İsmet Paşa’nın kemikleri sızlıyordur şimdi...
Özalizm ürünü “yalaka medya” sonunda fırçayı yedi...
Başbakan Tayyip Erdoğan, peşpeşe kırdığı gafları tamir etmek için çok sevdiği dostlarına fırça atmak zorunda kaldı...
Kaldı ama başardı...
Çünkü başbakanın gafı bazı TV ekranları hariç medyada doğru dürüst yankılanmadı bile...
Aslında Başbakan’ın yaptığı malumun ilanından öte bir şey değil...
Acemi siyasetçi olmak, krizi yönetmek için ikinci bir krizi çıkarmak gerekmiyor.
Başbakan ayn söyleşide sabah yalandığı bir şeyi itiraf etti.. Bu öyle bir itiraftı ki bir cümle içinde 3 dört gaf birden yaptı.
Neydi o gafı ?..
Sabah saatlerinde Ofer’i tanımadığını söyleyen başbakan, kerdeşinin tornacı olduğunu ve Oferlerin gemisinde çalıştığını bunu da Ofer’e söylediğini “kasımpaşalı muhabeti” içinde altınca “çam boylu boyunca devriliverdi.”
Sonra soru gelince, toparlamaya çalıştı ve ikinci gafı yaptı “ilk defa orada görüştüm” cümlesini kuruverdi..
Türkçenin güzel bir tarafı vardır.
Kurduğunuz bir cümle, oldukça geniş anlamlar taşıyabilir ve diğer bir eylemi de haber verebilir. İşte, “ilk defa” sözcüğü, “ikinci defa, üçüncü defa ve sonrası” olduğu anlamını taşır...
Aslında programın sunucu Fatih Altaylı sıkıştırsaydı diğerleri de gelecekti...
Ama konu medyaya fırça atmaya geldi...
Bir itiraf bir fırçayı doğurdu.
Ne dedi Başbakan:
"Yerli medyadan, hepsini kastetmiyorum, bazılarından, daha da faydalı olanlar çıkacaktır. Bizim medya bazı şeyleri öyle topa tutuyor ki, ülke çıkarı falan düşünmüyor. Bir yerde terör eylemi oluyor, bazı televizyonlar güm, güm, 45 dakika, 1 saat... Bir Ata Türk olayı oldu. 45 dakika, 1 saat haber mi olur? Neyle meşhur olmuş bu insan? Şahadet bu kadar ucuz mu? Saygısızlık değil mi? Bayrak? Bunlar ne basit işler böyle. Bunun bir sebep-netice ilişkisi yok mu? Ata Türk bence neticedir, sebep değildir. Sebep, medyadaki çirkin yayınlardır, o ne menem yayınlardır..."
Bu görüşlere katılırsınız veya katılmazsınız. Bu ayrı bir konu...
Ama tüm bunların peşinden gelen bir cümle var ki evlere şenlik;
Erdoğan, "Yabancılar yapmayacak mı?" sorusuna ise şu yanıtı verdi:
"Yabancılarla bu konuyu daha rahat halledersin. Bizimkilere bu uyarıyı yaptığınızda olayı alıyor, ticari şekilde farklı yaklaşıyor. Şu anda öyle programlarımız var ki, yüzde 98'i Müslüman olan ülkede Türk örf, âdetlerine, aile yapısına ters yayın politikasıyla, magazin almış başını gidiyor. Meslek ahlakı diye de bir şey kalmadı. Bu işin standardının oturması lazım."
Başbakan, 'Yabancı sermayenin Türkiye'de medya almasının uzun vadede tehlikeli olacağı ve bölücü yayınlar yapılabileceğinin' hatırlatılması üzerine ise verdiği yanıt dahada ilginç; "PKK' nın medya grubu Türkiye'nin içinde mi kurulu. Danimarka'dan yayın yapıyor. İşini dışarıdan yayınlarla yürütüyor. Durdurabiliyor musunuz? Durduramıyorsunuz. Farklı ülkelerden gidişler var."
Evet kaş yapayım derken göz çıkarmak diye buna denir...
Ne diyor başbakan , “yabancılarla bu işi daha kolay halledersin”
Bunun yorumunu yapmak istemiyorum...
İstemiyorum, çünkü afakanlar basıyor...
Başbakan diyor ki, “bana kontrollü basın lazım”
Ama aynı başabakan, “yargının yasak koyduğu” bir korsan konferansa destek veriyor...
Mesele tek taraflı bir konferansın düzenlemesine karşı koymak değil...
Bu iş temelinde dünyanın en iğrenç ve en ilkel yalanı olan “sözde Ermeni Soykırımı”na gerekçe hazırlamak.. .
Ne Ermenilerin ne de AB ve ABD’nin elinde böyle bir belge var. Aksine belgelerin tümü soykırımın yapılmadığını böyle bir şeyin hiç olmadığını gösteriyor...
Bu konferans, soykırım yanlılarına bir gerekçe oluşturacak...
Hatırlayanınız yoktur...Bundan 15 yıl önce kadar, Yunanistan “19 Mayıs 1919”u Pontus Rumlarının soykırım günü” ilan etti... Dünyada pek itibar görmeyince karar donduruldu..
3 yıl kadar önce New York Belediye Başkanı “Anadolu’yu işgal eden Yunanlıların savaşı kaybetmesini bir soykırım olarak nitelenebileceğini öne sürdü ve 9 Eylül Soykırım günü ilan etmeyi önerdi...Galiba böyle bir karar da alındı.
AB’nin özel çabaları ve de çok ünlü yazarımız “Orhan Pamuk’”un desteğiyle Kürt soykırımı gündeme taşınmak üzere...
Hem de Fransa’dan Bayan Mitterand’ın desteğini alarak.. Ancak tek sorun bebek katili Abdullah Öcalan.... Lider Öcalan’mı olacak, yoksa Kendal Nezan mı... Tabi Talabani ve Barzani‘de adaylar arasında...
İşte tüm bunlar için bir starttır bu konferans...
Konferansta ne söylendiği çokta önemli değil...Zaten herkes biliyor, çünkü katılımcılar görüşlerini yıllardır söylüyor...Yani yeni bir şey demiyecekler...
Sayın Başbakan bu konferans için “bilimsel özgürlük” diyor...
Bilimsellik bilimin olduğu yerdir... Türkiye’deki üniversitelerin büyük bir bölümü sadece okuldur...bilim yuvası değil.
Bilimsellik, ancak bilim üretmekle olur...Başkasının ürettiği bilimi papağan gibi tekrarlamak bilim adamlığı falan değildir.
Bilim üretemeyenler bilimi şimdi kılıf gibi kullanıyorlar...
İhanetin adı bilimsellik değildir...
Bu işin birinci noktası...
Bu konferansı düzenleyenler başka bir safsatayı da beraberinde yumurtluyorlar...
Ulusalcılık ile milliyetçilik farklıdır.
Romantik milliyetçiliği kontrol edemezseniz, başınıza dert gelir...
Bilgi Üniversitesi’nin kapısında birikenlerle içerde Ermeni Şövenizmi yapanlar aynı saftadır...
İkiside “etnik milliyetçilik” boyutunda buluşmuşlardır...
İçerdeki konferansı düzenleyenler bu ülkede yargı kararlarını dinlemeyecek kadar “faşit duygularını” doruklara taşımışlardır..
İçerdeki ne kadar tehlikeli ise dışardaki de o kadar tehlikelidir...
Ulusalcılık ise bu ülkeye sahip çıkmaktır...
Kürdüyle, Türküyle, Çerkeziyle, Boşnak’ıyla, Lazıyla Türkmeniyle Azerisiyle, Rumuyla, ve de Ermenisiyle....
Ama ne içerdekiler ne de dışardakiler bunun farkında...
Her ikiside bu ülkeyi bölecek...
Birde, 1968 kuşağının aşırı solcuları bugünü kapitalistleri birden kamp değiştirdiler...
Asıl üzüntüm ise Erdal İnönü gibi, gerçekten bir bilim adamının oradaki bulunmasının anlamı nedir?
İsmet Paşa’nın kemikleri sızlıyordur şimdi...
Yazık....