19
Mayıs
2024
Pazar
EMLAK-KONUT

19.yy'da hiç Türk mimarı yokmuş (!)

Kenthaber köşe yazarı, usta mimar Yılmaz Ergüvenç, geçen yüzyılda Türk mimarı olup olmadığını, ortaya koydukları eserleriyle birlikte yazdı. Ergüvenç'in yazısını ilgiyle okuyacağınızı umarız...

19. yüzyılda hiç Türk mimarı yokmuş (!)

Mimarlar Odası, Türkiye’nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmak ve bu gün hayatta bulunmayan mimarların anısını yaşatmak üzere bir program başlattı. Bu program kapsamında, mimar Kemalettin Bey’i anmaya ve tanıtmaya değer buldu.

Mimar Kemalettin Bey (1870 – 1927), mimar Vedat Tek (1873 – 1942) Bey’le beraber, 20’nci yüzyıl başlarında Osmanlı politikasına hakim olan ulusçuluk akımları paralelinde oluşan ulusal mimarlık hareketinin öncüleridir.

Yapıtlarında, Sinan’dan gelen klâsik Osmanlı mimari kompozisyonundaki ana elemanları (kemer, sütun başlıkları, kubbe,..) ve bunların mimari stillerini, sivil mimari yapıtlarında kullanarak, mimari tarihimize mal olmuş bulunan ‘ulusal mimarlık dönemi’nin yaratıcısı olmuşlardır.

Bu nedenledir ki, Mimarlar Odası’nın bu seçimini ve çalışmasını takdirle karşılıyoruz.

Mimarlar Odası’nın yayın organı ‘Mimarlık’ dergisinin 332’nci sayısında bu çalışmayı başlatan komitenin bir tanıtım yazısı yer aldı.

Prof. Dr. Afife Batur, bu program dolayısıyla, ‘Mimarlıkta iz bırakmanın öneminin bu şekilde vurgulanacağını, mimarlık tarihimizde pek çok isimsiz kahramanın bulunduğu’nu ifade etmiş. Bu güzel girizgâhtan sonra, komisyon üyelerinden Yıldırım Yavuz, Kemalettin Bey’in seçilme nedenlerini şöyle açıklıyor:

‘Mimar Kemalettin 1870’de doğduğu zaman, aslında Osmanlı Mimarlar Ocağı iflâs etmiş vaziyette idi. 18’inci yüzyıldan başlayarak, Batılılaşma döneminde ve 19’uncu yüzyılda yabancı mimarlar genellikle Saray takımından çağırıldığı için, mimarlık mesleği özellikle Türkler tarafından meslek olmaktan çıkmış durumda idi. Mimar Sinan’dan sonra ilk defa bu dönemde iki mimar öne çıkıyor ve bunlardan birincisi Vedat Bey, ikincisi ise Mimar Kemalettin. 20’nci yüzyıl başlarında iki Türk mimarının ortaya çıkması aslında önemli, çünkü bir yüzyıl neredeyse Türk mimarı yok.’ diyor.

Evet, Hassa Mimarlar Ocağı, 18’inci yüzyılın ikinci yarısından sonra eski önemini ve de îtibarını kaybetmişti; doğrudur. Örneğin Lâleli Camisinin mimarını Tahir Ağa diye biliriz. Caminin ilk etütlerinin mimarbaşı başkanlığında 5 mimar tarafından tersim edildiğini ‘Tarihçi Vâsıf’ yazmış. Bizler, Tahir Ağa adını, caminin yapıldığı tarihte mimarbaşı olması dolayısı ile, karîne ile bulmuşuz. Keza, Nur-u Osmaniye Camisi mimarını, bina emini Ali Ağa’nın defterindeki ‘Simeon Kalfa adındaki bir zimmî (Osmanlı uyruğundaki gayrimüslim)’nin adı geçtiği için tahmin edebiliyoruz. Bu camilerle Batının barok mimarisi Osmanlıya girmiş oluyor. Ama, artık ‘mimarın adı yok’.

Gelelim beyanattaki ‘..bir yüzyıl neredeyse Türk mimarı yok.’ sözüne. Bu sözle anlatılmak istenen, geleneksel klâsik Türk mimarisi yok anlamında ise, beyanatı bir dil sürçmesi olarak kabul eder ve doğrudur deriz. Ama Türk mimar yok deyince, insanın burnuna ister istemez bir ırkî yaklaşım kokusu geliyor. Günümüzde de T.C. uyruklu azınlıkları ‘yabancı’ diye niteleyen resmî mercilere ait raporlar olabildiğine göre, belki de buna şaşmamak gerek. Evet, dışarıdan ithal edilmiş, R. d’Aronco gibi, G. Fossati gibi bir çok mimar var ama, bir çok da Osmanlı vatandaşı mimar var. Hem de bunlar, saraylarımız, camilerimiz gibi 19’uncu yüzyılın önemli yapıtlarını meydana getirerek mimari mirasımızı zenginleştirmiş mimarlar. Evet, Türk asıllı mimar yoktu, ama Osmanlı kültürü ile iç içe yaşamış, bu toprağın insanları olan Osmanlı vatandaşı Rum, Ermeni, Musevî, Levanten asıllı bir çok mimar vardı. Her halde bu mimarları ‘ithal mimarlar’ familyası içine koyamayız.

Bu vatandaşlar, aralarında devlet bürokrasisinde ve de politikasında yer almış bir çok şahsiyetin bulunması yanında, tıp, teknik ve sanat konularını içeren mesleklere daha yatkındılar. Sadece mimarlık, mühendislik, doktorluk gibi mesleklerde değil, terzilik, tesisatçılık gibi zanaatlarda da bu böyle idi. Halk indinde de Ermeni mimarlar, Rum eczacılar, Yahudi doktorlar, Levanten mühendisler çok makbul insanlardı.

Son Osmanlı’nın ‘Beyaz Türk’ü, mimarlık gibi dûn (aşağı) işlerle uğraşmaz, ya zâbit olur, ya Bâb-ı Âlî’de kâtip olur, nihayet medrese uleması ve de kadı olurdu.

Bu arada babamın anılarından bir anekdot anlatayım: Bir paşazade eczacılık okulunu bitirmiş. Bir hastanede masa başına geçip, makâmından kalfalara emir vereceği yerde Kocamustafapaşa’da bir eczane açmış. Çevre hayretler içinde. ‘Paşa konağında mukim bir paşazade, nasıl olur da ekalliyetler (azınlıklar) gibi eczacı dükkânı açar?’, ‘Aman mîrim, yanlışlık olmasın?’, ‘Gözlerimle gördüm, havanda ispençiyarı (ilâçları) dövüp hap yaptı; tezgâhtan müşteriye verdi.’, ‘Allah Allah! Ne günlere kaldık.’ O zamanlar işte böyle idi.

Batı kültürünün etkisi ile ‘Mekteb-i Hukuk-u Şâhane’, ‘Mekteb-i Mülkiye-i Şâhane’ gibi irfan yuvaları ile beraber ‘Tıbbiye-i Şâhane’, ‘Mühendishane-i Berri-i Humayun’, ‘Sanayi-i Nefîse Mekteb-i Âlîsi’ gibi yüksek okulların açılması ile, bu kötü gelenek zaman içinde yıkılmaya başlamıştır.

Şimdi 19’uncu yüzyılda inşa edilmiş, bu gün de mimari mirasımız diye öğündüğümüz bazı önemli Osmanlı – Türk yapıtlarına ve bu toprağın insanları olan mimarlarına bir göz atalım:

Rum asıllı bâzı Osmanlı mimarlarından başlayalım:

Beyoğlu Zoğrafyon Lisesi, Balıklı Hastanesi, Ayaspaşa’daki Ekselsior Apartmanı, mimar Perikles Fotiadis’in yapıtlarındandır.

Mimar Kiryakidis, Şişhane meydanındaki, bu gün Sarkuysan Şirketinin yönetim merkezi olan Frej Apartmanı’nı inşa etmiştir.

Dimadis, Haliç Fener’de, kule ve kubbesi ile Haliç siluetinde hemen seçilen Rum Erkek Lisesi’nin; İoannidis, Taksim Meydanına bakan Ayia Trias Kilisesi’nin mimarlarıdır.

Ermeni asıllı bâzı Osmanlı mimarları da şöyle:

En önemli Osmanlı mimarları, Balyan Ailesi’nden yetişmiş mimarlar olmuştur. Balyan’lar, Çırağan, Dolmabahçe, Beylerbeyi Saraylarını, Küçüksu, Ihlamur Kasırlarını, Taksim Topçu Kışlası’nı yapmışlardır. Önemli cami yapıtları ise, Dolmabahçe, Aksaray Valide, Ortaköy Mecidiye, Tophane Nusretiye Camileridir.

Mimar Hovsep Aznavur, Sirkeci’deki Sansaryan Hanı (bir çok solcunun anılarında yer alan meşhur Emniyet Müdürlüğü binası), şimdi Kadir Has Üniversitesi olan Cibali Tütün Fabrikası, İstiklâl Caddesindeki Tokatlıyan Oteli, Galatasaray’daki Mısır Apartmanı gibi yapıtları bizlere kazandırmıştır.

Bu saydıklarımız, ilk akla gelen 19’uncu yüzyıl yapıtları. Beyoğlu cadde ve sokaklarını dolaşırsanız bu saydıklarım dışında , zamanın zengin aileleri için yapılmış bir çok apartman, pasaj ve hanların cephelerindeki plâkalarda daha bir çok mimar isimleri ile karşılaşırsınız.

Ne yazıktır ki, bu yapılar onarıldıkça, restore edildikçe cephelerindeki mimar plâkalarının yok edildiğini görür, İstanbul kültürünün son yıllarda ne derece şoven hallere dûçar olduğuna üzülürsünüz.
Yılmaz Ergüvenç/Kenthaber
Yayın Tarihi : 6 Aralık 2006 Çarşamba 10:07:35


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin BARUT IP: 88.224.194.xxx Tarih : 6.12.2006 13:50:27
YILMAZ ERGÜVENÇ'İ YÜREKTEN TEBRİK EDİYORUM. Ve cümlesini tekrarlayarak yorumuma başlıyorum. "Evet, Türk asıllı mimar yoktu, ama Osmanlı kültürü ile iç içe yaşamış, bu toprağın insanları olan Osmanlı vatandaşı Rum, Ermeni, Musevî, Levanten asıllı bir çok mimar vardı. Her halde bu mimarları ‘ithal mimarlar’ familyası içine koyamayız." Bizim aydınlarımız hala İttihat Teraki felsefesiyle düşünüyorlar. Çok uluslu bir devlet olan, SEKÜLARİST yönetim biçimiyle tüm tebalarıne neredeyse eşit bir yaklaşımda olan Osmanlı İmparatorluğu'nda elbette mimarlar vardı. Onların Türk kökenli olması önemli değil, bu coğrafyada, bu ülke için mimarlık yaptılar. Ayrıca o dönemin modası olan Barok ve Art-neuo tarzda ürün vermelerini Rum, Ermeni ve Yahudi olmalarına yormak son derece yanlış olur. Saygılarımla. MİMAR KEMAL MÜKREMİN BARUT