19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Latin Amerika’dan yükselen ses

Küreselleşme yeni bir kavram mı?

Hayır…

20. yüzyılda NATO ile başlayan bir hareket küreselleşme.

Sonra BM örgütlenmesi küreselleşme hareketinin, doruk noktası oldu..

Karşı duruşta ise SSCB vardı.

SSCB, Marksist bir ideoloji ile yola çıkmış, ama giderek totaliter bir sisteme dönüşmeye başlamıştı.

Toplumsal refah sağlanamayınca, bireysel tavırlar ön plana çıkmaya başladı. İnsanlar bireysel refahlarını sağlamaya çalıştılar.

Ama tüm bunlara rağmen ABD’nin başını çektiği küreselleşme hareketinin karşısındaki en önemli güç olarak görünüyordu.

Kapital, “bireysel girişim” ideolojisi ile bu sistemi temelden çökertmeyi başardı.

Bireysellik, toplumsallığın önüne geçince , sistem çöktü…

Aslında bireysellik, başka bir totaliter sistemi gündeme getirdi.

Şimdi sözü edilen küreselleşme dünyanın tek merkezden yönetilmesi kavramı.

İletişim teknolojisinin tahminlerin çok ötesinde bir ivme kazanması, küreselleşme kavramına da yeni bir boyut getirdi.

Artık dünya insanları aynı sorun üzerine aynı anda düşünmeye ve aynı anda çözüm üretmeye başladı.

Aslına bakarsanız küreselleşeme hareketi yukarıdaki cümlenin son sözcüklerinde gizli…

Düşünebilirsiniz, çözüm üretebilirsiniz, ama “patrondan habersiz” bu sorunu çözemezsiniz…

Veya patronunun aleyhine çözemezsiniz…

Zarara uğrayacak siz olsanız bile…

Aslında iş dünyasında yüzyıllardır süre gelen bu gelenek artık dünya siyasetinin de bir üretimi oldu.

İletişim sektörünün baş döndürücü gelişmesi, dünya liderlerinin birbirinden habersiz düşünmelerini bile neredeyse olanaksız kılıyor.

Uzay teknolojisinin geliştirdiği “iletişim” ise” casusluk ilişkisini de geride bırakarak “büyük baba bizi gözetliyor” noktasından hareketle tüm ülkeler sıkı bir denetim altında tutuluyor..

Uzay teknolojisi sayesinde bu yıl ne kadar buğday kaldıracaksınız, ne kadar petrolünüz var, ne kadar doğal gaz çıkarabilirsiniz, akşam yemeğinde; falanca ülkenin filanca başbakanı kim kiminle ne yemek yedi veya ne kırıştırdı hepsi ortalıkta..

Kısaca; küreselleşme en ilkel boyutuyla “postmodern sömürgecilik” kavramını geliştirdi.

Türkiye bu açmazın tam ortasındaki ülke…

Büyük patron ABD, kendisini için büyük çıkarların olduğu uzak ve Ortadoğu’yu denetim altında tutmak için oluk oluk kan akıtıyor…

Mesele petrol ve doğalgaz değildir…

Zaten, küresel sömürüyü savunanların tek çıkış noktası da bu; ABD kendini korumak ve kollamak zorunda…

NATO ile başlayan BM ile örgütlenen küresel hareket, SSCB’nin yıkılması ile birlikte ilkel bir sömürü düzenine dönüşüverdi.

SSCB’nin mirasçısı Rusya, ABD’nin bu küresel saldırganlığından en çok nemalanan ülke konumuna geldi.

Irak savaşı ve Iran tehdidi sayesinde tüm dünyanın enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılamaya talip olan, düne kadar 5 ruble karşılığı yüksek öğrenimli beyaz kadın ihraç ederken, birden 100 milyar dolar dış ticaret fazlası olan ülke konumuna geliverdi.

Rusya’nın bu beklenmeyen siyasi ihaneti dünyadaki tüm dengeleri ters yüz etti.

Amerikan kapitalizmin önünde duracak hiçbir engel kalmadı.

Sosyalizm tepetaklak oldu…

Marks gerçekten bir ütopya olarak tarihteki yerini aldı.

Ancak bu öngörüye bir “şimdilik” notu düşmek gerek…

SSCB’nin varlığı ve can çekiştiği dönemlerde ABD’ye zaman zaman başkaldıran Latin Amerika’da (Güney Amerika kıtası) yen bir kıpırdanmalar başladı.

Şili, Arjantin, Küba gibi dünya tarihine sol direnişleri örnek oylan ülkeler giderek fakirleştiler..

Oysa bu ülkeler dünyanın en zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptiler…

Buna rağmen fakirdiler…

Petrol zengini Venezülella’nın demokratik yöntemle başa gelen lideri Chavez, eski bir rüyayı yeniden canlandırdı…

Bir petrol zengini olan Venüzella halkı aç…

Tıpkı Ortadoğu ülkeleri gibi…

Chavez, bu hastalığın ABD’den kaynaklandığı ve küreselleşme hareketinin tüm yer altı kaynağı ülkeler yaptığı saldırının bir gün kendisine yöneleceğine karar verdi ki, öncelikle petrol gelirlerinin halka dağıtmaya başladı.

Bu hareket elbetteki ABD’nin hoşuna gitmedi…

Sosyalist hareketin tek dinazoru Fidel Castro, Chavez’in bu girişimine destek verdi…

Destek ilginç bir deklarasyonla somutlaştırıldı.

Chavez ve Castro ABD saldırganlığına karşı İran’a destek verdi..

Çünkü her iki liderde sıranın kendilerine doğru geldiğinin farkında…

Chavez-Castro ikilisin başlattığı bu hareket soğuk savaş öncesinin bağlantısızlar hareketine pek benzemiyor…

Çünkü bağlantısızlar hiçbir şeye karışmadan “ne kokar ne bulaşır” bir sistem içindeydiler..

Latin Amerika’dan yükselen bir ses paralel küreselleşme hareketini veya karşı küreselleşme hareketini başlatabilir mi?

Bunu zaman gösterecek…

Ama görünen o ki Orta ve uzak doğudan çok katılım olacağı söylenebilir.

Rusya’nın başını çektiği ve doğar doğmaz ölen Şankay 5’lisinin yerini doldurabilir..

Dünya yeni bir toplumsal yapılanma arayışı içinde.

Ancak her ne olursa olsun bu hareket yeni bir siyasi hareketin doğumu sancısı olabilir…

Marks 21. yüzyıl koşullarına göre yorumlanabilir ve yeniden hayata geçebilir..

Öyle de olmak zorunda..

Bu nedenle Latin Amerika’da yükselen bu sesi iyi takip etmek gerekiyor..

Karar vermek için acele etmeye gerek yok…

Amma Türkiye’de bunu kimin takip edeceğini düşünmek dahi istemiyorum..

Malum bizde ziyaları kendilerinden menkul 270 milyon dolarlık adamlardan mebzul (çok) miktarda var..

Duyduğuma göre yeni 270 milyon dolarlar gelmiş..

Bakalım bu ağızlar şimdi ne üretecek..

Ama şundan eminim hiç biri Latin Amerika’ya değinmeyecek..

Göreceğiz…
Yayın Tarihi : 17 Şubat 2006 Cuma 14:00:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?