29
Nisan
2024
Pazertesi
EMİNÖNÜ - İSTANBUL
Belediye Sayfaları
Nufus
12.573.836
Yüz Ölçümü
5.220
İlçe Sayısı
41
Vali
Nufus
32.557
Yüz Ölçümü
5
Belediye Sayısı
1
Köy Sayısı
0
Kaymakam

Topkapı Sarayı Müzesi

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet’te bulunan Topkapı Sarayı Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi ve aynı zamanda Osmanlı hanedanının yaşamını geçirmek için Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460–1478 yıllarında yaptırılmış ve çeşitli dönemlerde eklenen yapılarla geniş bir alana yayılmıştır. Aynı zamanda devlet yönetiminde görevlendirilecek çeşitli devlet adamlarının yetiştirildiği, eğitildiği bir merkezdir. Topkapı Sarayı yerleşme düzeni olarak iyi korunmuş bir kent görünümündedir. Çevresi kısmen surlarla çevrilidir. Sarayın sürekli olarak genişlemesinden ötürü çeşitli mimari üsluplar buraya yansımıştır. Saray tümü ile belirli bir mimari plan düzenine göre değil, küçük pavyonlar halinde köşkler ve dairelerden oluşmuştur. Saray dış teşkilat ile bölümleri oluşturan Birun denilen bir bölüm ile iç örgütlenmeyi oluşturan Enderun’dan meydana gelmiştir. Bu bölümler birbirleri ile üç ana avlunun çevresinde yapılanmıştır.

Sarayın Alay Meydanı denilen en dıştaki avlusuna kitabesinden h.883 (1478) tarihinde yapıldığı öğrenilen ve Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı) adı verilen kapıdan girilmektedir. Birûn’u oluşturan bu avluda Aya İrini yanındaki Sempson Zenon denilen düşkünler evi, hastane, fırın, Ambar-i Amire, Saray Darphanesi ve sanatkâr atölyeleri bulunmaktadır. I.Avlu Babüs-Selam denilen kapı ile Divan Meydanı veya Adalet Meydanı denilen ikinci avluya bağlanmaktadır. Osmanlı padişahlarının tahta geçtiği Cülüs törenleri ile cenaze törenleri de yine bu avluda yapılırdı. Babüs-Selam’dan Babüs-Sade’ye Vezir Yolunun sağından, Divan binası XIX. yüzyılda yapılmış Adalet Kasrı bulunuyordu. Divan binasının bitişiğinde de hazine binası yer alıyordu. Avlunun Marmara Denizi’ne bakan kuzeydoğudaki revaklarının arkasında saray mutfakları ile hizmet binaları bulunuyordu. Sarayın Haliç’e yönelik kısmında ise Has Ahırlar ile Arabacılar Dairesi bulunuyor idi.

Babüs-Selam denilen orta kapı ve Divan Meydanından itibaren asıl saray başlamaktadır. Sultan dışında herkesin atlarından inip yaya olarak içeri girdikleri orta kapıdan sonra ikinci avluya geçilmektedir. Yaklaşık 110x170 m. ölçüsündeki iç avluda revaklar, kubbe altı ve iç hazine bulunmaktadır. Enderun Osmanlı padişahı ve yanındaki Akhadımlar ile İçoğlanlarının yaşadığı, eğitim gördüğü sarayın önemli bir bölümüdür. Enderun avlusunun karşısında Arz Odası, avlunun Marmara ve Boğaz’a yönelik köşesinde de Fatih Sultan Mehmet’in kendisi için yaptırdığı Fatih Köşkü, bunun karşısında Has Oda ve sultanların özel daireleri olan bölümler, Mukaddes Emanetler Dairesi bulunmaktadır. Ayrıca Enderun’da İçoğlan koğuşları, cami ve günümüze ulaşamayan bir de hamam vardı. Has Oda’nın Haliç’e yönelik Divan yeri denilen iki sıra sütunlu, kubbeli geniş bir revakı Sofa-i Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılırdı. Bu terasta XVII. yüzyılın ilk yarısında Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim dönemlerinde yapılmış Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sofa Köşkü ve Baş Lala Kulesi gibi köşkler yapılmıştır. Buradan Asma Çiçek Bahçesi denilen sarayın dördüncü bölümü olan alt bahçeye inilmektedir.

Bâb-üs Saade (Orta Kapı): Sarayın en önemli kapısı olan Bab-üs Saade Divan meydanı ile Enderûn okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. Avluya geçişi sağlamaktadır. Bu kapı Birun ile Enderûn’un orta noktasında olduğundan culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yeridir.

Değişik dönemlerde bu kapı çeşitli adlar almıştır. Bunların en yaygın olarak kullanılanları Arz Kapısı, Akağalar Kapısı ve Bâb-üs Saade’dir. Enderûn ve Birun kavramlarını ve varlığını belirleyecek şekilde yeşil ve beyaz sütunlu bir revak ortasında, dışa doğru çıkıntı yapan bir kubbe ile kapı belirgin hale getirilmiştir. Önünde saray törenlerinin yapıldığı bu kapı ve revak bölümünün Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) tasarlandığı ve oluştuğu, söz konusu törenlerin yüzyıllar boyunca aynı yerde sürdüğü bilinmektedir. Bu kapı kubbesi ve saçaklarıyla avluya doğru bir çıkma yapmış ve karşılıklı üçer sütunun üzerine oturtulmuştur. Bu mimari görüntü XVIII.yüzyın ikinci yarısında Sultan III. Mustafa döneminde yapılmıştır. Kapının üzerindeki 1774 tarihli talik hatla yazılmış manzum onarım kitabesi bunu açıklamaktadır. II. Mahmud’un hattıyla Besmele ve tuğrası vardır. Büyük bir olasılıkla kapı çevresinin bezemesi XIX.yüzyılda II. Mahmud zamanında (1808-1839) yenilenmiştir. Bu revak ve kapının önünde padişahların cülus törenleri ve bayram törenleri yapılırdı. Savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi. Divan’ın toplantı günlerinde saraya törenle giren sadrazam tarafından önüne gelinerek selamlanması da bu kubbeli kapının Sultanın varlığını ve kudretini ifade eden sembolik bir anlam taşıdığını gösteren en belirgin davranış örneğidir. 

Sünnet Odası :Sünnet Odası tek odalı olup, arkasında da küçük bir müştemilatı bulunmaktadır. Sultan İbrahim döneminde (1840–1648) yapıldığı sanılan bu köşkün daha erken bir tarihlerde yapıldığı da iddia edilmiştir. Köşkün içi ve dışı çinilerle kaplanmıştır. Bu çinilerin büyük çoğunluğu XVII. yüzyıla tarihlenmişse de içlerinde XV.-XVI. yüzyıllara ait olanlar da görülmektedir. Duvarları süsleyen mavi-beyaz çinilerin yanı sıra pencere içlerine karşılıklı çeşmeler de yerleştirilmiştir. Osmanlı padişahları namazların sünnetini çoğunlukla burada, farzlarını da Hırka-i Saadet’te kıldıklarından bu isim buraya verilmiştir.

İftariye Kameriyesi :Sünnet Odası ile Bağdat Köşkü arasında İftariye Kameriyesi bulunmaktadır. Bu kameriye Sultan İbrahim zamanında, 1640 yılında Sünnet Odası ile çevresinde yapılan değişiklikler sırasında dışarıya taşkın dört konsol üzerine oturtulmuştur. Üzeri tamamen maden kaplı olup, oluklu bakırdan dört ince sütunun taşıdığı ince uzun, ortaya doğru şişkin bir çatı ile örtülüdür. İçten ayna tonozlu olan bu çatının üzerine de oldukça gösterişli Allah yazılı bir alem yerleştirilmiştir. Kubbe içerisinde ise altın varakla yazılmış on altı mısralık bir kitabeye yer verilmiştir. Bu kameriye bayramlarda değerli kumaşlarla döşenir ve bayram namazından sonra saray erkânının bayramlaşması burada yapılırdı. Bunun dışındaki günlerde de sultan önünde havuzu olan bu kameriyede oturarak dinlenirdi.

Bağdat Köşkü :Topkapı Sarayı’ndaki köşklerin en önemlilerinin başında gelen Bağdat Köşkü Sultan IV. Murat (1623–1640) tarafından h.1049 (1639) yılında yaptırılmıştır. Köşk sekizgen planlı olup, kenarları birer atlamak sureti ile dışarıya çıkıntılar meydana getirir. Köşkün etrafını 22 sütunun taşıdığı bir revak çevirmektedir. Ahşap çatılı köşkün cephesi dıştan alt kat pencerelerinin bitimine kadar renkli mermerlerle kaplanmıştır. Bunun üzerindeki duvarlar çatıya kadar çini kaplıdır. Dışarıya doğru iki balkonu olup, bunlardan biri Haliç’e diğeri de Boğaz’a bakmaktadır.

Köşkün üstü kubbe, yan çıkıntılar da aynalı tonozludur. Kubbe ve tonozların içerisi yapıldığı dönemin ender örneklerinden malakâri tezyinat ile bezenmiştir. Duvarlarında içten iki sıra pencere bulunmaktadır. Bu pencerelerin üzerleri renkli camlıdır. Burada duvarlara iki üç gözlü küçük hücreler yerleştirilmiştir. İçerisindeki kapılar, dolap kapakları, raflar ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir. Ayrıca iç kısımda yekpare hayvan dekorlu çiniler bulunmaktadır. Çiniden yekpare bir kitabe içerisini çepeçevre dolaşmaktadır. Bu kitabeyi Tophaneli Enderuni Mehmet Çelebi yazmıştır. 

Revan Köşkü :Havuzlu Taşlık üzerinde bulunan Revan Köşkü Sultan IV. Murat tarafından h.1045 (1635) yılında yaptırılmıştır. Bağdat Köşkü’nün küçük bir örneği olan bu köşk sekizgen planlı ve tek bir odadan meydana gelmiştir. Çevresi revaklı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Bu köşk Hırka-i Saadet Avlusunun revakı önüne yapıldığından ötürü buradaki sekizgen plan rahat biçimde uygulanamamıştır. Bu nedenle de kenarlar üzerinde yer alması gereken çıkıntılardan biri burada kullanılmamıştır. Bunun yerine içeride bir bakır üzerine altın yaldızlı ocak yapılmıştır. Köşkün pencereleri altlı üstlü iki sıra halinde olup, alttakiler dıştan demir parmaklıklı, içtekiler sedef ve bağ kakmalı kapaklarla örtülüdür. Üst sıra pencerelerde beyaz camların aralarına kırmızı, mavi, yeşil camlar yerleştirilmiştir. Duvarlar renkli mermer levhalarla, bunların üzeri kubbe eteğine kadar mavi-beyaz çinilerle kaplanmıştır. Köşk içerisinde bulunan bronz mangal Fransa Kralı XV. Lui tarafından Sultan I.Mahmut’a gönderilmiştir. Bu mangal devrin ünlü bronz ustalarından Duplesiss’in eseridir. Bu köşkün ismi kaynaklarda Sarık odası olarak da geçmektedir. Topkapı Sarayı’ndaki kaynaklardan öğrenildiğine göre burada padişah sarıkları korunmakta idi.

Sofa Köşkü (Mustafa Paşa Köşkü-Merdivenbaşı Kasrı):Revan Köşkü’nün bulunduğu havuzlu taşlıktan iki merdivenle Lale Bahçesi’ne inilir. Lale Devri’nde Sofa ismi verilen bu bölümde binaların bakım ve temizliğini sağlayan Sofa Ocağı kurulmuştur.

Revan ve Bağdat köşklerinin yakınında bulunan Sofa Köşkü aynı zamanda Mustafa Paşa Köşkü veya Merdivenbaşı Kasrı olarak tanınmıştır. Köşkün yapım tarihi bilinmemekle beraber Silahtar tarihinde Rus elçisinin 1682’de burada kabul edildiği yazılıdır. Köşk Lale Bahçesi’ni daha aşağı bahçeden ayıran bir duvarın üzerine yapılmıştır. Bu duvarın ortasında yuvarlak kemerli kapıdan girilen köşk bir divanhane, bir özel oda ve bir de ara bölümden meydana gelmiştir. Divanhanenin altlı üstlü geniş pencereleri bulunmaktadır. Duvarları ve tavanı ahşap kaplıdır. Duvarlara açılan oymalı nişler, kapılar ve tavanlar güzel bir ağaç işçiliğini yansıtmaktadır. Duvarlara talik yazı ile Hakani Mehmet Bey’in Hilye’sinden alınma beyitler yazılmıştır.

Mecidiye Köşkü :Dördüncü avlunun sağındaki alçak set üzerinde Mecidiye Köşkü bulunmaktadır. Bu köşk yanındaki Esvap Odası ve Sofa Camii ile birlikte ayrı bir bölüm oluşturmaktadır. Mecidiye Köşkü ve onunla birlikte Esvap Odası Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında Avrupa rokoko üslubunda yapılmıştır. Ancak yapım tarihini belirten bir kitabe günümüze gelememiştir. Yanındaki Sofa Camisi’nin kitabesinden h.1275 (1859) tarihinde yapılmış olduğu belirtilmiştir. Buna göre Mecidiye Köşkü de aynı tarihte yapılmış olmalıdır. Köşkün bulunduğu yerde daha önce yapılmış olan Çadır Köşkü ile Üçüncü Yeri Köşkü bulunuyordu. Çok harap olan bu köşkler yıkılmış ve yerine bugünkü Mecidiye Köşkü yapılmıştır. Buradaki arazide seviye farkı olduğundan köşk üst bahçe seviyesine ulaşabilmek için iki katlı yapılmıştır. Köşkün yapımı sırasında eski köşkün zemini korunmuş, yalnızca üst kısmı yıkılmıştır.

Mecidiye Köşkü beyaz köfeki taşından yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır. Dış cephe duvarları XIX. yüzyıl Avrupa mimarisi etkisinde yarım paye sütun ve ince uzun pencerelerle hareketlendirilmiştir. Köşke cephedeki ahşap kanatlı üç büyük kapıdan girilmektedir. Bunlardan ortadaki kapı zemin katına inişi sağlamaktadır. Köşkün duvarları yabancı ressamların imzalarını taşıyan padişah portreleri, yaldızlı aynalar ve şömineler ile süslenmiştir. Tavanlarında 20–30 kollu kristal avizeler bulunmaktadır.

Harem Dairesi :Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü Babüs-Selam kapısından girilen ikinci avlunun (Birun) sol tarafından başlayarak üçüncü avlu (Enderun) içlerine kadar uzanmaktadır. Haremin yapımına 1578 yılında başlanmış, her padişahın döneminde yeni ilaveler yapılmış ve bu durum XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiştir. Haremin yaklaşık 400 odası, avluları bulunmaktadır. Değişik zamanlarda yapıldığından ötürü de farklı bir bezeme ve mimarisi vardır.

Günümüzde Harem’e Arabalar Kapısı’ndan girilmektedir. Masif demirden ve iki kanatlı olan yay kemerli kapının üzerindeki kitabeden Sultan III. Murat’ın (1574–1595) bu kapıyı yaptırdığı anlaşılmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan Harem’in asıl giriş kapısına kadar uzanan üzeri açık ince uzun bir avlu bulunmaktadır. Bu avlunun çevresinde Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Başhazinedar Ağa ve Başmuhasip Ağa daireleri, Meşhane Kapısı, Kara Ağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu ve Kızlar Ağası Dairesi bulunmaktadır. Bu avlunun karşısına gelen küçük bir holün arkasında da asıl Harem’in giriş kapısı bulunmaktadır. Bunun sağındaki tonozlu bir koridor ise üçüncü avluya (Enderun) açılan Kuşhane Kapısı’na uzanmaktadır. Arabalar Kapısı’ndan kare planlı, pandantiflerin taşıdığı Dolaplı Kubbe denilen yere girilmektedir. Bu bölüm duvarlarındaki büyük gömme dolaplardan ötürü bu isimle tanınmıştır. Kubbe ve duvarlarında bezeme görülmemektedir. Buradaki dolaplarda Kızlar Ağası’nın evrakları korunurdu. 

Dolaplı Kubbe’den çift kanatlı bir kapı ile dikdörtgen planlı, üzeri ayna tonoz ve kubbe ile örtülü şadırvanlı taşlığa girilmektedir. Duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile kaplı olan bu taşlıktaki şadırvan günümüze gelememiştir. Duvarların üst kısmını kaplayan çiniler üzerinde de madalyonlar halinde Peygamber’in cenneti müjdelediği on sahabenin isimleri yazılıdır. Bu bölümün sağındaki Meşkhane Kapısı oldukça dar ve dik bir yokuşa açılmaktadır. Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’daki Kılıç Kuşanma Töreni’nden saraya döndüklerinde bu kapıdan hareme girdikleri bilinmektedir. Meşkhane Kapısı’nın karşısında Kule Kapısı bulunmaktadır. Oldukça yüksek iki katlı kulenin birinci katında taş merdivenlerle pencereli bir bölüme ulaşılmaktadır. Kulenin ikinci katı XVIII. yüzyıl üslubunda yapılmıştır. Şadırvanlı Taşlık’taki Meşkhane Kapısı’ndan üzeri mermer oyma ayet yazılı bir kapıdan Karaağalar Mescidi’nin holüne geçilmektedir. Mescidin duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir. Ayrıca tavanlarda kalem işleri görülmektedir. Mescidin mihrabının karşısına rastlayan üçüncü bir kapıdan cariyelerin eğitildiği Kalfa Mektebi’ne geçilmektedir. Ayrıca bu mescitten bir revak altından geçilerek Karaağalar Koğuşu’na girilmektedir. Her ikisi arasındaki duvar XVII. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir.

Karaağalar Koğuşu uzun bir aralığın iki yanında sıralanan odalardan meydana gelmiştir. Bunlardan birinci kattaki odalar birer kapı ve pencere ile bu koridora açılmıştır. Sol taraftaki odaların duvarları XVII. yüzyıla ait çinilerle bezenmiştir. Bu aralığın sonunda çinilerle kaplı büyük bir ocak dikkati çekmektedir. Üst kattaki mekânlar aralığa eyvan şeklinde açık balkon konumundadır. Bunların önüne mermer korkuluklar yerleştirilmiştir. Aralığın üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Koğuşun birinci katının tümü Kızlar Ağasından sonra Harem’in ikinci konumdaki yöneticisi olan Karaağaların başı, Yeni Saray Başkapı Gulâm Ağa’ya aittir. Sol taraftaki çinili odalar, selamlık, yatak, misafir ve yemek odalarıdır. Yemek odasının duvarında üzerinde “sakihüm rabbihüm şaraben tahura” ayeti yazılıdır. Su ile bağlantılı olan bu ayet saraydaki hemen her çeşmenin üzerine yerleştirilmiştir. 

Karaağalar Koğuşu’nun ikinci katında orta sınıftaki Karaağalara, üçüncü katında Haslılara, dördüncü katı da Acemilere ayrılmıştır. Aralığın sonundaki büyük ocağın sonunda ise Karaağalar otururdu. Koğuşun üst katlara çıkan merdiven girişinin karşısından Kızlar Ağası dairesinin holüne ve Karaağaların tuvaletine geçilmektedir. Bu koğuşta yaşayan Karaağaların görevleri Harem kapılarını kilitlemek, kapılarda nöbet tutmak, arabalara yardımcı olmak, dışardan içeriye hiç kimseyi sokmamaktı.Karaağalar Koğuşu’nun hemen sağında Kızlar Ağası Koğuşu bulunmaktadır. Kızlar Ağası Harem’in baş yöneticisi olup, buradaki giriş çinilerle kaplı büyük bir niş şeklindedir. Kızlar Ağası dairesinin solundan Harem’in asıl giriş kapısına gelinir, çift kanatlı demir kapılardan duvarlarında büyük aynalar olan ve burada Karaağaların nöbet tuttuğu büyük taşlığa geçilir. Aslında bu taşlık Altın Yol’a, Valide Sultan Taşlığı’na ve Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılan kapıların bulunduğu bir geçit yeridir. Asıl Harem’e giriş de burasıdır. Buradaki sağ taraftaki kapıdan Altın Yol’a, soldakinden Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılmaktadır. Üçüncü kapı da doğrudan doğruya Valide Sultan Taşlığı’na geçişi sağlamaktadır.

Kadınefendiler Taşlığı’nın girişinde Kadınefendiler dairesi bulunmaktadır. Burada birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü Kadınefendiler’in daireleri bulunmaktadır. Bu daireler üç tarafı revaklı, üzeri açık bir avlunun çevresinde sıralanmışlardır. Bu daireler kendi aralarında plan olarak farklılık göstermektedir. Birinci Kadınefendi’nin dairesi diğerlerinden daha büyüktür. Dairelerde günlük yaşantı cereyan eder, bunun için de bir mangalın çevresinde alçak sedirlerin yer aldığı iç içe ikişer oda bulunmaktadır. Bu odaların duvarları XVII. yüzyıl çinileri ile kaplanmış, tavanları kalem işleri ile bezenmiştir. İkinci Kadıefendi dairesinin solundaki büyük bir kapıdan merdivenlerle revaklı bir avlu çevresinde sıralanmış dikdörtgen planlı iki katlı cariyeler hastanesine inilir. Valide Sultan dairesinden dar bir koridorla Hünkâr Sofası’na geçilir. Buradaki koridorun sağında Hünkâr Hamamı bulunmaktadır. Hamam Klasik Osmanlı hamamlarının mimari düzeninde, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir. Hamamın küçük ölçüdeki soğukluğundan ılıklığa ve sıcaklığa geçilir. Sıcaklığın ortasında dört çokgen kesitli sütunun taşıdığı kubbe bu bölümün üzerini örtmüş, bunun dışında kalan alanlar tonozlarla desteklenmiştir. Sol taraftaki yaldızlı, bronz parmaklıklı bölüm padişahın özel olarak yıkandığı yerdir. Bunun yanındaki diğer bölmelerde ise mermerden dört kurna bulunmaktadır. Hünkâr Hamamı’nın arkasındaki ikinci hamam Valide Sultan için yaptırılmıştır. Her iki hamamda da süsleme elemanına rastlanmamaktadır.

Hünkâr Hamamı içerisinden ayrı bir kapı ile Hünkâr Sofası’na geçilir. Hünkâr Sofası’nı XVI. yüzyılda Mimar Sinan yapmıştır. XVIII. yüzyılda Sultan III. Osman döneminde büyük bir onarım geçirmiştir. Bu bölüm kare planlı olup, dört sivri kemerin taşıdığı pandantifli büyük bir kubbe ile örtülüdür. Bunun girişinin soluna da tonozlu bir ek bölüm daha eklenmiş böylece Hünkâr Sofası genişletilmiştir. Ek bölüm iki katlı olup, ikinci kat balkon şeklinde Hünkâr Sofası’na açılmaktadır. Giriş kapısının karşısına baldaken tarzında hünkârın oturduğu yer yerleştirilmiştir. Onun sağında ve balkonun altına rastlayan yere de uzunca bir sedir yerleştirilmiştir. Sedirlerin arkasındaki duvarların alt kısımları büyük aynalarla çevrilidir. Bu aynalardan bir tanesi balkona çıkan kapıyı gizlemektedir.

Hünkâr Sofası’nın duvarları XVIII. yüzyılın barok ve rokoko üslubunda ağaç işçiliği ve duvar resimleri ile bezenmiştir. Yalnızca sağdaki duvarda Avrupa etkisinde yapılmış mavi-beyaz çiniler bulunmaktadır. Sofanın kemer ayaklarının bulunduğu bölümde balkon dışında kalan duvarlarda mavi-beyaz renkte çini Ayet-el Kürsi çepeçevre dolaşmaktadır. Duvarların üst kısmındaki bölümler çift vitrayla kaplanmıştır. Hünkâr Sofası’nda yapılan törenlerde balkonda müzisyenler yer alır, balkonun altındaki sedirlerde Valide Sultan, Kadınefendiler, Cariye ve Gözdeler konumlarına göre otururlardı. Diğer duvar diplerine de Kalfalar sıralanırdı. Padişah yerini alınca da buradaki eğlenceler başlardı. Hünkâr Sofası’ndan Çeşmeli Sofa’ya, oradan da Ocaklı Sofa’ya geçilmektedir. Dikdörtgen planlı olan Ocaklı Sofa’dan büyük bir kapı Valide Sultan Taşlığı’na açılır. Bu kapının karşısına önü demir parmaklıklarla çevrili büyük bir ocak yerleştirilmiştir. Valide Sultan Taşlığı’na açılan bu kapının bir diğer ismi de Taht Kapısı’dır. Buradaki sedef kakmalı bir kapıdan Başkadınefendi Dairesi’ne geçilir. Buradaki sofa kubbe ve düz tavanla örtülmüş iki bölüm halindedir. Duvarları çinilerle kaplıdır ve duvarları mavi-beyaz bir çini kuşak çepeçevre dolaşmaktadır. Bu kuşakta Sultan IV. Mehmet’e övgüler yazılıdır. Sofaya ismini veren ocak Harem’in tüm odalarında bulunan mangallara ateş sağlardı.

Harem’in içerisinde en az değişikliğe uğrayan bölüm Sultan III. Murat Has Odası’dır. Has Oda’nın girişi XVI. yüzyıl Klasik Osmanlı çeşmelerinde olduğu gibi mermer bir portal şeklindedir. Kapının üzerinde Sultan III. Murat’ın h.986 (1578–1579) yılında yapıldığını belirten kitabe bulunmaktadır. Has Oda kare planlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile örtülüdür. Buradan Sultan I. Ahmet’in kitaplığına geçilen ikinci bir kapı vardır. Has Oda’yı Mimar Sinan yapmıştır. Burada da baldaken tarzda büyük bir oturma yeri ile büyük ölçüde bir ocak bulunmaktadır. Girişin solunda da Bursa kemeri üslubunda, niş şeklinde bir çeşmeye yer verilmiştir. Has Oda’nın üzerini örten kubbe aşı boyalı bir zemin üzerine kabartma olarak lacivert ve altın yaldızlı palmetler, Rumiler ve geçmelerle bezenmiştir. Bu bezemelerin içerisine yerleştirilen küçük aynalarla da iç mekânda gölge-ışık oyunlarının yapılması sağlanmıştır. Duvarlar boş yer kalmamacasına çinilerle kaplanmıştır. Bu çinilerin üzerinde de Harem’in diğer bölümlerinde olduğu gibi mavi-beyaz çini ile Ayet-el Kürsi yazılıdır. Bu çinilerde mercan kırmızısının kullanıldığı görülmektedir. Çiniler, hatayiler, narçiçekleri, hançer yaprakları ile bezelidir.

Sultan III. Murat’ın Has Odası içerisinden Sultan I.Ahmet’in Okuma Odası’na geçilmektedir. Bu oda kare planlı olup, üzeri Türk üçgenlerinin taşıdığı küçük bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlar kemerler yazıtlı çinilerle kaplanmıştır. Girişin sağında ve karşısında üçer pencere, solunda gömme dolaplar, padişahın yemek odasına açılan kapı bulunmaktadır. Girişin solunda ise yine üzerinde kitabesi olan niş içerisinde bir çeşme bulunmaktadır. Buradaki dolapların, pencere kapaklarının üzerleri sedef, bağ ve fildişi kakmalıdır.  Sultan III. Murat’ın Has Odası’nın çıkışında ve sol tarafta Şehzadeler Dairesi bulunmaktadır. Birkaç basamakla çıkılan iç içe iki odadan meydana gelen bu dairedeki birinci oda kare, ikincisi de dikdörtgen planlıdır. Birinci odaya üzerinde kitabe yazılı bir kapıdan girilir. Bu bölümün duvarları çinilerle kaplı olup, üzeri ahşap bir kubbe ile örtülüdür. Girişin sağında büyük bir ocak ve Gözdeler Taşlığı’na açılan altlı üstlü iki sıra pencere bulunmaktadır. Üst sıra pencereler XVII. yüzyılın vitrayları ile bezenmiştir. Birinci oda girişinin solundaki mermer söveli bir kapıdan ikinci odaya geçilir. Dikdörtgen planlı olan bu odanın üzeri düz bir tavanla örtülmüştür. Duvarlar, pencere araları mavi-beyaz çinilerle kaplıdır. Burada sülüs yazılı bir yazı frizi odayı çepeçevre dolaşmaktadır.

Şehzadeler Dairesi’nden çıkıldığında sol tarafta Gözdeler Taşlığı bulunmaktadır. Burada çerçeveler içerisine alınmış üç çini pano görülmektedir. Bu panoların arkasından Kutsal Emanetler Dairesi’ne geçilmektedir. Sonraki yıllarda Altın Yol’un bu bölümü üzerine Gözdeler Dairesi yapılmıştır. Çini panoların bulunduğu bu bölümün karşısından Altın Yol’a geçilir. Oldukça dar, yüksek tavanlı bir koridor halinde olan bu yolun sağında Valide Sultan Taşlığı revakı, solunda da Enderun’un bulunduğu üçüncü avlu yer almaktadır.

Kutsal Emanetler Dairesi (Hırka-i Saadet) :Yavuz Sultan Selim’in Mukaddes Emanetleri Mısır Memluklarının hazinesi ile birlikte İstanbul’a getirmesinden sonra sarayda Has Oda’da korunmuştur. Enderun’da bulunan Has Oda’nın Haliç tarafındaki Divan Yeri de denilen çift sıra sütunlu, kubbeli geniş revakı Sofayı Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılmaktadır. Topkapı Sarayı’nın müze oluşundan sonra ayrı bir bölümü oluşturmuştur. Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi, XVI.-XVIII. yüzyıla tarihlendirilen değişik çinilerle bezenmiştir. Burada Türk çini sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir. Hırka-i Saadet Dairesi her yıl Ramazan ayının 15. günü başta Osmanlı Padişahı olmak üzere sarayın önde gelen kişileri, devlet ricali tarafından ziyaret edilirdi. İlk defa Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan bu gelenek, Sultan VI. Mehmet’e kadar devam etmiştir.

Ramazan’ın 15. günü padişah Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelir, Tülbent Ağası süngerler ve gümüş taslar içerisinde gül suyu getirirdi. Silahtar Ağa süngerlerden bir kaçını alır gül suyunun içerisine batırdıktan sonra padişaha uzatırdı. Padişah da Hırka-i Saadet Dairesi içerisinde bulunan büyük gümüş şebekeyi gülsuyuna batırılmış süngerle temizlerdi. Bundan sonra Hırka-i Saadet’e ziyaret ertesi günü öğle namazından iki saat önce başlardı. Padişahın Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelişinden sonra Has Odalılar gümüş şebeke içerisindeki Peygamber’in hırkasının bulunduğu sandığı altınla kaplı bir sehpa üzerine koyardı. Padişah Besmele ile sandığın altın anahtarını çevirerek çekmeceyi açardı. Hırkanın bulunduğu yedi bohçanın incili şeritleri teker teker açılır ve hırka meydana çıkarılırdı. Hırka-i Saadet’i ziyaret hırkanın sağ omuzu üzerine konan tülbendi öpmekten ibaretti. Tülbendi her öpen anı olarak tülbendi alır ve yerine yenisi konurdu. Başta padişah, devlet erkânı, saray erkânı, Harem Ağaları, Enderun-u Hümayun, Zülüflü Ağalar ayrı ayrı Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi. Padişah sağında Sadrazam, solunda Kızlar Ağası olmak üzere sandığın başında durur, bu sırada Has Odalı ağalar yüksek sesle Kuran okurdu. Ziyaretten sonra padişah hırkayı yine altın sandığa koyar ve kilitlerdi. Hırka-i Saadet diye isimlendirilen Hz. Muhammed’in hırkası 1.24 m. boyunda geniş kollu siyah yünlü bir kumaştan dokunmuştur. Ancak hırkanın üzerinde bazı eksiklikler bulunmaktadır. Hz. Muhammed bu hırkayı Mekkeli Şair Kâab bin Züher’e hediye etmiştir. Muaviye bin dirhem gümüş karşılığında bu hırkayı almak istemiş, Kâab buna razı olmamış, ölümünden sonra bin dirhem gümüş karşılığında veresesi tarafından satılmıştır. Hırka-i Saadet Emevilere, Abbasilere, Memlukluların eline geçmiş, sonra da Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra da İstanbul’a getirilmiştir.

Hırka-i Saadet Dairesi’nde Uhut Savaşı sırasında Hz. Muhammed’in kırılan dişinin bir parçası, Nakşi Kademi Şerif denilen Hz. Muhammed’in Miraç sırasında bastığı ve ayağının izinin çıktığı taş, Ukap diye isimlendirilen siyah renkli Sancağı Şerif, Kâbe suyunun akması için ahşap üzerine altın kaplanmış altın oluk, Bağdat’ta bulunan ve İstanbul’a gönderilen Mührü Saadet, Hz. Muhammed’in teyemmüm için kullandığı söylenen Teyemmüm Taşı, Name-i Saadet denilen İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz. Muhammed’in başta İran, Mısır ve Bizans olmak üzere pek çok kişiye dine davet mektupları, Kuranların yanı sıra Mesahifi Şerifeler, Süyuf-u Mübareke diye isimlendirilen 20 adet kılıç bulunmaktadır. Bu kılıçların Hz. Muhammed’e, Hz. Davut’a, Hz. Ebubekir’e, Hz.Ömer’e, Hz. Osman’a, Hz. Zeynel Abidin’e, Hz. Zübeyr İlmi Al Avam’a, Ebül Hasan’a, Caferi Tayyar’a, Halid bin Velid’e, Ammar bin Vasr-ül Muays’e ve diğer kirama ait olduğu bilinmektedir. Bunların yanı sıra Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra Mekke Şerifi Muhammed Ebu-l Berekât Harem-i Şerif’in anahtarı ve kilidi, Lihye-i Saadet denilen Sakal-ı Şerifler, Hz. Musa’nın budaklı ağaçtan asası, Hz. Muhammed’in altın yaldızlı muhafaza içerisindeki yayı, altın ve gümüş çerçeveli Hacer-i Esved, Hz. İbrahim’in mavi mermerden tenceresi, Bab-ü Tövbe kanadı, Hz. Muhammed’in gaslinde kullanılan suyun şişesi, üzerinde Ayet-el Kürsi yazılı nalınlar, Hz. Fatma’ya izafe edilen seccade bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 3 Nisan 1924’te müze haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürü de Tahsin Öz olmuştur. Müzede geçici ve sürekli sergi mekânları, kubbe altı, Arz odası, Enderun Kütüphanesi, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sünnet Odası, Harem, Zülüflü Baltacılar Koğuşu gibi teşhir alanları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra silahlar, İstanbul cam ve porselenleri, işlemeler, hazine, kaftanlar ve padişah portreleri gibi bölümler bulunmaktadır.

Hazine Bölümü:İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı hazinesi bir süre Yedikule Hisarı’nda korunmuş, Saray-ı Cedid-i Amire adı ile tanınan Topkapı Sarayı’na 1478 yılında taşınmıştır. Hazine Odası olarak kullanılan bir bölüm II. Avluda kubbe altının sağında korunmaktadır. Hazine Odası günümüzde dört odadan meydana gelmiştir. Bunlardan birinci odada Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında getirdiği eserler bulunmaktadır. Burada altın ve gümüş yaldızlı üzengiler, firuze zümrüt ve altın süslemeli taslar bulunmaktadır. İkinci oda zümrüt ve zümrütlü eserlere ayrılmıştır. Burada Sultan I.Ahmet’e (1603–1617) ait olan zümrütlü askılar, hançerler, mine ve altınlı kaplar bulunmaktadır. Hazinenin üçüncü odasında en önemli eseri ve aynı zamanda Topkapı Sarayı’nın simgesi olan Kaşıkçı Elmasıdır. Bu elmasın ilginç bir öyküsü vardır: Kaşıkçı Elmasının Osmanlı Saray hazinesine nasıl geldiğine açıklık getiren, saray arşivinde ve ne de başka yerlerde yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Elmasın saraya gelişi farklı biçimde yorumlanmış, ancak hiç birisinde gerçeği yansıtan bilimsel bir belge ortaya konulamamıştır.Yerli ve yabancı kaynaklarda Pigot elması olarak isimlenen ve günümüzde nerede olduğu bilinmeyen bir elmastan söz edilmektedir. Pigot elmasının Kaşıkçı elması olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır. Bunu ortaya atanların dayandığı tek nokta Pigot elmasının 85,5 kırat, Kaşıkçı Elmasının da 86 kırat oluşudur.

Pigot elması ile ilgili öykülerden birine göre, elmas Madaras Mihracesinden satın almıştır. Bunun ardından birçok kez el değiştirmiş ve sonunda Napolyon Bonaparte’nin annesi tarafından satın alınmıştır. Napolyon’un annesi oğlunu Elbe adasındaki sürgünden kurtarabilmek için elması satışa çıkarmış, Mora Valisi Tepedelenli Ali Paşanın bir subayı tarafından 150.000 altına satın alınmış ve Paşaya hediye edilmiştir. Söylentiye göre de Ali Paşa elması kavuğunun ön kısmındaki sorgucunun ortasına koydurmuştur. Dr. Ülbercht Wirth isimli bir Alman yazarı “Der Balkan” isimli kitabında bunu gösteren bir resmi yayınlamıştır. Tepedelenli Ali Paşa gözden düştükten sonra padişah tarafından öldürüleceğini anlamış ve yakınlarına elmasın toz haline getirilmesini, karısının da öldürülmesini istemiştir. Ancak Onun bu vasiyeti yerine getirilmemiştir. Paşa öldürüldükten sonra hazinesi İstanbul’a getirilmiş ve Topkapı Sarayındaki devlet hazinesine konulmuştur.

Bir başka söylentiye göre de Kaşıkçı elması Ayvansaray yakınındaki bir çöplükte bulunmuştur. İstanbul’un Latinler tarafından soyulduğu günlerde Latinlerin arasında bulunan Robert Clari Bizanslıların hazinelerinden, altın taçlarından, mücevherlerinden söz etmiştir. Bizans hazinesine ait olan bu elmasın çöplüğe nasıl düştüğü bilinmemektedir. Tarihler bu konuda sessiz kalmıştır. Ayvansaray’daki çöplükte rastlantı sonucu bulunan elmasın Osmanlı sarayına gelişini Raşit Tarihi ile Defterdar Sarı Mehmet Paşanın Zubde-i Vekaiyat isimli eserinde “Zuhur’u Elmas-ı Kıymet” olarak şöyle yazmışlardır: “İstanbul’da Eğrikapı mezbelesinde bir müdevver taş bulunup bulan gafil-i bi-baht bir yaymacı kaşıkçı ile üç kaşığı mübadele. Ba’dehu kuyumculardan biri mezbur kaşıkçıdan ol taşı on akçeye mübayaa eylemiş ve yine kendü esnafından birine göterip elmas olduğu nümayan oldukta hisse talebi ile ol dahi şerik olmak isteyüp beyinlerinde niza vaki ve giderek bu ahval kuyumcubaşıya mün’akis oldu. Kuyumculara birer kese akçe verip taşı ellerinden aldığı Vezir-i Azam Mustafa paşa Hazretlerinin mesmuu oldukta kuyumcubaşıdan kendü için almak daiyesinde iken taraf-ı padişahiye aks olup talebini müş’ir hattı hümayun sadir olup. Hasılı taş meydana çıkarılıp işletildikte 84 kırat bir adım’ül misl elmas zuhur etmeğin Hazine-i Hümayun’a zapt olunup bu mukabelede kuyumcubaşıya kapucubaşılık tevcihi ile ikram ve birkaç kese akçe in’am olundu” 

Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümünde özel bir vitrinde 7610 numaraya kayıtlı olarak sergilenen Kaşıkçı Elması 42x35x16 m/m; çevresindeki pırlantalarla birlikte 70x60 m/m ölçüsündedir. Pershape (armut) biçiminde ve Briolette kesimlidir. Çevresinde iki sıra halinde altın yuvalar içinde 49 pırlanta bulunmaktadır. Bu pırlantalar klasik kesimde ve en tepedeki Kaşıkçı Elmasına eş deş biçimde 11x8 m/m boyutundadır. Bu küçük pırlantanın iki yanından başlayarak elması çevreleyen diğer pırlantalar çeşitli ölçülerdedir. En küçükleri 5x5 m/m, en büyükleri de 8x8 m/m boyutlarındadır. Elmasın alt kısmı foya adı verilen ince bir gümüş varak ve onunda altı 12 ayar altın plaka ile kaplanmıştır. Bu bölümde ayrıca bayram tahtı, Osmanlı nişanları, Sultan III. Selim’in avizesi, Sultan II. Mahmut’un pembe sarı mineli güller ve aralarında mavi çiçeklerin de bulunduğu resmi, altın şamdanlar, tuğlar bulunmaktadır. Hazinenin dördüncü odasında İran Hükümdarı Şah İsmail’e ait olduğu üzerindeki yazılardan anlaşılan kemer, pazubent ve bir de kupa vardır. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’a ait fildişi ayna, Nadir Şah’ın Sultan I. Mahmut’a (1730–1754) armağan ettiği taht, çeşitli altın yaldızlı Kuran muhafazaları, murassa bastonlar, murassa kupalar, mineli hançerler ve mücevherli sorguçlar bulunmaktadır.

Silah Seksiyonu (Dış Hazine) :Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır. Fatih döneminde II. Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı. Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı. XVI.- XVII. yüzyıllarda ve dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı. Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı. Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi.

Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi dünyanın sayılı silah koleksiyonlarını bir araya getirmiştir. Bu bölümde VII. Yüzyıldan XX. yüzyıla kadar uzanan pek çok silah teşhir edilmektedir. Burada on binin üzerinde silah bulunmaktadır. Osmanlı Devletinde ilk kez silahlar Cebehane ismi altında Edirne’de toplanmış, daha sonra İstanbul’da Aya İrini’de koruma altına alınmış ve bunların büyük bölümü de Topkapı Sarayı’na götürülmüştür. Topkapı Sarayı’nda silahlar iç hazinede saklanmaktadır. İç Hazine kalın duvarlarla çevrili dikdörtgen bir mekân olup, burası üç büyük payenin taşıdığı sekiz kubbe ile örtülüdür. Yapı üslubundan bu bölümün XV. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda onarılmış ve değişikliğe uğramıştır. Son olarak da XVIII. yüzyılda salonun kuzeyine bir bölüm eklenmiştir. Topkapı Sarayı Silah Bölümünde Arap, Memluk, İran ve Osmanlı silahları önemli bir yer tutmaktadır. Burada koleksiyonun en eski örnekleri olan Arap kılıçları, Memluk kılıçları, Memluk zırhları, miğferleri, baltaları, topuzları, şeşperleri, mızrakları, alemleri; ganimet veya hediye yolu ile toplanan İran silahları arasında kılıçlar, baltalar, miğferler, zırhlar, topuzlar, şeşberler, mızraklar, ok ve yaylar, alemler bulunmaktadır. Topkapı Sarayı’nda Türk dönemine ait silah koleksiyonu dünyanın en zengin koleksiyonlarındandır. İstanbul’un fethinden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar geçen süre içerisinde toplanan bu silahlar arasında, kılıçlar, yatağanlar, zırhlar, miğferler, tüfekler, tabancalar, baltalar, topuz ve şeşberler, ok ve yaylar, at başı zırhı, mızraklar, kalkanlar, alemler kronolojik bir sıra halinde sergilenmiştir.

Cam ve Porselen Bölümü:Topkapı Sarayı Müzesi’nde İstanbul’da yapılmış yerli porselenler ve Çin porselenleri ayrı bir bölümü meydana getirmiştir. Yıldız Sarayı’nda kurulan atölyede yapılmış olan eserler başta olmak üzere XVIII. yüzyıldan itibaren Galata, Beykoz, Eyüp ve Balat’taki çini ve çömlek atölyelerinde yapılan porselenler ve cam işleri burada bir araya getirilmiştir. Eser-i İstanbul damgalı eserlerin yanı sıra Beykoz imalathanesinde yapılan porselenler, Venedik işi camlar yine bu bölümdeki önemli eserler arasındadır. Ayrıca Hüseyin Zekai Paşa imzalı Yıldız porselen tabağı, Sultan II. Abdülhamit armalı porselen fincan ve tabaklar, çay takımları, tuğralı saatler, değişik tipte çeşmi bülbüller, çeşmi bülbül sürahiler, kristal leğen ve ibrikler, vazolar, aşure testileri, porselen levhalar, seledon kaplar, Çin Mink Çağı ibrik ve kâsesi, mavi-beyaz çini tabak, Mink Çağı’na ait tabak, Atam imzalı Yıldız porselen sürahisi, Yıldız işi Topkapı Sarayı’nın ikinci kapısının resmedildiği kapaklı kâse, padişah portreli fincan ve tabaklar, İsveç vazosu, Sevr porselenleri, Japon porselenlerinin çeşitli örnekleri bölümün başlıca eserleri arasındadır.

Kaftanlar Bölümü:Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli imalathanelerinde yapılmış saray mensupları için özel olarak dokunmuş saray kumaşları bu bölümün başlıca eserleri arasındadır. Ünü Avrupa ülkelerine kadar yayılmış olan Bursa tezgâhlarında dokunan çatma, kadife, atlas, çuha, kemha kumaş örnekleri yine bu bölümde sergilenmektedir. Enderun hazinesinden Topkapı Sarayı Müzesi’nin bu bölümüne geçen kumaşların bir kısmı hediye, savaş ganimeti, sipariş ve satın alma yolu ile elde edilmiştir. Bu eserler üzerinde yüzyılların birikimi, özellikle padişahın iç ve dış giysileri görülmektedir. Osmanlı geleneğine göre ölen padişahların tüm giysileri bohçalanır, mühürlenir ve Silahtar Hazinesinde saklanırdı. Bu nedenle de padişahlara özgü giyim eşyaları sarayın önemli bir koleksiyonunu oluşturmuştur. Bunların arasında Fatih Sultan Mehmet’in 21 kaftanı, Kanuni’nin 77 kaftanı, Sultan I. Ahmet’in 13 kaftanı, Sultan II. Osman’ın 30 kaftanı ve Sultan IV. Murat’ın 27 kaftanı bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Sultan II. Beyazıt’ın kaftanı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ipek kaftanı, Kemha Kaftan denilen kaftanlar, Seraser kaftanlar, çatma kaftanlar ve Selimiye denilen kumaşlar bulunmaktadır. Bu bölümde Çatma, Çuha, Atlas, Gezi, Hatayi, Kadife, Kemha, Seraser, Sof, Serenk denilen örnekler de vardır.

İşlemeler Bölümü :Topkapı Sarayı İşlemeler Bölümünde Selçuklular döneminden başlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar süren zaman dilimi içerisinde Türk işlemeleri, motifleri ve düzenleri ile bir arada sergilenmiştir. Bu işlemelerin üzerinde çeşitli bitkiler, güller, narçiçekleri, sümbüller, laleler, karanfiller, çarkıfelekler, çeşitli meyveler, yapraklar, Çin bulutları, üç benekler ve çintemaniler bulunmaktadır. Bu işlemelerdeki motiflerde peyzaja önem verilmiş, özellikle çiçeklere özen gösterilmiş, kıvrık dallar, meyveler, fiyonklar ve vazolar da onları tamamlamıştır.

Bu bölümde Buhara işi örtü, çeşitli makrameler, sedir yastıkları, bohçalar, nişan bohçaları, kadın giysileri, kaşbastılar, mendiller, çevreler, uçkurlar, ayna örtüleri, nihaliler, berber futası, yorgan yüzleri, yastık yüzleri, taht örtüsü, taht saçağı, deri üzerine altın simle işlenmiş kutu, üç etekler, XVII. yüzyıl çizmeleri, çeşitli yazmalar, peşkirler, hilatlar, kahve örtüleri sergilenmiştir.

Padişah Portreleri Bölümü :Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı padişahlarına ait portreler zaman zaman sergilenmektedir. Çoğunlukla Avrupalı ressamların yaptığı bu portrelerin sergilenmesini ilk kez Atatürk istemiştir. Çeşitli nedenlerle gerçekleşemeyen bu sergileme II. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmıştır. Saray-ı Enderun denilen üçüncü avluda ilk kez Osmanlı padişahlarının, sultanların ve devletin önde gelen kişilerinin tabloları sergilenmiştir. Daha sonra bu sergileme ayrı bir bölüm oluşturmuştur.

Bu portreler arasında Sultan Osman’ın XVII.-XVIII. yüzyıla tarihlenen, Dr.Marten tarafından 1929 yılında müzeye hediye edilen portresi, Baiazıtth’nin yapmış olduğu Yıldırım Beyazıt’ın portresi, XVII.-XVIII. yüzyılda resmedilmiş, 1943 yılında T.K.Koperler’den satın alınan Çelebi Mehmet’in, Sultan II. Murat’ın yağlı boya resimleri, Fatih Sultan Mehmet’in 1865’te Venedik’ten Sir Henry Layard’dan satın alınan ve Dolmabahçe Sarayı’ndan müzeye getirilen yağlı boya tablosu, Sultan II. Beyazıt’ın XIX. yüzyılda Fransa ekolünce yapılan tablosu, Yavuz Sultan Selim’in 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilen yağlı boya portresi, A.Ehrenfeld’den 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınan Kanuni Sultan Süleyman’ın tuval üzerine yağlı boya tablosu, orijinali Münih’te bulunan bir sanatçının elinden kopya olarak çıkmış Kanuni Sultan Süleyman tablosu, Venedik ekolü bir ressamın XVI. yüzyılda yaptığı Yavuz Sultan Selim portresi, Sultan III. Murat’ın, Sultan III. Mehmet’in Fransız ekolü yağlı boya tabloları, Sultan I. Ahmet’in, Sultan IV. Murat’ın, Sultan İbrahim’in, Sultan IV. Mehmet’in, Sultan II. Süleyman’ın, Sultan II. Ahmet’in, Sultan II. Mustafa’nın, Sultan III. Ahmet’in, Sultan I.Mahmut’un, Sultan III. Osman’ın, Sultan III. Mustafa’nın, Sultan I.Abdülhamit’in, Sultan III. Selim, Sultan IV. Mustafa, Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murat, Sultan II. Abdülhamit, Sultan V. Mehmet Reşat’ın tabloları bulunmaktadır. Bu tablolar yabancı ressamlar tarafından XVI.-XIX. yüzyıllar arasında yapılmıştır. Bu resimler Osmanlı saray giysileri konusunda da ayrı bir bilgi vermektedir. Son Osmanlı hükümdarı IV. Mehmet Vahdettin’in duralit üzerine yağlı boya tablosu Antranik isimli bir sanatçı tarafından 1915–1916 yılında fildişi üzerine yapılmış olup, buradan Yaşar Çallı tarafından büyütülmüştür.

Saat Seksiyonu (Silahtar Hazinesi) :Saatler Enderun Avlusu’nda Hırka-i Saadet Dairesi’nin yanında Eski Silahlar Hazinesi’nin bulunduğu yerde teşhir edilmektedir. Bu bölümde çeşitli dönemlerde kullanılmış 350’ye yakın saat bulunmaktadır. XVIII.-XIX. yüzyıllara tarihlendirilen bu saatler içerisinde 30 kadarı Türk yapımıdır. Diğerleri Avrupa’dan satın alınmış ve Sultanlara hediye edilmiştir. Türk saatlerinin en eskisi 4 adet olup, XVII. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Türk saatleri imzalı ve üzerlerinde yapan ustaların isimleri yazılıdır. Saatlerin muhafazaları, kadranları ince bir işçilik göstermektedir. Aynı zamanda Osmanlı kuyumculuk sanatı ağaç ve maden işçiliği ile birleşmiştir. XIX. yüzyıldaki saatçi ustalarının büyük çoğunluğu Mevlevi olduğundan bazı saatler Mevlevi sikkesi biçiminde yapılmıştır. Arşiv belgelerinden öğrenildiğine göre padişahlar bu saatçi ustalarını himaye etmişlerdir.Topkapı Sarayı’nda yabancı kökenli saatler çoğunluktadır. Bunların başında İngiliz, Alman, Avusturya, Fransız, İsviçre ve Rus saatleri gelmektedir. Büyük çoğunluğu yabancı devlet adamlarının elçiler vasıtası ile sultanlara hediye ettikleri saatlerdir. Bu saatler arasında ünlü Markwick-Markham, Le Roy markaları da bulunmaktadır. Saraya hediye edilen saatlerin çoğu Osmanlılar için özel olarak yapıldığından rakamlar Arapçadır. İçlerinde müzik kutulu olan saatler de bulunmaktadır.

Sultan III. Ahmet Kütüphanesi :Topkapı Sarayı’nın III. Avlusunda, Enderun’da Arz Odası’nın arkasında bulunan kütüphaneyi Sultan III. Ahmet 1719 yılında yaptırmıştır. İlk yapılışında Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 3.515 yazma eser burada bulunuyordu.

Kütüphane zemin kat üzerine tek katlı olarak yapılmıştır. Kitapların rutubetten korunması amaçlanmış, ön kısmına merdivenle çıkılan dar bir revak yerleştirilmiştir. Bunun önüne de aynı dönemde bir çeşme yapılmıştır. Kütüphane içerisinde okuma için gerekli aydınlatma iki sıra halindeki altlı üstlü pencerelerle sağlanmıştır. İç kısımda duvarlar XVI. yüzyıl çinileri ile bezenmiştir. Ayrıca kitap dolaplarının kapakları sedef, fildişi ve kakma olarak ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir. Duvarlarında da hattat padişahlardan olan Sultan III. Ahmet’in bir yazısı bulunmaktadır. Kütüphane içerisinde Sultan III. Ahmet’in vakfiyesi, kitapların ilk envanter defteri ve kütüphane temelinin atıldığı bir kazma bulunmaktadır. Bu kazma aynı zamanda Sultan Ahmet Camisi’nin yapımında da kullanılmıştır. Kütüphanede Osmanlı Hat, Minyatür ve Tezhip sanatının en güzel eserleri bir araya getirilmiştir. Piri Reis Haritası da burada bulunmaktadır.

Saray Mutfakları:Topkapı Sarayı II. Avlusunun girişinin sağında yer alan Saray Mutfaklarına üç ayrı kapıdan girilmektedir. Bu kapılardan biri Kiler-i Amire Kapısı, ortadaki Has Mutfak Kapısıdır. Bab-üs Sade Kapısına yakın olan üçüncü kapı Helvahane Kapısıdır. Mutfaklar ayrı birimler halinde olup, iki taraftan saçaklı bir servis yolu üzerindedir. Birun ve Enderun için yemek pişirilen mutfakta on ayrı göz vardır. Ulufe dağıtımında ve şenliklerde de bu mutfaklarda yemekler hazırlanmaktadır.

Mutfaklar sarayda yaşayanlar ve çalışanlar için ayrı bir düzen içerisindedir. Padişah mutfağında yalnızca padişah için yemek pişirilir ve çeşitli yemekler özel olarak hazırlanırdı. Padişah mutfağında Serçini denilen bir baş aşçı ile 12 yardımcı aşçı görev yapardı. Serçini denilen baş aşçı aynı zamanda elçi kabullerinde ve padişahın kullandığı porselen takımların da sorumlusu idi. Saray mutfağı için imparatorluğun değişik yerlerinden canlı hayvanlar, sebzeler, meyveler ve baharat getirilirdi. Oldukça kalabalık bir kadrosu olan mutfakların asıl sorumlusu Matbah-ı Âmire Emini olup, bu görev vezir rütbesine yakın derecede idi. Mutfaklarda tatlıların yapıldığı helvahanelerin yapıldığı Helvacıbaşı kalabalık bir ekiple tatlı yaparlardı. Kilercibaşı personelin yönetimini üstlenmiştir ve aynı zamanda mutfaklarda görev yapanların göreve getirilmeleri veya işlerine son verilmeleri ile ilgilenirdi.

Günümüzde Kiler-i Âmire’nin kapısından girince sağ tarafta bulunan vekilharç dairesi onarılmış ve müze atölyeleri haline getirilmiştir. Fotoğraf atölyesi ile konservasyon atölyesi de burada bulunmaktadır. Bunun karşısındaki kiler ve yağhane ise onarılmış ve Müze Saray Arşivi olarak kullanılmaktadır. Yağhane binasının yanındaki iki katlı ahşap Aşçılar Mescidi bugün de korunmaktadır. Mescidin iki yanında aşçılar, helvacılar ve tablakârların koğuşları bulunuyordu. Günümüzde bu mekânlar müze teşhir salonu olarak kullanılmaktadır. Aşçılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılan binada Gümüşler, Avrupa porselenleri ve Billûrlar teşhir edilmekteydi. 1999 depreminden sonra bu bölümlerden Gümüş seksiyonu dışındakiler ziyarete kapatılmıştır. Karşıda ayrı bölümler halinde müze teşhir salonları haline getirilmiş mutfaklarda, Çin ve Japon porselenleri teşhir edilmektedir.

Has Ahırlar (Istabl-ı Âmire) :Has Ahırlar ince uzun bir yapı olup, kuzey ucunda üzeri kubbe ile örtülü bir mekân ve onunla bağlantılı odalar, Raht-ı Hümayun Hazinesi bulunuyordu. Burada padişah ve yüksek rütbeli kişilerin atlarında kullanılan değerli taşlarla süslenmiş koşum takımları, eğerler korunuyordu. Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odaları da bulunuyordu. Istabl-ı Âmire’de (Has Ahır) Osmanlı kaynaklarından öğrenildiğine göre, 3.000’den fazla kişi görev yapıyordu. Ayrıca sarayın bahçelerinde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bu kısma bağlı örgütlenme, tavla, atölye ve çeşitli binalar da bulunmakta idi.

Saray Camileri

Ağalar Camisi (Saray Kütüphanesi)
:Ağalar Camisi Enderun avlusunun Haliç tarafında, Has Oda’dan evvel yer almaktadır. Padişahlar, Akağalar ve İçoğlanların ibadeti için kullanılan bu caminin, Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451–1481) yapıldığı sanılmaktadır. Cami Mekke’ye yönelik olması için hafif diagonal biçimde yerleştirilmiştir.

Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbeli olup, yanında tek şerefeli taş gövdeli yuvarlak bir minaresi bulunmaktadır. Günümüzde Saray Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Kütüphanede sultanların hazinelerinde sakladıkları el yazmaları ile sarayın çeşitli köşk ve koğuşlarından toplanan son derece kıymetli el yazma ve minyatürlü kitaplar bulunmaktadır.

Beşir Ağa Camisi: Istabl-ı Amire’nin güney ucunda Beşir Ağa Camisi vardı. XVI. yüzyılda yapılan bu caminin yanına bir de hamam yaptırılmıştır. Buradaki caminin yerine I. Mahmut döneminde(1730–1754) Harem ağası olan Beşir Ağa tarafından XVIII. yüzyılda bugünkü cami yeniden yaptırılmıştır. Bu nedenle de cami Beşir Ağa Camii olarak bilinmektedir. Cami kesme taştan kare planlı olup, fevkani bir yapıdır. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür.

Aşçılar Mescidi: Sarayın mutfaklar bölümünde, Yağhane binasının yanında Aşçılar Mescidi bulunmaktadır. Mescit, fevkâni ahşap bir yapı olup, üzeri kırma çatı ile örtülüdür.

Sofa Camisi: Sofa Ocağı denilen koğuşun ve Mecidiye Köşkü’nün yanında bulunan bu camiyi Sultan II. Mahmut yaptırmıştır. Kaynaklardan burada daha önce yapılmış bir mescidin olduğu öğrenilmektedir. Cami kesme taştan kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Küçük ölçüde bir camidir. Yanındaki minaresi kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

Haremağaları Mescidi :Harem’in içerisinde bulunan bu cami fevkani, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Cami yuvarlak kemerli kesme taş bir koridorun üzerinde Harem’e bitişiktir. Kare planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Cephe görünümü bir sıra kesme taş, bir sıra tuğla dizisi ile hareketlendirilmiştir. İbadet mekânı iki yan kenarında altlı üstlü ikişer, mihrap yanında da altlı üstlü birer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen mermer söveli olup, üzerleri tuğladan yuvarlak sahte kemerlidir. İkinci sıra pencereler sivri kemerli ve vitraylıdır. Minare yer konumundan ötürü caminin kubbe ile birleştiği yerde, kesme taştan ve şerefesiz olarak sembolik yapılmıştır.
 

Kenthaber Kültür Kurulu

Yayın Tarihi : 2 Mart 2009 Pazartesi 12:58:51
Güncelleme :7 Haziran 2009 Pazar 14:20:16

Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?