4
Mayıs
2025
Pazar
BÜROKRASİ-BÜROKRAT

O aykırı bir bürokrattı

Yasin Efesoy  adlı gazetecinin wowturkey.com sitesinde çıkan vali Recep Yazıcıoğlu ile ilgili derlemesini aynen alıntılıyoruz..



Merhaba arkadaşlar...


Uzun zamandır güncel tuttuğum ve her gün yeni bilgi ve belge eklediğim Recep Yazıcıoğlu arşivimden bir parça bilgiyi de sizinle paylaşmak istedim. Kendisi benim için oldukça değerlidir; babamdan farksızdır. İdealist, açık sözlü, ileriyi görebilen, çözümcü bir kişiliğe sahipti. Denizli'deki 7 aylık görev süresinde kendisiyle sadece bir kez yaklaşık 1 saat kadar sohbet etme fırsatım oldu ama o süre içerisinde yılların birikimini verdi bana... O kadar doyurucu, eleştirilerin yaparken de çözümünü muhakkak içinde veren bir konuşması vardı ki...

Neyse arşivimdeki belge ve bilgileri paylaşiyim sizinle...

NOT: Buradaki belge bilgilerin çoğu; Zaman, Yeni Asır, Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazeteleri'nden alıntıdır... 


Recep Yazıcıoğlu (1948 - 2003)

2 Haziran 1948'de Trabzon'un Sürmene ilçesinde doğan Recep Yazıcıoğlu, yüksek öğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. 1975 yılında askerliğini Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nda asteğmen olarak yaptıktan sonra, 1968 yılında, Aydın Maiyet Memuru olarak göreve başladı. 1971 - 1984 yılları arasında sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca kaymakamlıkları görevinde bulundu. 1971 - 1984 yılları arasında, sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca ilçelerinde kaymakamlık görevinde bulundu.


1984 yılında Tokat Valiliği'ne atandı. Daha sonra, 14 Ağustos 1989'da Aydın Valisi olarak göreve başladı. 19 Ağustos 1991 tarihinde Erzincan Valiliği'ne atandı ve bu görevinden sonra, 26 Eylül 1999'da da Merkez Valiliği'ne getirildi. Evli, üç çocuk ve bir torun sahibi olan Recep Yazıcıoğlu, zaman zaman yaptığı sistem eleştirileriyle ve aykırı görüşleriyle dikkat çekti. Son olarak Denizli Valiliği görevinde bulunan Yazıcıoğlu, 2 Eylül 2003'de Eskişehir-Ankara Yolu üzerindeki Temelli Belediyesi yakınlarında trafik kazası geçirdi. Ankara İbn Sina Hastanesi'ne yatırılan Yazıcıoğlu, kazadan iki gün sonra bitkisel hayata girdi.

Türk halkının yakından tanıdığı ve çok sevdiği Vali Recep Yazıcıoğlu, 8 Eylül 2003'de Ankara İbn Sina hastanesi'nde vefat etti. Cenazesi bir gün sonra, Söke ilçesinde defnedildi.

Vali Yazıcıoğlu'nu bir de yardımcısı anlatıyor, bakalım o nasıl tanıyor merhum Vali'yi...

Onu ilk kaymakamlık kursunda bize ders vermeye geldiğinde gördüm. O güne kadar hep toplum kalkınması çerçevesindeki inanılmaz icraatlarını, Tokat efsanesini, traktörle veya motosikletle tebdili kıyafet yaptığı habersiz denetimlerini, baston yutmuş gibi kasılmaktan bir taraflarına felç inecek bürokrat tavırlarını, bürokrasiyi ve halkı da sigaya çeken, toplumumuza başaramama fırsatını bile tanımayan merkeziyetçi yönetim yapısına karşı alternatif çözümleri de ortaya koyan eleştirilerini birlikte çalıştığı meslektaşlarımızdan, basından vs.. duymuştum. Aklıma takıldığı için sordum: ‘Siz valilerin seçimle gelmesini savunuyorsunuz.


Seçimle gelen başarısız yöneticilerin yanında tayinle gelen sizin gibi başarılı yöneticiler de var. Bir de üniter yapı meselesi... Bu niye önemli?’ Bilmeden damardan girmişim. Üç saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Ders bittiğinde hepimiz karşımızda örnek alınmaya değer, heyecanı, iddiaları olan muhteşem biriyle karşılaştığımızı anladık. Her meslek grubunda olduğu gibi mülki idarede onun gibi olmaya heveslendiğimiz bir örnek insandı artık. Bu örneğin tekrarlanmaması gayretlerine de şahit olduğunu söylerdi. Değil mi baltanın sapı bizdendi. 1984 yılından beri Türkiye’de kaymakamların örnek aldığı, yanında çalışan hiçbir meslektaşımızın hakkında olumsuz tek laf edemeyeceği bir insandı.

1993 yılında Erzincan Vali Yardımcılığı’na tayin edildiğimde Mümtaz Soysal’ın ‘zıpkın’ diye tarif ettiği birisinin yanına gitmekten dolayı epey heyecanlı ve memnundum. Merkeziyetçi yönetim yapısının Özal’ın bütün gayretlerine rağmen cari olduğu, güçlü yerel yönetim yapısının üniter devlet yapısına sanki ters addedildiği ülkemizde taşrada olmasına rağmen ülke gündemine yaptıkları ve söyledikleri ile girmeyi başarmış, bundan daha önemlisi hiçbir zaman ülke gündeminden çıkmamış birisi ile çalışmak her meslektaşıma nasip olacak bir mazhariyet değildi.


Altı yıl Erzincan’daki görev yaptığım vakitler, şimdi hayatımda hatırlamaktan bile zevk aldığım en müstesna yıllardı. Çalışana her türlü yetkiyi, imkânı vermeye programlanmış, Erzincan’da çalıştığı dokuz yıl boyunca her türlü güzel işe bir yerinden mutlaka katılmış, hiçbir şey yapamazsa gidip ‘aferin, arkanızdayım, her türlü yardıma hazırım’ sözünü söylemiş birisi olduğunu yakından gördüm. Bu sebeple ve sahip olduğu müthiş bir empati yeteneği, içinde fazilet duygusuna yer vermek kaydıyla başkalarının meşru menfaatlerine karşı duyduğu saygı sebebi ile herkesin sevgisi yanında minnettarlığını kazandı.

Herkesi kucaklardı...

Ancak Recep Yazıcıoğlu’nun hayattayken de gördüğü müthiş ilgi ve sevgi için bunların yanında sahip olduğu başka meziyetlerinin de olması gerekirdi. Bu ülke insanının birbirleri ile kavga edenleri, marjinal olarak nitelenen unsurları da dahil olmak üzere toplumun bütün kesimleri tarafından benimsenmesi, sevilmesinin esas nedeni neydi? Yanında çalışmış olmak hasebi ile şahsıma sorulan en önemli sorulardan birisi de ‘yahu bu vali solcu mu sağcı mı?’ oldu. Üstelik bu soruyu soranların başka yerlerde akademik lafazanlıklarla sol ve sağın bittiğini söyledikleri halde bu soruyu sormaları söz konusuydu. Recep Bey’in bu kategorilere konulamayacak kadar geniş vizyonu olduğunu, belli kalıplara sığmasının mümkün olmadığını söylediğimde de kimseyi inandıramadığımı hep müşahede ettim. Geçen günlerde İşçi Partililerle ülkücülerin ortak miting düzenlemesi yukarıdaki ifadeleri belki bir ölçüde anlaşılır kılmıştır.

Recep Yazıcıoğlu kadar bu toplumu kucaklayabilen, toplumun bütün kesimlerinin kendisini ifade edebileceği birisi bugün artık Türkiye’de maalesef yok gibidir ya da varsa biraz daha öne çıkmalıdır. Türkiye maalesef örnek alınmaya değecek önemli ve değerli sembol isimleri bol olan bir ülke değildir. Solda, sağda, ileride geride vs.. hangimizin arkasından gidebileceği kıvamda bir insan kalmıştır ki... Politikaya girseydi bu kucaklayıcılığını muhafaza edemezdi diye düşünülebilecek bir ön yargıya verilecek cevabı test etmek mümkün olamadan kendisini kaybettik. Ancak politikada taraf olan Turgut Özal’ın cenazesine katılan milyonlar bu tür iddiaların her zaman geçerli olamadığının ispatıdır.


Girdiği hiçbir yerde ikinci adam olamayacak kadar kapasiteli, moda tabirlerin ifadesiyle vizyonu geniş, doyumlarını sağlamış ve komplekslerinden arınmış birisi olarak Recep Yazıcıoğlu idarecilik hayatında sağladığı başarı grafiğini politikada da mutlaka yakalardı diye düşünüyorum. Çünkü siyasi iktidarların neden iki senede tıkandığının nedenlerini çok iyi yakalayabilmiş birisi olarak sistematik düzenlemelere gitmeden nokta bazlı proje ve icraatların devamını getirmenin çok zor olduğunu devamlı ifade edegelmiştir. Yanlışların bir kısmını düzeltmenin aslında yanlışta bile bir dengenin sağlanması sebebi ile yanlışlığın dengelerinin bozulmasına ve boyutunun büyümesine yol açtığına, bu nedenle sil baştan yapmadan başarılı sonuç alınamayacağına inanan nadir insanlardandır.


Belli makamlara gelen bürokrat ve siyasetçilerin adeta 100, 150 yıl orada kalacağını zannederek icraat yapmaya çalıştıklarını, yetkilerini merkezileştirmeye, taşrayı güçlendirmenin önüne set çektiklerini, konumlarını kaybedenlerin de yapma fırsatını sanki hiç bulamamış gibi sızlandıklarını, bunun ise trajikomik olduğunu ondan işittim.

Recep Bey bürokrasinin eline geçirdiği hiçbir ipin ucunu bırakmadığını, daima kağıt üzerinde düzenli ama fiiliyatta iflas etmiş bir Türkiye’den yana tavır koyduğunu, karar aldığını, ıslahının ise gayri kabil olduğunu bu ülkede en iyi anlayan kişilerden biriydi. Her şeyi çözebilecek bir süpermen olarak görülmesinin altında yatan esas sebep de budur. Adına açılan ziyaretçi defterine bir vatandaşımızın yazdığı şu ifade ilginçtir: ‘Sırat köprüsünün başında durup, ‘hadi uşaklar böyle gelin’ diyerek bizi karşıya geçireceksin’. Öbür dünyada da kendisinden kurtarıcılık beklenen bir devlet adamı herhalde başka yoktur. Sürekli söylediği; ‘kurtarıcı yoktur, halkın kendisi önce kendini kurtarmayı, kurtarıcılardan medet ummamayı öğrenmelidir’ sözüne rağmen bu toprakların gerçeği bu olup bu gerçeğin hükmünü gelecekte de icra edeceği açıktır.


Bir recep ayında hayattan kopan Recep Yazıcıoğlu açısından el hak bu vatandaşın temennisinin de gerçekleşeceğine benim itikadım vardır. Onun gerçekten iyi bir idareci olmak yanında muhteşem ölçülerde iyi bir insan olduğunun dünyada ve ukbadaki şahitlerinden birisi de benim.


Bürokrasiye savaş açmıştı...

Usulsüzlük ile yolsuzluğun devamlı karıştırıldığı Türkiye’de yolsuzluğu yok, usulsüzlüğü çok bir bürokrat olarak Molla Kasımları hiç eksik olmamıştır. Değil devlette özel sektörde bile usule uymak suretiyle icraat yapmak zordur; çünkü bürokratik yapılanma ve zihniyet köprü değil maalesef duvar fonksiyonuna sahiptir. Bu ülkede toplumla bürokratik yapı arasında adeta ilan edilmemiş gizli bir savaş vardır ve savaş kuralları hükmünü icra etmektedir. Yatırımcı bir işadamını dinlerseniz çok rahat ikna olmanız mümkündür.

Burada usule hiç uymamak gerekir şeklindeki değerlendirmelerin yanlış olduğu ise her türlü izahtan varestedir. Kuralsızlık zaten hiçbir toplumun katlanabileceği bir olgu değildir. Ancak kuralların uygulanamamasının gerisinde yatan gerçeklerden birisi de budur.

‘Siz isterseniz yaparsınız’ tarzındaki halk değerlendirmesinin gerçekçiliği vardır. Biz devletlular istersek yapabiliriz. Neyi istedik de yapamadık ki... Ben Recep Bey’de bunun sayısız örneklerine şahit birisi olarak halkın bu anlayışının yersiz olmadığını ifade etmekle yetiniyorum.

Recep Yazıcıoğlu gibi insanları büyük yapan en önemli hususlardan birisi yaptıkları işlerden daha çok başlattıkları süreçler, açtıkları yollardır. Her zaman yapılacak sonsuz sayıda iş vardır ve bunları yaparak ihtiyaç ve beklentileri karşılamak imkansızdır. Ancak açılan yollar ve başlatılan süreçler sonsuz sayıdaki işlerin vs.. yapılmasına uygun ortamı hazırlar. Esas olan da budur. Devletin müthiş harcamalara rağmen hizmetlerinde yetersiz ve kalitesiz olması işleri vs.. yaparak bitirmeye çalışmak istemesindendir. Yetişmenin mümkün olamadığı, yönetilemez büyüklükleri yönetmek iddiasında olmak başarısızlığı peşinen kabul etmek demektir. Aynı ödenekler, aynı mevzuatla Recep Bey’in farklılığını ortaya koymasının sırrı da budur.


Kendisine ulaşılamayacak ölçüde liderlik özelliklerine sahip olmasının bu sırrı maalesef yeterince anlaşılamamış, dolayısı ile bu kadar yıllık idarecilik hayatında onu aşacak kapasitede insanlar yeterince ortaya çıkamamıştır. Bunun bir ufuk, vizyon meselesi olduğu açıktır. Bu olgunun bir diğer örneği de rahmetli Turgut Özal’dır.


Seni ameliyat masasında sargılar içerisinde yatarken gördüm. Tıbben öldüğünü söyledikleri, makineye bağlı yaşadığın anda bile görünüşün gerçekten heybetli ve muhteşemdin. Özal’ın ölümünde duyduğum acı ve hüznün daha yoğununu bize yaşattın. Sen bu düzeni bozuk, insanların haysiyeti ve şerefinin hiçe sayıldığı, demokratlığın özünün yakalanamadığı, adam yerine konulmaya, başarıya, saygıya aç bu toplumdan, kötülüğün kol gezdiği diyarlardan bizi yalnız başımıza bırakıp, umutlarımızı, gelecek hayallerimizi de beraberinde götürüyorsun. Dik durdun, dik gidiyorsun. Allah makamını cennet eylesin. Güle güle büyük insan, güle güle...

Denizli Vali Yardımcısı Yazıcıoğlu’nun yakın mesai arkadaşı Orhan Oztur...

Aslan Yürekli Vali:
Recep Yazıcıoğlu
Tokat'tan yükselen yıldız...

13 yıllık kaymakamlığında kimsenin tanımadığı Recep Yazıcıoğlu, Tokat'ta "rakı" ya yasak koydurunca Türkiye gündemine oturuverdi
23 yaşında başladığı devlet hizmetinde, 13 yıl süre ile çeşitli ilçelerde kaymakamlık yapan Recep Yazıcıoğlu, sayısız icraata imza attı. Kimi ilçede halkı imeceye ısındırmak için amelelik yaptı, kimi ilçede "il tuvaleti inşan eden insan" olarak anıldı.
Recep Yazıcıoğlu, 1984 yılında Tokat Valili'ne atananan kadar basının hiç ilgisini çekmedi. Hatta 36 yaşında "en genç vali" olduğu haberi bile bazı gazetelerin tek sütunlarında yer aldı.


4. Murat benzetmesi...
13 yıllık idarecilik hayatının "en önemli icraatı"nı Tokat Valisi iken gerçekleştirdi:
Meyhanelerde, müşterilere bir dubleden fazla rakı verilmesi yasak.
Bu icraat "Tokat'ta bir 4. Murat" başlığı ile gazetelere taşınınca, Vali Yazıcıoğlu bir anda Türkiye gündemine oturdu. Ve o günden bu yana da hiç inmedi.
Oysa Yazıcıoğlu'nun Tokat'ta yaptığı sadece "Bir dubleden fazla rakı yasak"tan ibaret değildi.
Basın "yasak"la tanıttığı Vali'nin, başka icraatları olduğunu, sölediklerinin akılcı, mantıklı ve de bugüne kadar hiç bir bürokratın etmediği türden olduğunu da kavramaya başladı.

Hizmet mayası...


Kaymakamlık döneminde, kaymakamların bütçesi olmadığı için önemli icraatlara el atamayan Yazıcıoğlu, vali olunca bir anda "halka hizmet mayası"nı bulduğunu farketti.


Özel idare gelirleri üzerine, halkın maddi manevi gücünü de ekleyen Yazıcıoğlu'nun, tüm engellemelere rağmen "Tokat Modeli" olarak tarihe geçen çalışmalarının başlangıcını kendisinden dinleyelim:


"1984-1988 yılları arasında vali olarak görev yaptığım Tokat'ta özel idare aracılığı ile yapılan ve bazılarının "Tokat Modeli" olarak adlandırdığı çalışma, aslında idarecilerimizin bugün ve özellikte geçmişte yaygın olarak uygulayabildikleri yerel hizmetlerde, devletin sınırlı kaynaklarına yerel kaynakları katarak (halkın gönüllü katılım) emanet yöntemiyle büyük tasarruf sağlayan, yaygın, etkin ve süratli netice alma sistemidir. Tokat İi'nde 4 yıl içinde ilgili bakanlıkların ödenekleri, özel idarenin gelir kaynakları ile beraber "torba bütçe" şeklinde biraraya getirilmiş, özel idare aracılığıyla malzemeye tahviml edilerek şehir merkezlerinde kaymakamların başkanlığında emanet komisyonlarına, köylerde de yine kaymakamların aracılığıyla muhtarlara verilerek, başta eğitim ve sağlık olmak üzere bütün bektörleri kapsayan pilot bir uygulama gerçekleştirilmiştir."


Şantiye şefi gibi...
Tokat'ta Vali'den çok bir şantiye şefi gibi çalışan Yazıcıoğlu, bir 'Toplum Kalkınma Modeli' ortaya koydu.
İşte o modelden çıkan bazı hizmetler:
* Tokat ve köylerinde 4 yılda Cumhuriyet tarihinde yapılandan daha fazla derslik inşa edildi.
* Bu inşaatların brim maliyeti, tüm devlet ihalelerinin altinda gerçeklesti.
* Çünkü inşaatların tamamında, aracılar, müteahhitler, ihaleler ortadan kaldırılmış, bizzat özel idare ile halk el ele iş yapmıştı.
* Yazıcıoğlu'nu Türkiye "4. Murat" olarak tanısa da, objektif değerlendirmelerle hakkı teslim edildi ve "Yılın Bürokratı" ünvanına layık görüldü.
* Uyguladığı model üniversitelerde tez konusu oldu.


Yüzde 75 tasarruf...
Yazıcıoğlu Modeli'nde aktif rol, ilçe santiye sefleri gibi çalışan kaymakamların oldu, il "destek hizmet" sagladı. Böylece yatırımlarda müteahhit karı ortadan kaldırılmış, toptan malzeme alımının avantajından yararlanılmış, taşeronların yaptığı ortalama yüzde 25'lik kırımlar da eklendiğinde, proje tutarına göre şehir merkezlerindeki yatırımlarda ortalama yüzde 40, köylerde yüzde 75'lere varan tasarruflar saglandı. Eğitim, sağlık başta olmak üzere, değişik amaçlı sosyal tesisler, kamu binaları, emniyet, jandarma ve tarım kurumları için binalar, iş hanları ve benzeri irili ufaklı iki bine yakın bina, emanet yöntemiyle gerçekleşti.


Ilgili bakanlıklardan transfer edilen ödenekler ve özel idare olanaklari ile 25 bin metre küp kereste, 50 bin ton çimento, 10 bin ton demir, 20 milyon adet tuğla ve kiremit alınmış. Köylerde muhtarlar salma (gönüllü vergi) toplamış ve taşeronların istihkakları büyük oranda bu para ile ödenmistir.


3 bin derslik...
Başta Milli Egitim ve Spor Bakanlığı olmak üzere bütçeden saglanan toplam 19 milyar liralık ödenek, 600 köyden sağlanan tahmini 5 milyar liralik salma ve özel idarenin kaynakları ile toplam proje tutarı 25 milyar liraya varan 3.000 derslik ve lojman proje tutari 2,5 milyar lira olan 3.000 yatak kapasiteli ögrenci yurtları, Saglık Bakanlığı'nca sağlanan 500 milyon lira ile 176 sağlık evi, her birinde ögretmen evi bulunan işhanları kompleksi gerçekleştirilmiş. DPT tarafından sağlanan bir ögrenci yurdu parası ve özel idare kaynakları ile 6 ögrenci yurdu yapilmiş


"Bürokrasi despotizmi"
O, hem kafasından çıkan modeli hayata geçirmek için hiç bir engel tanımıyor, hem de "merkeziyetçi yönetim"e en acımasız darbelerini indiriyordu. Türkiye devlet çarkı içinde bürokrasinin nasil bir dev oldugunu anlatan Yazıcıoğlu, Türk insanının her dakika Ankara'ya taşınma durumunda bıkılmasını şiddetle eleştiriyordu. Türkiye'nin otuzlu yillarin idare etme anlayisi ile yönetilemeyeceğini söyleyen genç Vali, "Türkiye'de yaşanan aydın oligarşisine, bürokrasi despotizmine" veryansın ediyordu.


Bir Yazıcıoğlu fıkrası:


Bırakın da bu kadar yetkimiz olsun


Konuşmalarını, konferanslarında vücut dilini büyük başarı ile kullanan Recep Yazıcıoğlu, savunduğu fikirleri fıkralarla da süslerdi. Yazıcıoğlu bir konferansta şu fıkrayı anlatmıştı.
"Bir beldeye ilk kez gelen modern görünümlü bir vatandas, şıkışır ve ihtiyacini görmek için en yakin WC'yi sorar. Belde de sular çesmeden akmamaktadır. WC'de su ihtiyacını görmek için sırayla dizilmiş su ibriklerinden bir tanesini almak zorundasınız. Yöreye misafir olarak uğrayan bu kişi hemen ilk sıradaki su ibriğini almak ister. Ama tepkiyle karşılaşır:
- Hooop yok öyle kuralsızlık... Beşinci sıradaki ibriği alacaksin" der WC'nin emektar bekçisi.
Neyse 5. sıradaki suyu alıp ihtiyacını gören beldenin misafiri, çıkarken dayanamaz ve sorar:
- İş disiplininize hayran kaldim, ama merak ettim. Niye bana birinci siradaki su ibriğini aldırmadınız? WC bekçisinin soru karşısında cevabı hazırdır:
- Bu WC'nin akşama kadar kokusunu çekiyoruz. Bırakın da bu kadarcık yetkimiz olsun.


Yazıcıoğlu bu fıkrayı, "kendisini bir şey zanneden bürokratlar"ın vatandaşın halinden anlamamasına örnek olarak anlatmıştı.


Bir gazeteci anlatıyor:
Vali kapısı açık olur mu?
Bir gazateci anlatıyor:
İcraatlarıyla bir anda Türkiye çapında ünlenen Tokat Valisi Recep Yazıcıoğlu'nu ziyarete gitmiştim. Makamina girerken bir
degisiklik fark etip sekreterine, valinin kapısının neden açık olduğunu sordum.
Sekreterin verdigi cevap üç kelimeden ibaretti:
Bundan sonra böyle.


Içeri girince oturdugu koltuktan kalkıp kucaklamıştı. Soruyu bir kez de kendisine sordugum zaman "Kapi kapali olunca ben vali olmaktan çıkıyorum, görevliler istemedikleri kişilerle beni görüstürmüyor. Odada otururken vatandaşı yanımda görmek istiyor, kimse gelmeyince de 'Herhalde dertler bitti' diye aklımdan geçiriyordum. Simdi kapıyı açtım Gelenin haddi hesabı yok, meğer Tokat'ta ne kadar çok dert
varmış" demişti.



"O normal bir insan değildi"

1999 Ekim Ayı başlarında, Yeni Asır'da Elvan Feyzioğlu imzası ile yayınlanan "Süper Vali" dizisinden bir alıntı:


Tokat'ta uzun yıllar halk sağlığı uzmanlığı yapan Genel Cerrah Dr. Ömer Balak anlatıyor:


"Ben yüzlerce doğum yaptırdım. İnsanlarla sürekli iç içeyim. Ancak Recep Yazıcıoğlu bugüne kadar tanıdığım insan tarifine uymuyor. Biz onunla birlikte Tokat'ta büyük bir toplum kalkınması örneği verdik. Aydın; gittigi yerde görünen kişidir. Aydın, gittiği yere ışık götüren insandır. O, gittiği her yere ışık götürmüştür. Bu ayrı bir beceri işidir."


Halk, halk için çalışan memura ‘manyak’ der"

Recep Yazıcıoğlu için yeni görev yerinde "manyak vali" manşeti atıldı

Ahmet Tulgar

Recep Yazıcıoğlu’nu 1996 yazında, o dönem valisi olduğu Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde tanıdım. Halkın; 130 yıldır beklediği, bir türlü yapılamadığı için de önce Fırat’ın sularına sonra silahlı eylemlere (Başbağlar katliamı) açık hedef olduğu bir köprünün ve tünelin inşaatı için her gün sahadaydı. Toza toprağa bulanmış geliyordu Fırat kıyısına; soyunuyor, bu kez de çılgın kahkahalarla kanyonun tadını çıkarıyordu. Su kayağı ya da rafting yaparak.


Recep Yazıcıoğlu; enerjisi ve neşesi kavruk bedenini zorlayan bu sıra dışı bürokrat bana hep Cumhuriyet’in temiz dönemlerini hatırlatır. Devletle halkın onulmaz kopuşundan önceki dönemleri. Anadolu’ya trenle giderken gördüğümde beni hüzünlendiren KİT’leri, Devlet Üretme Çiftlikleri’ni, umut ve başkaldırı binalarını.
Bu yaramaz bürokrat, hınzır memur, şimdi de Denizli’de makamının sınırlarında dans ediyor.

Sayın Vali, sizin için "manyak vali" diye bir manşet atıldı Denizli’de. Size "manyak" denilmesine kızmadınız mı?

Aslında kızdım. Çünkü bunu yazan gazeteci arkadaş bana "Sizin için halk arasında bazı uygulamalarınızdan ötürü ‘manyak’ deniyor. Bunu yazabilir miyim?" diye sordu. Ben de bunu halkın bir övgüsü olarak kabul ettiğim için "Yazabilirsin" dedim. Bu lafı cımbızla çekip manşete taşıyacağını bilemezdim ki.

"Delilik", "manyaklık" sizin için kullanıldığında bir övgü niteliği mi kazanıyor sizce?
Tabii. Halk ağzında bu böyledir. Eğer bir bürokrat, bir mülki amir bir yere gittiğinde oradan rant sağlarsa ona "akıllı adam" denir. Eğer benim gibi gidip sadece halk için çalışırsa, onun adı hemen "manyağa" çıkar.

Çocukken de yaramaz mıydınız, Sayın Vali?


Evet, benim köyde çıkmadığım ağaç kalmamıştı. Ki, biz Karadenizliyiz, bizim oradakiler dev ağaçlardır.

Yaramazlığın bir özgürlük mücadelesi, bir özgürleşme aracı olduğunu o zaman mı fark ettiniz acaba?


O çağlarda yaramazlık kısıtlamalara karşı bir tepki olarak gelişiyor. Tabii öncelikle yaradılıştan gelen bir özellik.

Yaramazlığın bürokrasinin cenderesinden kurtulmaya, mevzuatın sınırlarını genişletmeye yaradığını, meslek hayatınızda bu niteliğinizle prim yapabileceğinizi ne zaman fark ettiniz?


Fakat şunu da unutmamak lazım ki; benimle ilgili anlatılanların çoğu bir masal gibi halk tarafından üretilmiş, kulaktan kulağa yayılan hikayelerdir. Evet, biraz fevri, alışılmamış bir vali tipiyim ama anlatılanlar kadar da değil.

Yani çoğu "şehir efsanesi" demek istiyorsunuz. Bu efsaneler bir vali için anlatıldığında da tam "şehir efsanesi" oluyor. "Erzincan efsaneleri", "Denizli efsaneleri" gibi.


Bir şehirde sorunlar çok olunca efsaneler de çok oluyor. Bu sorunları bir kahramanın gelip tek bir darbeyle çözmesini bekliyorlar. Halbuki benim birinci ilkem katılımdır, katılımcılıktır. Yani ben tam tersine şehir efsanelerinin üretilmeyeceği bir şehir yönetimini tatbik etmeye çalışıyorum.

Bürokratların egosu şişer çünkü itilmiş kakılmışlardır"
Kendinizi özgürlükçü bir mülki amir olarak mı tanımlıyorsunuz?


Benim mücadelem bürokrasiyle. Ve bürokrat tavrıyla. Yıllar önce Alaca kaymakamıyken bir vatandaş beni görmeye gelmişti. Elleri cebinde girdi içeri. "Çıkar ellerini cebinden" dedim. Adam da, "Biz İsviçre’de resmi makamlara elimiz cebimizde gireriz" dedi. O zaman kendime "Önemli olan bu adamın işinin yapılması, elinin cebinde olması değil ki" dedim. Bir de, mesela bizim makamımıza zengin bir vatandaş geldiğinde buyur eder oturturuz. Ama bir gariban geldiğinde ayakta tutarız konuşurken. Şimdi ben artık herkesi oturtuyorum hemen. Bürokratın egosunu frenlemesi lazım. Halbuki bürokratların egosu çok çabuk şişer.

Neden?


Çünkü biz biraz itilmiş kakılmış bir milletiz. Biraz ayrıcalık, yetki verildi mi bizim insanımıza, bunu şahsiyet haline getirir.

"Ayşe Kulin benim romanımı oğlunun çıkarı için yazmadı"


Bürokrasinin hantal bir hal almasının nedeni biraz da bürokratların egolarının şişmesi mi?


Evet. Ve ben bürokrasiyi ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyorum. Önce kendimden başlayarak. Bürokrasi bir hastalıktır, bürokratı da hasta eder.

"Eğer Ankara’da orman olmasaydı hapı yutardım"


Yani çabalarınızın hedefi "vali olarak Recep Yazıcıoğlu"nu ortadan kaldırmak mı?

Hani, Lenin’in "Devlet ve İhtilal" kitabında proletarya devletinin hedefinin devleti ortadan kaldırmak olduğu söylenir.

Yani "devlet olmayan devlet". Siz de "vali olmayan vali" mi olmak istiyorsunuz?


Benzetmeniz hoşuma gitti ama ben bu tavrımı "terbiye, saygı" gibi kavramlarla açıklamak isterim.

Bir de neşelisiniz siz. Görev başında da böyle misiniz?


Tabii. Gülmek ömrü uzatır.

Bizim toplumumuzun "karşı özdeşlik kurma" söylemlerinden biri de "Bizim millete fazla iyi davranmaya gelmezödir. Bu kadar özgürlükçü olmanız sebebiyle insanlara lafınızı dinletemediğiniz oluyor mu?

Ama beni de yumuşak bir insan sanmayın. Benim için "tatlı sert" lafı daha uygundur.

Siz görev yaptığınız şehirlerle çok özdeşleşiyorsunuz. Ve sahada olmayı seviyorsunuz. Sizi merkeze çektiklerinde ne hissediyorsunuz?


Erzincan’dan Ankara’ya gelince, cezaevine gelmiş gibi hissettim. F tipi cezaevi gibi geldi bana. ODTÜ’nün ormanına gidiyordum her gün 45 dakika yürüyerek. İki saat de ormanın içinde dolanıyordum. Orman olmasaydı orada yanmıştım. Gerçi Ankara’da da paslanmadık yani, Anadolu’nun her yerinden panel, konferans gibi etkinliklere davet edildik, biz de durumdan vazife çıkarıp oralara gittik. Aksi takdirde hapı yutardık biz Ankara’da.

Ayşe Kulin’in sizi anlattığı "Köprü" adlı romanını, oğluna sizin Erzincan’da bir kayak merkezi yapması için kredi vermeniz karşılığında yazdığı iddia edildi. Bu doğru mu?
Hayır. Biz Selim Kemahlı’ya, yani Ayşe Kulin’in oğluna iki iş verdik. Biri ilin tanıtımıyla ilgili posterlerin, broşürlerin üretimi. Bir de Ergen Dağı Kayak Projesi. Bunu da bir yabancı firma yaptı, Selim Kemahlı aracılık yaptı. Ödemeyi de biz özel idare ve belediye olarak yüzde 50 yüzde 50 yaptık. Tamam, şimdi benim için bir roman yazıldı. O zaman şimdi bu iddiayı ortaya atan belediye başkanı için de bir roman yazılmalı. Ayşe Kulin bu konuda "Ben üç koca boşadım, tazminat bile almadım, ben para için roman yazacak karakterde bir insan değilim" diye cevabını verdi. O kitabı yazılan köprü de tam bir toplumsal kalkınma örneğidir. Halk katılımına bir örnektir.

Neydi o bir dönem, Erzincan’da her fırsatta kameraların önünde soyunup Fırat’ın sularına girmeniz?


Valinin "hobisi", "fobisi" diyorlardı benim rafting ya da su kayağı yapmama ama bugün bu sayede Erzincan dünyanın dördüncü büyük yamaç paraşütü ve rafting merkezi oldu. Eskiden Fırat’a düşen boğuluyordu, şimdi raftingci gençler orada yardım ekibi olarak çalışıyor.

"Arkeologlara kazı yaparken bile kravat taktırılıyor"


Şimdi de Denizli’de kravat zorunluluğunu kaldırmışsınız memurlarda.
Arkeologlar gelip "Biz sahada çalışırken kravat zorunluluğu bizi perişan ediyor" dediler. Ben de "Sahada çalışanın kravat zorunluluğu olur mu kardeşim?" dedim. Yaz döneminde kıyafet zorunluluğunu kaldırıyorum.

Erzincan’da halk daha çetin sorunlarla mücadele ediyordu. Ben de gelip çalışmalarınızı izlemiştim. Denizli ekonomik olarak iyi durumda. Erzincan’da insanlar sizin müdahalelerinizden memnundu ama Denizli’deki Anadolu burjuvazisi sizin, yani devletin müdahalesinden rahatsız olabilir.


Evet, Denizli ekonomide büyük patlama yapmış bir şehir. Özellikle tekstil alanında. Denizli’deki sanayiyi gezmek insanın iki veya üç ayını alır. Ama diğer taraftan Denizli’de 600 bin SSK’lı olmasına rağmen kentin sigorta hastanesi, yatak kapasitesi açısından Türkiye’de sonuncu sırada. Yani Denizli’de sorunlar çok. Mesela eğitimde de daha bin derslik gerekiyor. Yani sanayinin gelişimiyle toplumsal hayatın gelişimi paralel değil.


Denizli çabuk kaybetti

Yazıcıoğlu Denizli'ye, 3.5 yıl aktif hizmetten alıkonulmuş olmanın hırsıyla geldi. Kentin var olan tüm potansiyellerini harekete geçirmeye çalışan Yazıcıoğlu'nun ne yazık ki ömrü yetmedi ne yazık ki zamansız ölüm Denizli'nin elinden aldı
Recep Yazıcıoğlu, Tokat'ta, Aydın'da, Erzincan'daki hizmetlerinin karşılığı olarak "3.5 yıl kızakta kalma" ile ödüllendirildi ve son valiler kararnamesi ile Denizli'ye atandı.
Kendisi her ne kadar, "Ben merkez valiğini de değerlendirdim" dese de, aktif göreve fırtına gibi başlayan Yazıcıoğlu, bazı uygulamalarıyla hem taktir, hem
eleştiri aldı.

Keşif gezileri...


Önce Denizli'nin, taşıdığı büyük potansiyele rağmen turizmden hakettiği payı alamadığını farkeden Yazıcıoğlu, ilin dağlarını, ovalarını adım adım dolaşmaya çıktı.
Doğa sporlarına tutkunluğu ile tanınan Yazıcıoğlu, ilk girişimini kayak konusunda yaptı.


Tavas'ın Konak Beldesi'ndeki Bozdağ'a çıkıp kayak yapan Yeni Vali, burada yıllardır yapılması planlanan, ancak hiç bir somut adım atılmayan kayak tesisi için derhal başlama kararı aldı.
Yazıcıoğlu, 1998'de de aynı dağ için fizibilite çalışmasının yapıldığını belirtip, hazırlanacak projede bu çalışmadan da yararlanılması talimatını verdi.

Termal hareket
Yazıcıoğlu, Romalılar döneminin sağlık merkezi olan Denizli'yi termal merkezi yapmak için de çalışma başlattı. 35 milyon dalora mal olacak tesisi Avrupa'nın kür merkezi haline getireceklerini söyledi.
İlginç icraatlarlıyla da dikkati çeken Yazıcıoğlu, bir uygulamasıyla gazete ve televizyonlara biz kez daha haber oldu.

Bir şaşırtma daha


Vali, alkollü araç kullanmaktan dolayı meydana gelecek kaza ve oluşacak suçlarda, sürücünün yanı sıra içki veren mekanın sahibinin de sorumlu tutulacağını açıkladı. Yazıcıoğlu, İl İdaresi Kanunu'nun valilere bu yetkiyi verdiğini, uygulamanın Avrupa'da yaygın olduğunu belirtti.


Vali Yazıcıoğlu, Sarayköy'de bir okul açılışında da çevresindekileri şaşırttı. Törenin başlamasının hemen ardından, ayakta bekleyen öğrencilere, yerini vermek için ayağa kalkınca, diğer protokol üyeleri de mecburen kendisini izlemek zorunda kaldı. Yazıcıoğlu, boşalan koltuklara öğrencileri oturttu. Böylece öğrenciler töreni, protokol koltuklarından izledi.

Polise özgürlük
İşte Yazıcıoğlu uygulamalarından bir demet daha :
Vilayette ve vali konağında polis nöbet tutmayacak.
* Yazın kravat takma mecburiyetleri bulunan müze memurları isterlerse takmayacak.
* Geçtiğim yol güzergahlarında polis eskortu olmayacak.
* Ehliyet alımı sırasında vatandaştan bağış alınmayacak.
* Tüm kahvehanelere en az iki gazete girecek.

Turizmin önemi
Denizli ve Pamukkale'ye gelen turistlerin yüzde 90'dan fazlasının günübirlikçi olduğu gerçeğinden haraketle, turistleri bu bölgede eğleyecek tesislerin önemini kavrayan Yazıcıoğlu, kentin tüm değerlerini sergileyecek adımlar atmaya başladı.
3.5 yıllık merkez valiliği sırasında hizmete susamış olan Vali Yazıcıoğlu, her fırsatta Denizli'ye gelmekten çok mutlu olduğunu dile getirdi. Nitekim bir söyleşi sırasında Denizli hakkındaki düşüncelerini şu cümlelerle açıklıyordu:

Tekstilciye kutlama


Daha önce çalıştığım illerde hep "niye fabrikalar yok, üretim yok, istihdam yok" diye hayıflanıp durdum. Şimdi burada tam bir tekstil cennetiyle ve bir fabrikalar tarlasına düştük. Bunu büyük bir sevinçle karşılıyorum ve burada sağlanan gelişmeden çok büyük heyecan duyuyorum. Buna öncülük yapan, sanayii bu noktaya götüren insanlara da teşekkür ediyorum. Milliyetçilik de budur zaten. Yani üretmek, katma değer yaratmak, ihracat yapmak, Bunların hepsi burada var. Denizli bu yönüyle örnek bir model.


Yazıcıoğlu, Denizli'de kaldığı kısa süre içinde, kentin gelişmesi bir ufuk hattı da çizdi.

Zamansız ölüm
Tam hamleye hazırlarınken de, talihsiz bir kaza sonrası aramızdan ayrıldı.
Denizli, Yazıcıoğlu'nu bir buldu, bir kaybetti.
O, artık nefes almasa da, hizmetleriyle, dile getirdiği gerçeklerlerle daha uzun süre Türk insanının arasında olacak.
Çünkü o, Türkiye'nin taşında, toprağında, hepsinden önemlisi de insanların beyninde iz bıraktı.
Ne mutlu ona.
Nur içinde yat Yazıcıoğlu.
Dileriz O'nun hedefleri, yerine gelecek olanlar için de hedef olur.
Neler demişti:


Çok beklersiniz Adnan Kahveci'yi


Türk büyüklerinin değişimi savunması demek kendilerinin değişmesi demek, yani oradan gitmeleri demektir. Onlarla kurulan hükümetler ise yamalı bohça hükümetleri. 24 saatlik ufukları var. Bugünü kurtardın mı iş tamam oluyor.
Bu bakımdan yerinden yönetim anlayışı ve uygulaması mutlaka başlatılmalı. Değişimi halkın da istemesi gerek.


Bizim halkımız apartman yönetimine bile katılmıyor, ülke yönetimine niye katılsın. Daha çok beklersiniz değişimi, daha çok beklersiniz Adnan Kahveci'yi.
Seçkinler kendilerini Tanrı gibi görüyor. Çünkü seçkinler faşittir. Bizi çok düşünüyormuş gibi davranıyorlar. Onlar, halk için düşünür, halk için karar verir. Seçkinlere göre halk düşünmez. Düşünenlerin hayatını kaydırırız düşüncesindedirler.

Yarım asır boşa konuştuk
Halk, kurtarıcı bekliyor. Gelsin bizi kurtarsın diyor. Son 50 yılda başımıza ne geldiyse hep kurtarıcılardan geldi. Analardan, babalardan, kurtarıcılardan geldi. Herkes kendini kurtarır. Yarım asır boş konuşuldu bu memlekette.

Otoban yerine ticaret yolu olsaydı
Devletin işini bilmediğini ve önceliklerin yanlış belirlendiğini vurgulayan Vali Recep Yazıcıoğlu, yanlış yatırım öncelikleri konusunda da şunları söylüyordu:
Çeşme Otobanı'ndan önce Denizli'nin ticaret yolları yapılsaydı burada ticaret ve turizm böyle mi olurdu? Öncelikler doğru saptansaydı, mutlaka farklı olurdu. Pamukkale Üniversitesi, 5 yıllık bir uğraş sonunda bölgede kazı izni alabildi.
Aynı bölgede İtalyanlar 50 yıldır çalışıyorlar. Yılda 45 gün çalışmayla nasıl sonuç alınır ki? Bulmuşlar işin kolayını, burayı öğrencilerine staj alanı olarak kullandırıyorlar. Kazı bitince nerede staj yapacaklar. Tabii ki bitmez.
Ama rekabet olunca tarih gün yüzüne çıkacak. Onların 5 yılda yaptığını bizimkiler 1 yılda yapınca mecburen rekabet olacak. İlk defa bizde bir Türk Üniversitesi'ne kazı izni verildi. Laodikya'yı bizimkiler kazacak.

Hristiyanlar için önemli


İncil'de adı geçen 12 azizden birinin kilisesi olduğu belirtilen Laodikya'yı ziyaret eden Hıristiyanlar "hacı" olduklarına inanıyor. Kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Laodikya Sütunlu Cadde'nin 50 metrelik kısmı 4 ay gibi kısa sürede açığa çıkarılmış. 30 Haziran'da yoğun bir kazı çalışması planlanıyor.


Arkeolog Doç. Dr Celal Şimşek tarafından yürütülen çalışmalarda Laodikya'nın bilgisayar ortamında 3 boyutlu fotoğrafı çıkarılmış. Göreceksiniz, bu çabalar ve yatırımlar Denizli'nin ufkunu açacak."

Cesareti kimden alıyor

Vali Recep Yazıcıoğlu, her ne kadar "Ben söylediklerimle devleti ve hükümeti değil, sistemi eleştiriyorum" dese de bir çok siyasinin bu eleştirilerden rahatsız olduğu gözlerden kaçmıyordu. Hatta sadece siyasiler değil, düzenin parçası bürokratlar da rahatsız oluyordu. Yazıcıoğlu bir gün, televizyonlardan birinde hararetle sistem eleştirisinde buluyormuş.


Devrin içişleri bakanı yanındaki müsteşarına dönerek sormuş:
- Yahu bu adam kimden kuvvet alıyor?
Müsteşar cevaplamış:
- Herhalde sizden efendim!

Yasin Efesoy/wowturkey.com
Yayın Tarihi : 25 Mart 2008 Salı 17:32:08
Güncelleme :25 Mart 2008 Salı 17:45:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?