Avrupa Birliği (AB) Türkiye'ye baskı yapıyor…
Baskı üç temel noktada toplanıyor.
1-) İnsan hakları (Etnik koruma, azınlık hakları, ve yerel dil özgürlüğü)
2-)Özelleştirme
3-)Demokratikleşme..
Bu üç noktaya da itiraz etmeyenler vardır. Saygı duymamız gerekir…
Ancak bu AB kriterlerinde İnsan hakları kavramında hiçbir zaman sosyal haklar yani geniş kitlelerin en yaşamsal hakları, gıda, eğitim gibi konular yer almaz…
Örneğin asgari ücret düzeyinin "açlık sınırı"nın altında oluşuyla pek ilgilenmez…
Bir öğretmen maaşının 600 dolar civarlarında olmasıyla pek ilgilenmez. Polis maaşlarını miktarını bile bilmez.
Geçen gün yayınlanan OECD raporundaki satın alma gücünde Türkiye'nin, Avrupa'nın en kötü ülke olmasını bir insan hakları ihlali olduğunu düşünmez..
Örneğin, eğitim konusunun devletin aslı görevi olduğunu altını çizmez… Tüm öğrencileri bir şekilde Özel eğitme tabi tutulması konusunda ağzını açmaz..
Bunu örneklendirelim isterseniz: Eğer çocuğunuz ilk öğretim okulunun son üç sınıfına gelmişse yani orta okula geçmişse hemen bir özel eğitim kurumuna derse göndermek zorundasınız. Çünkü çocuğunuz daha iyi eğitim alması için Anadolu lisesine veya fen lisesine gitmek zorunda olduğunu düşünürsünüz. Haklısınız. Veya çocuğunuz lisedeyse iki okulda birden okumak zorundadır. Çünkü, Üniversiteye girebsilmek için amansız ve insafsız bir yarışın içine girecektir…
Veli çocuğuna bu imkanı sağlayabilmek için, varını yoğunu harcayacaktır. Eskilerin deyimi ile "k…daki donunu satacaktır" Dünya bankası uzmanlarına göre bu harcama çocuk başına 5 bin doların üzerindedir…
Bu iki yönden insan haklarına aykırıdır..
a-)Genç dimağlar oyun çağında, gereksiz bilgi yüklemesiyle düşünemez hale getirilmektedir. Çocuk tüm gününü ev, okul ve dershane arasında kitap sayfalarının içinde kaybolmaktadır. Sonuç ya isyankar, ya da ansiklopedik bilgi yüklü sonuç olarak bir şey üretmeyen biri olarak ortaya çıkmaktadır. Şöyle bakın bir etrafınıza böyle binlerce genç göreceksiniz…Okul çevrelerinde uyuşturucu satan aşağılık herifler hangi kaynaklardan besleniyor dersiniz…
b-)Ancak AB'nin anladığı insan hakları PKK haklarıyla sınırlıdır… Ürettiği İnsan Hakları Derneği (İHD) de zaten bu görevi üstelenmiştir...
Ayrıca dil zorunluluğu ise başka bir komedi. Almanya'nın sözde demokrat Başbakanı eski komunist, yeni nazi özentisi başbakanı Markel'in yeni icadı: Vatandaş Almanca konuş… Eğitimde tek dil Almanca'dır… Eğer bir Türk çocuğu okulda Türkçe konuşursa o gün bahçeye süpürcektir… İşte bunan ilkellik denir… Post modern ilkel kavramlar işte böyle gelişiyor.
Ayrıca bu etnik haklar konusu Fransa'da bir tabudur. İnternette bile etnik konular hakkında bir arayştırma yaptığınızda ertesi günü kapınızda gizli polisten birilerini bulabilirsiniz… Bunları ben söylemiyorum… İnternet hizmeti sağlayan firmalar söylüyor… Tabi bu arada haberleşmenin gizliliğinin de insan haklarıyla ve demokrasiyle ne kadar bağdaştığı da ayrı bir konu..
Ayrıca Türkiye'de faaliyet gösteren yüzlerce Sivil Toplum Örgüt'ü ise sadece bir maske altında istihbari bilgi topladığı da artık her kesin malumu.
Bu konu çok uzun ve detaylı anlatmakla bitmiyor…
Biz burada kısa keselim…
AB, özelleştirme konusunda iki yüzlülüğünde ötesine geçmiş, artık emperyal duygularını dikte ettirmeye başlamıştır. Şöyle bir düşünün Türkiye'de ne var ne yok sattıran AB ve onun ekonomik yalakası IMF (Her iki örgütte IMF ve AB, bir ABD kuruluşudur. Bu konuya sonra değiniriz)'nin reçetelerini uygulayan Türkiye'de ekonomideki devlet ağırlığı neredeyse yüzde 10'ların altına düşmüştür. Onu da bırakın yerli sermaye ağırlı bile yok denecek kadar azalmıştır.
Size basit bir iki örnek: Fransa'nın ünlü yoğurt markası Danone'ye yabancı bir yatırımcı talip olur. Tüm Fransa ve Fransız hükümeti ayağa kalkar. Çünkü Fransızlara göre Danone milli bir şirkettir ve satılamaz… Ama Danone gelir Türkiye'de at koşturabilir. Onların böyle bir hakkı her zaman vardır. Ayrıca ek bir bilgi Fransız Telekom'unun da satışı yasaktır…
Almanlarda da telekom hala devletin elinde… Fransız ekonomisinde devletin ağırlığı yüzde 56'lar düzeyinde. Almanya'da yüzde 54…
Bize anlatılan ve dayatılan ne?
Bu iki yüzlülük sınırın ötesinde emperyal amaçlı yeni kapütülasyonlar sistemidir…
Demokratikleşme ye gelince. Demokratikleşmede, ilk hamle vatandaşın kendi yönetimine örgütleri vasıtasıyla katılması ve siyasi kararların yargı denetimine açık olmasıdır. Hangisi gerçekelişiyor…Hangi sivil toplum örgütü hangi yasının hazırlanışında katkı sağlayabildi. İşin acı yanı görüş sorup kendi bildiklerini okumaları. Yeni TCK ile ilgili basın örgütleri ayağa kalktı. Çünkü sakattı. Yasanın yürürlüğe girişi ertelendi. AB bastırdı; hemen uygulamaya koyun.. Basın örgütleri yine uyardı, sonra bazı tatsız olaylar oldu. Sonrada AB, "çıkarın" diye baskı yaptığı yasalar yüzünden Türkiye'yi topa tuttu. Yargıya direkt müdahale etti. Türkiye'de yargı bağımsızlığı gümbürtüye gitti… Türkiye antidemokratik faşist bir ülke tanımlamasına kadarı götürüldü. Bir taşla iki kuş vurdular. Hem Ermeni propagandası yaptılar, hem de Türkiye'yi salladılar, toplumun devlete olan güveni sarsıldı. Şunu hemen belirtelim biz görüş olarak TCK reformu değil yargı reformu yapılmasından yanayız. Bu yargılama sistemiyle bir sonuç alamayız, çünkü bu sistem her devirde siyasallaşmıştır. Bu günde siyasidir. Ancak bu görüşlerimiz yargıya baskı yapılması anlamını taşımaz. AB'nin demokrasi anlayışıda nalıncı keseridir. Sadece kendine yönelik çalışır..
Bu konu çok derin bir konu…
TV'lerdeki hep aynı adamlarla yapılan ve klişeleşmiş birkaç söz dışında bir şey üretilmeyen "Sözüm ona beri gele" toplantılarıyla kamuoyu aydınlatılamaz…
Sanırım bu konuya ileride yine değineceğiz…
Yayın Tarihi :
29 Ocak 2006 Pazar 15:02:07