Başım dönüyor...Nedenini buldum...
Böyle bir hızı bünye kaldırmıyor...
Ya sadece Türkiye ile ilgilenecek ve dünya ile bağlantıyı keseceksiniz, yada başınızın dönmesine aldırış etmeyeceksiniz...
Sabah TV’yi açıp biri iki haber dinlemeye kalkıyorsunuz... Yüzünüzde sabah mahmurluğu ama neşeli olmaya adaysınız...
Bir duş ve sıkı bir kahvaltı her derde deva derken, bir haber çalınıyor kulağınıza...
Özetle haber şu...
-Verilecek taviz kalmadı. Aksi halde bir daha dönmemek üzere çeker gideriz...
Vay vay vay... İyi gürledi Dışişleri Bakanı Gül...
Peşinden Başbakan yineledi....
-Sıra sizde. Biz blöf yapmadık....
Ve ekledi....
“3 ekimde görüşmelerin başlamasından kuşkumuz yok... Masaya oturduktan sonra ikinci bir şart gelirse masadan kalkalarız...
Kenthaber'de bizim köşeyi takip edenler için pekte sürpriz değil bu söylenenler...
Çünkü bunları bizler tam 1 yıldır yazıp çiziyoruz...
Hatta birkaç hafta önce şöyle bir saptama yapmıştık...
“3 Ekimde müzakerelere başlama şansımız yüzde 60, başlayıp masadan kaklma olasılığımız yüzde 80, birinci yılda görüşmenin yok sayılması yüzde 90, tam üyelik ise yüzde 0.”
Bu saptamayı yaptığımız tarih ise tam 20 Haziran 2005.
Yazının başlığı ise “Acemi değirmenci rezil etti bizi”
Evet... Tam 2.5 ay önce, gecikmiş bir düşünce olarak sütunlara aktardığımız bu düşüncemizi, şimdi söylüyorlar...
Gerekçe aynı... Öyle olacağını “Sağır sultan” bile biliyordu...
Ama bizim sultanlar bii haber...
“Ben dedim” diyenlerden değiliz desekte “ben demiştim”e zorlayanlar çok...
Asıl ağırımıza giden, bizim burada gördüklerimizi sevgili “medya baronları” göremediler...
Hani öngörüleri yüksek zevat var ya onlar işte...
“Ziyaları kendilerinden menkul aydınlatma araçları (Biz onlara Aydın ve Prof. diyoruz)” ile 270 milyon dolarlık adamlar ve eski dış memurlara sözüm yok...
Onlar görevlerini yaptılar ama bu milletin gözünü bir türlü boyayamadılar...
Öyle palavralar attılar ki, koca koca Prof. ve de akil adamlar ele güne rezil oldular...
Aynı zevat Kıbns Referandumu’nda da aynı işlemi yapmış, üzülerek belirtelim ki sadece ben “Rumların Hayır evet demektir. Zaman geçince anlarsınız” (Bak. Yeni Türkiye’nin Doğuşu-sıfır noktası. Mehmet Aycan-Toplumsal Dönüşüm Yayınları) diye yazmıştım...
Bu adamlar beni “megaloman” yapacaklar...
Her neyse...
Aslına bakarsanız. 3 ekimde görüşmelerin başlayacağına da olan inancım giderek zayıflıyor. AB’nin Türkiye’nin deklarasyonuna karşı yayınlayacağı deklarasyon önemli. Eğer Fransa çok sivri bir laf sokmaz ise toplantı başlar ve bir ay içinde çıkmaza girer...
Eğer o sivri laf girerse zaten toplantı falanda başlamaz...
Unutmayalım ve “Avrasya”yı hemen gündeme alalım...
Mösyo Chirac ve Florayn Merker başardı ve Türkiye masadan çekildi..
Ne değişir...
Palavraları ile meşhur, “Ziyaları kendilerinden menkul aydınlatma araçları” ile 270 milyon dolarlık adamlar ve eski dış memurlar bozulacaklar ama şunu iyi bilsinler...
Hiçbir şey olmaz...
1-)Türkiye’siz AB siyasi birliğini sağlayamaz.
2-)Türkiye’siz AB’nin hiçbir ekonomik ve askeri gücü olamaz...
3-)Türkiye böyle bir durumda Gümrük Birliği’ni askıya alma hakkını elde eder ve acilen askıya almalıdır.
4-)Türkiye’nin AB içinde olmaması AB’nin bir sorunudur.
5-)Türkiye’siz bir AB, en fazla 20 yıl yaşar ve çok ciddi sorunlar yaşayarak ve yeni düşmanlıklar oluşturarak dağılır.
Bu kadar iddia nereden derseniz...
Tecrübeden... Gözlemden...
AB Anayasası’nın oylanması sırasında Fransa ve Almanya toplumları arasında ipler gerildi. Fikirler ayrıştı.
Doğudan gelecek bir sıkıntıda mesala Avrupa Pazarları’na Çin istilasında, suçlanacak ülke Türkiye’dir.
Türkiye’nin de savunması hazırdır.
-Ben AB üyesi değilim ve Gümrük Birliği’nden ayrıldım...
Kim ne diyecek. Zarar gören Türkiye’yi AB’ye aldırmayanı suçlayacaktır...
Türkiye ne mi yapmalı...
5 Ekim 2005 tarihi itibarıyla Avrasya’ya yol açmalı ve Çin ile “malların transit geçişi” anlaşması yapmalıdır...
Hem Çin’in sadece ucuz ve kaltilesiz mal üretimini teşvik etmiş olur, hemde kaliteli üretim yapma şansını sürdürürsünüz.
Aksi halde Çin’in AB yolunu tıkarsanız, o da kaliteli ürün üretimine geçer ve ucuz iş gücüyle sizi batırır...
Çünkü teknolojik alt yapısı ve sermaye birikimi kaliteli ürün için yeterlidir.
3 Ekim’den sonra AB ülkeleri ile değil, büyük şirketlerle temasa geçmekte yarar vardı. Bunun yolu yöntemi bulunur.
Aç gözlü sermaye buna dünden hazır, yeter ki sen ona imkan ver...
Xxx
Tüm bunları yapacak bir iktidar arıyorum.... Ama görünürde yok...
Aslında bugünlerde AB’den daha önemli bir konumuz var...
Geçtiğimiz Cuma günü (2 Eylül 2005) Fatih Camii’nde bir grubun yaptığı eylem...
Kimse kimseyi kandırmasın...
TV kameraları orda. Polis orada....
Yani yapılacak eylemden cümle kişinin haberi var...
Avluda kürsü kurulmuş ve militanlar pankartlarını hazırlamış...
Yani tam bir irticai şov...
Adam 25 sayfalık yazı okudu.. Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet’e resmen sövdü saydı (nezaket göstermiyorum) Halifelik çağrısı yaptı. Vatandaşı devlete karşı ayaklanmaya çağırdı...
Bizim polisten tık yok....
Neden...
Korktular mı...
Kimden...
Kimden olacak elbetteki iktidardan....
Ben Cuma gününden itibaren resmen dehşet içindeyim...Artık bu ülkeden korkuyorum...
PKK belasını “Bir avuç çapulcu” diyen zihniyet Türkiye’de “kahraman ilan edildiğine göre, aynı şeyler neden olmasın..
Bana göre PKK’ya “bir avuç çapulcu”diyen zevat 30 bin kişinin ölümünden sorumlu “İmralı sakini bebek katili” ile birlikte aynı derecede suçludur...
O zevatta “teamüden cinayet suçu” işlemiştir...
Aynı yanlış, “Kürt sorunu” ve “bindirlimiş kıtalar” şeklinde tekrarlanıyor...
Dikkat ve de çok dikkat...
Diyarbakır’da, Bozöyük’te olanlar ne olaki.
Fatih Camii’ndeki durum en az PKK kadar tehlikeli ve ondan daha vahimdir...
Benim güneydoğulu vatandaşım, bu ülkeye karşı değil, korkuyor ve aç...
İş istiyor...Aş istiyor....Sadaka değil...
Güneydoğuya gönderdiğinizi iddia ettiğiniz her para PKK’ya gidiyor bunu bilmiyor musunuz?
Daha önce Talabani’ye gönderdiğiniz silahlar, bugün size doğrultulmadı mı?
Amma, Fatih’teki olay bunlardan çok daha vahim...
Bu durum önlem alınmazsa iç savaşa bile götürebilir...
Bu durum derhal çözülmeli ve o şova katılanların tümü yargılanmalı ve mahkum olmalıdır...
Aksi halde çok geç olacak...
Ve ben artık “ben demiştim” diye yazmak istemiyorum...
Ama siz bizi izlemeye devam edin....
Yayın Tarihi :
6 Eylül 2005 Salı 17:13:38
Güncelleme :27 Aralık 2005 Salı 15:27:26