7
Haziran
2025
Cumartesi
ANASAYFA

Malatya'daki Türkiye'nin dehşet kareleri

Bilgisayarın başına her geçişte kafamda binlerce tilki dolaşmaya başlıyor. Önemli olan onların kuyruklarını birbirine değdirmemek…

Zor…zor çünkü zor bir ülkede yaşıyoruz…

Gündem o kadar dolu ki neyi yazacaksınız…

AB raporunu mu, Milli Güvenlik Belgesi'ni mi, AB’nin GAP’ı uluslar arası konsorsiyuma devretme ukalalığı ile başlayıp parçalanmayla bitecek şartını mı?

Neyi yazmalı ?

Zor…

Bir şey yazacak, hem sizi okuyanı bilgilendirecek hem de fincancı katırlarını ürkütmeyeceksiniz.

Yine öylesi bir telaş içindeyim.

Tansiyon yine yukarılarda.

Ama gece yarısı izlediğim dehşet kareleri kanımı dondurunca hiçbirşey düşünemez oldum.
Ne AB’nin sessizliği, ne onun yalakaları, gizliden gizliye ‘peron’ olmaya heveslenenleri,her şeyi ama her şeyi unuttum.

Utandım…

Ağladım…

İçimde yayılan nefret duyguları tüm benliğimi sardı…

İnsan çocuğunu döver mi?

Döver…

Aile bilgimizin içinde bu var.

Bizde dayak eğitimin ön şartı.

Kızını dövmeyen dizini döver;öğle derler.

Doğu kültüründe genel bir kavram bu

Seviyorsan döveceksin.

Yanlış hatırlamıyorsam Dostoyevski’nin bir sözü:

‘Seviyorum o halde öldürebilirim.’

Karısını sever döver.

Birisine aşıktır döver.

Güçlüdür zayıfı döver.

Zayıf fırsatını bulunca güçlüyü dövdürür.

Eğer dövmeyi başaramazsa küfreder.

Dayak ve küfür bizde ‘Delikanlı’ olmanın ön şartıdır.

Veya içimizdeki sitresi boşatmanın en kestirme yolu.

Gariptir,bizim kültürümüzde her sevgi sonunda nefreti doğuruyor.

Sevginin bittiği yerde nefret tohumları yeşeriyor.

Bu nasıl şeydir?

Sevgi ile nefreti birbirine fazla karıştırır olduk.

Aslında sebebini çok uzakta aramaya gerek yok.

Eğer sevgide saygı unsurunu unutursanız, işte böyle ilkelleşirsiniz.

Eğer biri toplumda saygı görmüyorsa sevmeyi öğrenemeyecektir.

Seviyorum diyeninkide, sevgi değil sadece bağımlılıktır.

Sigara gibi…

İçki gibi…

Uyuşturucu gibi…

Bulamazsanız anresif olur saldırgan kimliğe bürünürsünüz.

Sevgisiz büyümüş bir sürü zavallı ‘Külhan beyi’ bulmanız mümkün. Hepside en ilkel duygularla sağa sola saldırıyor.

Şöyle bi düşünün; bir anne çocoğunu niye döver?

Ona sorarsanız sevgiden dövmüştür.

O dövecek ki yavrusu, yanlışı doğruyu,ödülü cezayı öğrenebilsin.

Bu bir sevgi ölçüsü.

Sanırım dünyadaki en ilkel ölçü.

Korku bir öğreti değildir. Belki bir tedbirdir.

Korkuyu ve korkmayı öğreteceksinizki, tehlikeye karşı tedbirli olmayı öğrenebilsin.
Dikkat edin,dayak yiyen cocuk ya sözde korkusuz bir ‘kaba dayı’ veya duyguları bastırılmış ‘sümsük’ bir adam oluveriyor.

Aslında her ikiside çok korkak.

Kabadayı korkusunu afrayla tafrayla bastırıyor.Diğerinin bunu yapabilme becerisi yok.
Her ikisininde ortak noktası kimselere saygısı yok.

Çünkü her ikisi de karşısındaki her ne ise veya kimse kendisine kötülük yapabilir bir şeydir. Öyle bilir.

Yani karşısındaki korkudur.

Ya hemen kaçmalı yada onu yok etmeli, veya kendisine yapılanı uygulamalı.

Yani dövmeli… Aşağılamalı…

İşte o dehşet görüntüleri kanımı dondurduğunda beyin kıvrımlarım düşünebildiği fikir ürete bildiği ölçüde bunları hatırlattı bana.

Kime ve niçin?

Gücünün yettiği minicik bir bebeğe.

Yoksa bu o kadının evde veya toplumda yediği dayağın illegal rovanşı mı?

Sadizm bu boyutta değildir sanırım.

Çünkü bunu sadizm diye basit (aslında ciddi bir ruh hastalığıdır.)

Bir tıbbi gerekçeyle geçiremezsiniz.

Bu toplumsal bi dramdır,trajedidir.

O kadın çocukları kafa kafaya tokuştururken gözlerinde bir sadizm ışıltısı,parıltısı,orgazmı yok.

Sevisizliğin ve nefretin tüm tohumları oradanda gözlerine yansımış.

Çocukları birbirine çarptırdıktan sonra odaya fırlatılışlarını hatırlayınız lütfen. Bu bir sadizm gösterisi değil. Hiç değil.

O nedenle bunu sadist bir gösteri olarak niteleyemeyiz.

Bu toplumsal bir dehşet görüntüsüdür.

En ilkel şekilde 2-5 yaşındaki minicik,sevgiye muhtaç bebelere acımasızca vuran o kadın gibi milyonlarcasını hergün yolda işyerinde gözünüzün değdiği her yerde görüyorsunuz..
Kimi zaman erkek,kimi zaman kadın kılığında…

Aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıyor…

Bu sadece Türkiye’nin sorunu mu?

Hayır…

Dünyanın heryerinde var.

Bir düşünün,Irak’ta bir anne bir baba veya bugünün çocuğu kendisine ölümü getirebilecek kulağı dibinde vızıldayan kurşunu,tepesinde patlayan bombayı düşündüğünde,yarın barış olursa kendi dünyası dışındaki insanlara nasıl bakacaktır…

Elbette…

Derin bir nefretle…

Bu nefreti birden nasıl kazandık diye merak edenlere yanıtımızın cevabı çok net, hazır ve çok kısa:

Yoksulluk…

Yolsuzlukların hazırladığı yoksulluğun projelendirdiği, bol palavralı ekonomik dotrinileri inşa ettiği, yalan dolan ile dolu siyasi iktidarların üzerine tüy diktiği bu nefret karelerini yıkmak oldukça zor…

İçinde nefreti besleyim büyüten bir toplumdan, sevgiyi ve sevkati bekleyemezsiniz…
O sadece nefret üretir…

Camideki imam, okuldaki öğretmen, iş yerindeki yönetmen, kendinden hem yaşça hemde mevkice küçük olana saygılı olmaz ise sevgiyi inşa edemessiniz…

Böyle bir toplumda her yaz “sevgi” sözçüğünün ardında bir cıkar ilişkisi vardır…
Çıkar bittiği anda sevgi “bir salise”de nefrete dönüşüverir.

Eğer eğitimli iseniz nefretinizi içinize gömer, tüm sevgilerinize kalbinize hapseder, kendinizi sevgisizliğe mahkum edersiniz…

Yaşamınızın hiçbir anlamı kalmaz, hayat denilen maraton kalitesini kaybeder, bir işkençeye dönüşür…

Sadece nefes alıp verirsiniz…

Oysa geçmiş yaşamanızıda Mevlana, yunus emre, pir sultan abdal, hacı bektaşı veli, İsmail hakkı ve niceleri gibi svegiyi ve aşkı yüceleyen evliyalar var.

Onların öğretisinden geliyoruz…

Ama sevgisizliği üretmek adına onlara bir kulp takıp tarihe gömmek için elimizde geleni yapmaya başladık…

Evliyalarki; size sadece ilahi sevgiyi aşkı değil, bünyevi saadetin yolunu sevmekten ve aşktan geçtiğini milyonlarca kez tekrar ettiren…

O dehşet görüntüleri Türkiye’nin bir fotografı…

bir polisiye olay gibi görürsek daha cok gazetecilik başarısı gösterir. Böyle gizli çekimleir çok yaparız… sonrada oturup hep beraber dövünürüz…

Acaba bilim adamları toplumsal bir terapinin zamanı geldiğini düşünüyorlar mı?

Önce eğitmenlerimizden başlamak dahamı doğru olur ...

Cocuk sevgisini nefretini zavallılığını saklayamayan tek yaratıktır…

Ve çocuk dünyanın en korunmasız yaratığıdır.

Ayrintili olarak unutulup gidecektir…

Unutulması yeni travmatik sonucların doğmasına neden olacaktır…

Geç kalmayalım, önce kendimizi sorgulayalım…

Önce kendimden başlamalıyım…

İtiraf etmeliyim…

Bende, kimi nefretlerimi içimde büyük bir özenle büyütüyorum…

Düşünce tarlalarıma yeni befretler için boş alanlar yaratıyorum.

Sevgimi söylüyorum, ondan nefret üretmiyorum ama toplumsal olaylar öyle şeyler gerektiriyorki, çaresizim…

Her yer nefret tohumları ile dolu…

Yaşam tüm evrelerinde sanki bir tuzak…

Ama nefretimi içimde hapsediyorum…

Bunu başarabilmek bile iyi belki.

Korkuyorum… toplumsal sevgisizliği ve ihaneti en derinden yaşamış biri olarak bu karanlıktan kurtulamıyorum…

İtiraflar belki çözüme giden yolun ilk adımıdır…

İnşallah öyledir…

Ben başladım, darısı başınıza…

Nefret bir büyük acıdır ve acıyı kesecek ilaçda yok…

Bir öneri:

Sevmek bu nefret acısını kısmende olsa dindiriyor…

Deneyin…

Kazançlı çıkacaksınız…

Yayın Tarihi : 29 Ekim 2005 Cumartesi 14:53:30
Güncelleme :27 Aralık 2005 Salı 15:16:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?