1
Mayıs
2024
Çarşamba
İSTANBUL

'Sevda Tepesi'nin öyküsü

İstanbul'un en güzel manzaralarından birini cömertce sergileyen, insanın içini hayat sevinciyle dolduran Sevda Tepesi rahat bırakılmıyor.

Siyasetçisinin-bürokratının, belediyecisinin-iskancısının, mimarının-inşaatçısının, kralının-şeyhinin gözü hep bu tepede.

Mahallenin en alımlı genç kızıyla tüm delikanlılar nasıl evlilik hayalleri kurarsa, doları bol beyefendilerin de villa hayali bitmek bilmedi. Öyle ki yeni hazırlanan yasalarla ' kimseye yar olmayan tepe' Suudi Kralı'nın ellerine düşecek gibi.

Kenthaber yazarımız Yüksek mimar ve İstanbul Eski Bayındırlık Müdürü Yılmaz Ergüvenç, işte bu tepenin öyküsünü yazdı:

Sevda Tepesi, İstanbul’un incisi Boğaziçi’nde, Anadoluhisarı ile Kandilli arasında, Boğaz’ı bütün haşmeti ile gören bir tepe. Boğaz’ı tepelerden seyretmenin gündüzü ayrı güzel, gecesi ayrı güzeldir. Hele bir de mehtap varsa, Boğaz’a doyum olmaz. Yahya Kemal’in ‘Kandilli yüzerken uykularda / Mehtâbı sürükledik sularda’ şiirini anımsayalım. Sevda Tepesi de her halde bu güzel manzarası yanında âşıkların çok rağbet ettiği bir tepe olmalı ki, ismi Sevda Tepesi olmuş.

Sevda, Arapça aşırı sevgi, aşk demek oluyor. Bir de karasevda var ki şimdi buna ‘tutku’ diyorlar. Osmanlı döneminde, yârin nikâbını açıp gül yüzünü görebilmek için yanıp tutuşan âşık, maşukanın hasreti ile ince hastalığa dûçar olurmuş. Ama artık bu sevdalar Kerime Nadir romanlarında ve Yeşilçam filmlerinde kaldı.

1980’li yıllara kadar, Boğazın Anadolu yakası sahil yolundan araba ile geçerken veya vapurla seyahat ederken ‘Sevda Tepesi Çay Bahçesi’ levhasını ve tepeye tırmanan dar merdiveni görür, merdivenin sonundaki çay bahçesini, bahçede birbirlerine sarılmış genç sevgililerin kaçamak öpüşmelerini tahayyül ederdim. 

Bu kadar gırgır yeter; şimdi sadede gelelim. Arazi, 57 bin 140 metre kare, yani 57 dönümden biraz fazla. İçinde 300 yıllık ağaçlar barındıran bir koru. Korunun sahibi, belki de bânîsi Kıbrıslı Mehmet Paşa. (Çünkü Boğaz’daki bütün ağaçlar, insan eli ile dikilmiştir.) Paşa’nın torunları olan vârisler, Boğaziçi yasasına göre ön görünüm bölgesinde kalan bu arazide hiçbir inşaat yapamadıkları gibi satış olanağı da bulamamışlar. Çünkü yasa, ‘’Boğaziçi’nde orman sayılmayan kamuya veya özel mülkiyete ait korular, alan, çayır, mesire, bostan ve benzeri alanlar ‘yeşil alan’ sayılır; bitki örtüsü geliştirilerek korunur.’’ diyor. Bu durumda vârisler, koru içinde yazlık çay bahçesinden başka bir tesis yapamamışlar.

1984 yılında, Başbakan Turgut Özal dönemindeki hükümet, bu günün Suudi Arabistan Kralı, o günün Veliahdı Abdullah bin Abdülaziz’e Sevda Tepesi’ni gösteriyor. Veliahdın, kendisine saray yaptırmak üzere beğendiği arazinin satın alınma işlemleri, İstanbul Büyükşehir Belediye binasında gerçekleşiyor. Bu aracılıkta, Arap sermayesini yurda çekmek ve o yıllarda Arap turistin rağbet ettiği Boğaziçi’ne olan ilgiyi arttırmak, bu ‘kıyak’ın gerekçesi oluyor. (Zeki Alasya – Metin Akpınar çiftinin bir oyununda Boğaziçi’ne turist olarak gelen beyaz entarili Arap şeyhinin kafayı çekerken ‘Turkiyya hasnâ, Turkiyya müstesnâ’ deyişini hatırlıyorum.)

Türkiye ile Suudi Arabistan arasında mülk edinmek için mütekabiliyet (karşılıklı uygulama) anlaşması yok. Bu pürüz, Veliaht için özel bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılarak gideriliyor. Kimseye satamadıkları imarsız araziyi satmak ise vârislerin canına minnet oluyor. Arazi, söylendiğine göre Veliahda 27 milyon dolara satılıyor. Söylendiğine göre diyorum. Çünkü başka bir iddia var. Güya vârisler, imarsız araziyi yok pahasına, bir milyon dolara satmışlar. Vârislerin eline, kesilen 39 milyon lira vergiden sonra 345 milyon lira geçmiş. Bu parayı İnterbank’tan çekmişler. Söylediklerine göre bu para, o zaman için bir milyon dolara yakın bir para imiş. Bu bilgileri zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da doğrulamış. (Vârislerden Zeynep Dirvana’nın bir gazeteye verdiği beyanattan.)

Satış bedelleri arasındaki 27 milyon ve bir milyon gibi anormal fark, insanın aklına başka şeyler getiriyor. Hepimiz biliyoruz ki, tapu kayıtlarında gösterilen satış bedelleri, reel bedelin çok altında olabilmektedir. Acaba burada da böyle bir işlem yapılmış olabilir mi, bilmiyorum. Dilerim ki Belediyenin aracı olduğu, yarı resmî sayılabilecek bir işlemde böyle bir yola gidilmemiş, her halde devlet, vergi kaçırarak kendi kendisine kazık atmamıştır. Yine de tapu kayıtlarına bakmak gerek. Tabii gösterirlerse.

Satışın ardından, Boğaziçi’ndeki 5 bin metre kare üzerindeki arsalara % 6 inşaat katsayısı ile 2 katı geçmeyen villalara yapılaşma izni veren yasa çıkıyor. Bu yasa ile Boğaziçi’nde yüzlerce villa yapılıyor. Böylece Sevda Tepesi’ne de malikâne yapma olanağı sağlanmış oluyor. Ama bu imar yasası, daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliyor. Sevda Tepesi de 1. derece SİT bölgesi kapsamına giriyor. Bu durum karşısında araziyi 20 milyon dolar bedelle satışa çıkaran Veliaht, hiçbir alıcı bulamıyor.

Aradan 20 yıl geçiyor. AKP hükümeti, 2005 yılında yeni bir yasa taslağı hazırlıyor. Bu yasa taslağında, ‘Kanuna uygun olarak yapılacak yeni plandaki yeşil alanların kamuya kazandırılması’ gerekçe gösterilerek, ‘Bu gibi alanların % 75’ini kamuya terk etmeleri şartı ile geri kalan arazide sınırlı (?) yapılaşmaya izin verilmesi’ teklif ediliyor. Bu madde ile Sevda Tepesi’nde yeniden yapılaşma olanağı doğuyor, verilen söz yerine getirilmiş oluyor. Şöyle ki: Sevda Tepesi’nin 57140 m2 x % 75 = 42855 m2 si kamuya terk edilerek, 57140 m2 x % 25 = 14285 m2 si içinde inşaat yapma olanağı doğuyordu. İptal edilen eski yasaya göre % 6 inşaat katsayısı bu tasarı ile de verilirse, 14285 m2 x % 6 = 860 m2 kapalı alan, balkon ve teraslarla 1500 m2 alanlı bir malikâne yapılabiliyordu. Ancak, kanımca bu rakam mülk sahibinin ihtiyacını karşılamaktan uzaktı. Çünkü ben, Suudi Arabistan’da ikinci, hatta üçüncü derece kişilerin bile 3 bin metre kare alanlı malikânelerde oturduğunu biliyorum. Tabii bunlar varsayım; yoksa insanı inşaatın yanından bile geçirtmezler, içeride dilediklerini yaparlardı.

Bu tasarı, o zamanki Meclis aritmetiği ile yasalaşma olanağına kavuşmadı. Bu defa, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın yeni bir yasa taslağı hazırladığı haberini alıyoruz. Bir Bakanlık yetkilisinin Anadolu Ajansına verdiği bilgide: ‘Yeni tasarının yeşil alanları koruyacağını (bu ağzımıza bir parmak bal), yeşil alanlarda kamulaştırma yapılabilme olanağının doğacağını, yeşil alanın bir kısmında yapılaşmaya izin verileceğini ifade ediliyor. Bu ifadeden anlaşıldığına göre 2005 yılındaki tasarıyı aşağı yukarı aynen pişirip önümüze koyuyorlar. Bu günkü Meclis aritmetiğine göre de tasarının yasalaşacağına şüpheniz olmasın.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da: Mülkiyetin kutsallığını öne sürerek, Sevda Tepesi’nde yapılacak inşaatın önünü açmak gerektiğini ve de rahmetli Turgut Özal’ın davet ettiği ve satışını yaptırttığı böyle bir yer için ‘yapamazsınız’ demenin çok yanlış olduğunu, işin imar açısından sorun çıkarmayacak şekilde çözülmesi gerektiğini söylüyor. Bunları söylerken, Türkiye’nin krallık olmadığını, mülkiyet hakkını savunurken ‘kamu yararı’nın ve ‘kamu oyu’nun dikkate alınması gerektiğini aklına getirmiyor.

Bu arada İslâmî basın, Arap hayranlığı içinde, Sevda Tepesi’nin imara açılmasının Arap sermayesini Türkiye’ye çekeceğini iddia ediyor. Burada yapılacak bir malikânenin Suudiler için devede kulak mertebesinde olacağını, politika ve ekonomide duygusallığa yer olmadığını dikkate almıyor, ekonomik ilişkileri pamuk ipliğine bağlıyorlar.

Eski bir fıkra vardır. Ceketinizden kopan düğmeyi terzinize diktirirsiniz ya. Adam da terziye gitmiş, sana zahmet, şu düğmeme bir ceket dikebilir misin demiş.

Kenthaber
Yayın Tarihi : 28 Kasım 2007 Çarşamba 16:11:24


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?