Günlerden 9 Temmuz, yıl 1987…
Tercüman Gazetesi’nin birinci sayfa sekreteri merhum arkadaşımız Abdullah Aksak, elindeki siyah-beyaz telefoto resimlerini pikaj kartonunun üzerine yapıştırdı. (O yılarda gazete daha ilkel bilgisayar sayılabilecek dizgi makinelerinde kağıtlar üzerine yazılır sonra pikaj kartonu denilen bir kartona verilen plan çerçevesinde yapıştırılırdı. Telefoto da o dönemlerde en hızlı fotoğraf geçme tekniğiydi) Biraz sonra letrasetle dizilmiş başlık geldi…
“İnsanlık utansın”
15 Ağustos 1984’te ilk eylemini yaparak ismini terörist örgüt olarak duyuran PKK, 9 Temmuz 1987’de ilk en kanlı eylemini gerçekleştirdi..
PKK Mardin Midyat’ta bir köy basmış; 16’sı çocuk, 31 kişiyi öldürmüştü..
Katledilenlerin arasında kundaktaki bebekler bile vardı…
İşte “karnını kaşıyan adam” o günden bu yana bebek katili olarak anılmaya başladı.
Karnını kaşıyan adamın çetesi ondan sonra da bir çok köy bastı ve kundaktaki bebekleri öldürmeye devam etti..
PKK zaman zaman askerle de çatışıyordu, halka eziyet ediyordu, ama görünen o ki; onlar sadece tetikçiydi.
Aşiretler arasında kan davasında parayı aldığı kişi adına tetik çekiyor, bebekleri bile acımasızca öldürüyordu…
Herkes hayretler içindeydi… Ama PKK’nin bu eylemleri sayesinde 12 Eylül paşaları ve onun üretimi olan hükümet, ülkede baskı rejimini sürdürmeye devam edebiliyordu. Dedikodular çok hızlı yayıldı…
APO yakalanamıyordu…
Oysa PKK o dönemlerde çokta güçlü değildi…
Kimileri “stratejik bir gerekçe ile yakalanmadığı” inancındaydı…
Ama kimse bunu telaffuz edemiyordu…
Çünkü o sıralarda Başbakan Özal, “Türkiye bir federasyonu veya konfederasyonu tartışmalıdır” demek gibi bir açmaza düşüyordu.
Aynı Özal bir süre sonra cumhurbaşkanı oldu…
PKK ise bu yıllarda kan davalarında tetikçilik yapmaya devam ediyordu…
İşte bu sırada Özal, ABD Başkanı Baba Bush’u Saddam konusunda kışkırtmaya başlamıştı. (Bunu bizzat Özal, “Bush’u Saddamı’ı devirmeye ben ikna ettim” diyecek kadar açık konuşmuştu. Yani bu bir varsayım değil, kayda geçmiş bir itirafın anlatımıdır)
Herkes Türkiye’nin savaşa gireceğini düşünürken, ordu buna “hayır” dedi.
Baba Bush ile Özal’ın arası açılmadı ama ABD’nin Şahinleri “örümcek ağı”nı örmeye başladı…
Tetikci PKK birden ayrılıkçı bir güç olarak ortaya çıkıverdi ve dehşetli bir stratejik planla dağda gerilla saldırıları başlattı. Aynı zamanda kentlere inip zorla adam topladı…
Türkiye’nin tüm ünlü işadamlarından haraç alındı…
Türkiye-Sofya uyuşturucu hattı PKK’nın eline geçti…
Bir takım süper güçlerin el altından ekonomik ve stratejik yardım yaptığı PKK, aynı anda siyasallaşma sürecine de girdi …
Aslında , belki kısa sürede bastırılması mümkün bir itaatsizlik, isyana dönüşmeye başladı ve bu bir çok ülkeden de destek gördü…
Bunların başında, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika vardı.. Bir de bu oyunun Roma ve Sofya ayağı… Bir de elbette ki Yunanistan…
Aslında Roma-Sofya- Amsterdam üçgeni uyuşturucu güzergâhının temel taşlarıydı…
Roma mafyası patron, Sofya mafyası taşıyıcı, Amsterdam mafyası da pazarlamacıydı…
Peki neydi istenen…
PKK vasıtasıyla, Güney Doğu Anadolu’nun denetimi…
Çünkü bu bölgede su vardı ve barajlar bitmek üzereydi… Harran Ovası denilen çöl bir anda bereketli bir tarım alanı olacaktı…
Birde bu bölgenin bir petrol denizi olduğu iddiası vardı. (Bu iddia Shell Dünya Direktörü tarafından doğrulandı)
Kontrollü Kriz yönetimi peşinde olan Özal ise, PKK bahanesi ile Osmanlıyı yeniden kurmak hayalini kuruyordu…
Bu hayale göre Özal, PKK’nın biraz daha azıtacağını ve bunlara ev sahipliği yapan Irak ve Suriye’ye girivereceğini hesaplıyordu…
Bunu tek başına yapması da mümkün değildi… Bir desteğe ihtiyacı vardı…
Bu arada beklenmedik bir ölüm tüm planları alt üst etti…
Özal bir gün aniden ölüverdi…
Başbakan Demirel, Cumhurbaşkanı oldu…
Ve bebek katili ağzından kaçırdı “Özal’ın ölümüne üzüldüm. O bu sorunu çözebilirdi…”
Ama Öcalan, Özal’ın bu sorunu nasıl çözeceğini hiçbir zaman açıklamadı…
Bir gün Ateş Paşa, Suriye’ye dönerek, “Ya Öcalan, ya savaş” deyiverdi…
Çünkü PKK artık, terör örgütü olmaktan çok “gayri nizami savaş yürüten bir teçhizatlı ordu”ya dönüşmüştü…
Ancak Bebek Katili ikili oynuyordu…
Hem ABD’den destek alıyor hem de aynı zamanda Rusya ile flört ediyordu…
Savaş kokusu tüm dünyayı sardı… (Dün Suriye’ye karşı “itidalli olmaya” çağıran ABD bugün orayı yakıp yıkmaktan, yok etmekten söz ediyor…)
Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek arabulucu olarak Türkiye’ye geldi…
Bebek Katili Suriye’den atıldı… ABD desteğini kesmişti…
Tüm dünya için ateşten bir bombaydı Öcalan…
Önce Rusya’ya gitti… Ruslar saklamayı beceremediler…
Sonra da Mafya patronu Roma’ya…Oradan da atılınca Amsterdam’a yani uyuşturucu pazarlamacısına gitmek istedi ama içeri bile alınmadı..
Öcalan uyuşturucu parası için tahsilata çıkmış ama hiç bir yerden olumlu sonuç alamamıştı…
Türkiye düşmanı bir kaç Yunanlı’nın işgüzarlığı olayın seyrini değiştirdi. Öcalan önce Atina’da ağırlandı, sonra baskı üzerine Kenya’ya gönderildi.
Öcalan’ın pratik değeri kalmamıştı. ABD tarafından paketlenip Türkiye’ye teslim edildi…
Öcalan’ın Türkiye’ye gelişi sırasında çekilen videoda onun sadece “Karnını kaşıyan zavallı bir adam” olduğu ortaya çıktı…
O günlerde bir yazı dikkati çekti…
Gazeteci Avni Özgürel, onu MİT’te gördüğünü ve o dönemlerde orada çaycılık yaptığını yazdı..
Bu iddia kafaları iyice karıştırdı…
Bebek Katili mahkemede binlerce savunma yaptı ve sonunda hep şu kelimeyi sarf etti…
“Bir konuşursam”
Dikkat edin hala öyle diyor…
Hapishaneden her nasılsa örgüte talimatlar veriyor, sahibi olduğu gazeteye .baş yazı yazıyor..
Türkiye’de olup biten tüm siyaseti yakından takip ediyor ve bu konuda demeçler veriyor..
Hatta hatta “Alt kimlik- üst kimlik” tartışmasında aynı gün açıklamasını yapıyor:
“Biz Türklerin üst kimliğini kabul ediyoruz”
Sanki bizim başbakana inat…
Ama akıllıca… Elbette bunun da karnını kaşıyan adamın bir zeka üretimi olduğunu söylemek zor..
Neden mi?
Eğer Kürtlerin alt kimliğini kabul ederseniz, aynı zamanda azınlık olduğunu da kabul edersiniz…
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm etnik unsurlar eşit paydada kurmuşlardır…
Üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti’nin adından gelen bir unsurdur ve bunu tüm dünya da böyle kabul eder… Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkese etnik ayrım yapılmaksızın Türk denir… (Bir önceki yazımızda ABD’de okutulan bir kitaptan örnek vermiştik.)
Şimdi düşünün…
Bir adam İmralı gibi bir adada hapis yatıyor…
Elinde sadece mobil bir radyo..
Ayda bir kaç kez (şimdi daha da azalmış) ziyaretçi kabulü…
Bu kadar olaydan anında nasıl haberdar oluyor…
Yoksa birileri onun adına mı demeç veriyor…
Bir ihtimal…
Peki kim bunlar…
Bizim amacımız “kim bunların” yanıtını bulmak değil…
Bir durum tespiti, hatta tahmini…
Ama ben hala sorumun cevabını alamadım…
“Öcalan gerçekten hapiste mi?”
Hapisteyse bu işleri kim organize ediyor?
Bir Allah’ını seven kul çıkıp şunu bir anlatsın…
Özellikle Başbakan Erdoğan anlatsın…
Çünkü her gün orada benim yine insanlarım ölüyor ve oluk oluk kan akıyor…
Akan kan “Kürt ve Türk” kardeşlerin kanı…
Çünkü onlar asırlardır birlikte yaşadılar zaman zaman sürtüştüler ama böyle kanlarını akıtmadılar…
Ben insanlarımı istiyorum…
Bu ülke insanları, geleceklerini istiyor..
Ve bir de şu sorunun cevabını
“Öcalan hapiste… Lider oysa öyleyse PKK dağıldı… Peki Kandil Dağı’ndakiler kim… Bizim dağlardaki silahlı adamlar kim… Bunları buraya kim getirdi. Bu salyalı demeçleri kimler niçin veriyor…”
Cevapları bekliyoruz…
SON