): Benim adayı keşfetmem çok eskilere, çocukluk yıllarıma dayanıyor: Babamın üniversiteden arkadaşı Nejat Gülen doğma büyüme Heybeliadalı'dır. Kendimi bildim bileli, yaz tatilimizin en azından bir kısmını mutlaka ailecek Heybeliada'da, Nejat amcaların yazlığında geçirirdik. Üniversite yıllarımdan sonra da bu alışkanlığı bozmadım, her fırsatta çocukluğumun en mutlu anılarını barındıran Heybeliada'ya geldim. İstanbul'a taşındığım 1990 yılından itibaren hep buraya yerleşebilme düşleri kurdum; ancak gerekli maddi imkânları daha yeni bir araya getirebildik. Üç yıldır yazlarımızı Heybeliada'da geçiriyoruz; ayrıca ben yazı yazmak için kışın da, kâh işe gider gibi vapurla günübirlik, kâh gece de kalacak şekilde gelip burada çalışıyorum. Adanın sonbaharını, hatta kışının o neredeyse mutlak ıssızlığını ayrı severim. Kızımın okulu buradan kolay ulaşılabilecek bir yerde olsaydı, yaz/kış tümüyle adada yaşamayı seçerdim. Adanın doğayla kenti birleştiren kendine özgü yaşantısı, mimari özellikleri, büyük kentin kozmopolitliğinin sağladığı özgürlükle küçük yerleşim birimlerinin sıcaklığını buluşturan insan dokusu bana ayrı bir tat veriyor. Bunlara bir de denizin ortasında, adalı yazan/yazmayan dostlarımla yan yana yaşıyor olmanın mutluluğunu de eklerseniz, neden Heybeliada'yı seçtiğim daha iyi anlaşılır sanırım.

"Çocuklarımın adada büyümesini istedim"

Rıdvan Akar (Gazeteci/Yazar): Ben 1996'dan bu yana yaz aylarında Burgazada'ya gidiyorum. Bir bisiklet turunda adayı keşfettim ve orada yaşamak istediğimi fark ettim. Aslında ada benim için emeklilik projesiydi. Ancak 2003 yılından itibaren çocuklarım oldu. Onların ada ortamında büyümesini çok istedim. Bunun birkaç nedeni vardı. Bir doğası, ikincisi havası, üçüncüsü ise yaşam tarzıydı. Çok kültürlü bir hayatı solumalarının gelecekte onlara çok ciddi bir katkısı olacağını düşündüm. Bir de şu bir gerçek; profesyonel iş yaşamından kopup 40 dakika gibi bir sürede adaya vardığınızda yepyeni bir hayatla karşılaşıyorsunuz. Eskiden Ege, Akdeniz'e yerleşmek kent hayatının temposundan kaçmak daha sakin bir hayat yaşamak isteyenler için önemli bir açılımdı. Oralara giden çok dostum ve arkadaşım da oldu ancak genellikle metropolle olan bağlarını bu şekilde koparmış olmaktan ya pişmanlık duydular ya da koparamadılar. Ada aslına bakarsanız her iki duyguyu da ikame eden bir mekan. Hani kentten uzak olmak, istediğinizde de kente varabilmek duygusu çok önemli.

Hangi adada, kim yaşıyor?

Büyükada: Ediz Hun, Ataol Behramoğlu, Selda Alkor, Levent Kırca, Oral-İpek Çalışlar, Rıdvan Akar, Mete Çubukçu, Kezban ve Hüsrev Hatemi, Nilgün Cerrahoğlu, Komet, Enis Batur, Meral Tolluoğlu (Nurallah Ataç'ın kızı), Suna Anday (Melih Cevdet Anday'ın eşi), Gündüz Vassaf, Yaprak Zihnioğlu, Buket Uzuner.

Bugazada: Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, Lale Mansur, Halit Refiğ, Ayla Algan, Necmi Tanyolaç, Ruhi Ayangil, Tilbe Saran, Defne Er, Hale Işık.

Heybeliada: Handan Öztürk, Yiğit Bener, Ayşe Sarısayın.

Sedef Adası: Alaattin Kaya, Orhan Pamuk.

Kınalıada: Onur Belge.

Zaman
Yayın Tarihi : 30 Ağustos 2008 Cumartesi 04:11:14


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?