18
Mayıs
2024
Cumartesi
KADIN

'ASLINDA FRANSA FEMİNİZME UZAK BİR ÜLKE'

Geçtiğimiz günlerde Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’yle ilgili yaptığı açıklamalar müze kavramı adına dikkat çekiciydi. Pamuk’un müzesi, sanat tarihinin ‘sanatçısıyla arası iyi ilk müzesi’ olmaya şimdiden aday. Bir yazar olarak Pamuk’un kurgudan yola çıkarak gerçeğe dönüştürdüğü müzesi öte yandan müzelerin tahayyülleriyle temsil ettikleri arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından Türkiye’deki pek çok müzeye örnek olacak gibi. Gösterdiklerinin, müzenin siyasi, toplumsal, sanat tarihsel hangi tercihini yansıtıyor olduğunu bir türlü anlayamadığımız, modern tanımları kadar çağdaş sanat tanımları da müphem pek çok müze, hatta merkez ve sanat galerisi Pamuk’un kararlığından, tasarımdaki titizliğinden ve fikrini temsili olana aktarma cesaretinden ilham almalı.

Günümüzde müzeler üzerine düşüncelerimizi çoğaltması açısından geçtiğimiz günlerde İstanbul’u ziyaret eden Paris’teki Pompidou Merkezi’nin genç direktörü Alain Seban’a kulak veriyoruz. Alain Seban, enerjik bir direktör. Çağdaş sanatın yanı sıra fantastik edebiyata tutkulu direktör, merkezin en büyük stratejisini grafik, mimari, tasarım, çağdaş sanat demeden yaratıcılığın tüm alanlarına açık olmak ve hayata ayak uydurmak diye açıklıyor. Seban, Santralİstanbul’daki Yüksel Arslan retrospektifini de izledikten sonraki hayranlıkla dolu şaşkınlığını gizlemiyor ve şöyle diyor: “Yıllardır Paris’te, Arslan gibi büyük son derece ilginç bir sanatçının yaşadığından habersiz yaşamışız. Entelektüel olarak büyük bir kayıp...”

Şu anda Pompidou’da sergilenmekte olan kadın serginizle başlamak istiyorum. Elles@Pompidou sergisi, müzenin koleksiyonunda yer alan tüm kadın sanatçılara ait işleri derliyor topluyor, sınıflandırıyor ve kronolojik olmamaya özelikle özen mi gösteriyor?

Evet, kesinlikle. Bu sergiyi bir platform olarak düşünüyoruz. 20. yüzyılın en önemli olaylardan biri neydi diye soracak olursanız bana bugün? Kadın ve erkeğin toplumsal olarak eşitlenmesidir, diyebilirim. Kadınların, toplumun her alanına katılımları, bu yüzyılın en önemli gelişmelerinin başında gelir. Pompidou müzesi olarak 21.yüzyılın başında bir müze nasıl olmalı diye sürekli kendi kendimize soruyoruz. Feminizm üzerine bir sergi yapmak bu sorulara verilen yanıtlardan biri. Kronolojik olmamaya elbette özen gösterildi daha ziyade periyodik olundu bu sergide. Kadın sanatçıların üretimlerinin çoğulluğunu vurgulamak üzere bu seçim yapıldı.

Sadece kadınlardan oluşan büyük bir sergi yapmak aynı zamanda geçtiğimiz yüzyıl boyunca müzelerden dışlanan kadınlara ödenen bir borç mu?

20. yüzyılda kadınlar, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak dönüşürken tam olarak neler yaşandı? Bu dönüşümün üzerinde feminizm hareketinin etkileri, kadın sanatçıların bu dönüşüme katkıları nelerdi? Bütün bu sorulardan hareketle Pompidou merkezi, tarihte bugüne kadar yapılmış en önemli kadın sergilerinden birini gerçekleştirdi. Müzenin dördüncü katındaki koleksiyonu tasnif edip yeniden açmaya hazırlanırken sadece kadın sanatçılara özel, onlara adanan bir sergi yapmaya karar verdik.

Pompidou müzesi sabit koleksiyonlarını tekrar neye göre gözden geçiriyor?

2005 yılındaki Big Bang onu takip edip 2006 yılındaki Le Mouvements des Images ve bu sergiyle birlikte alınan, kat edilen bir yol bu... Bütün bu sergiler, müzenin kendi koleksiyonlarını nasıl tekrar ele aldığına birer yanıt. Merkezin en önemli yeni politikalarından birinin sonucu bu. O politika da sabit koleksiyonlara ansiklopedik bir gözle bakmamak. Onları tüm zenginlikleriyle bir anlamda yazılmış tarihlerden uzak tekrar kucaklayabilmek. Böyle bir bakış açısı elbette modern ve çağdaş sanat tarihine yeni, bilmedik yaklaşımları, açıları gerekli kılıyor. Mesela son sergiye bakacak olursak koleksiyondaki kadın sanatçıların işleri üzerinden bütün bir 20. ve 21. yüzyıl sanat tarihi baştan yazılıyor. İzleyici, kadın sanatçıların işlerine bakmak üzere ikna ediliyor bir yandan da.

İzleyicinin iknaya mı ihtiyacı var?

Eğer Fransa’da yaşıyorsanız kesinlikle var. Her ne kadar kadınların ve erkeklerin eşitliği fikri Fransa’dan doğup dünyaya yayılsa da feminizm konusuna uzak bir ülke olduğumuzu söyleyebilirim. Bu sergi, bu anlamda da büyük önem taşıyor. İzleyiciyi, cinsiyet, kimlik gibi günümüzde de çok tartışılan konular üzerine düşünmeye sevk etmeyi istiyor. Bu da müzeyi taze tutuyor elbette.

Bir müze nasıl sürekli diri kalır, tazelenir, yaşlanmaz?

Bence Pompidou, gençlik, tazelik konusunda genetik olarak ayrıcalığa, bir mirasa sahip. Genetik kodu taze. 1960’larla, tüm o modernizasyon ve çağdaş sanat arasında kurduğu bağ açısından çok özgün bir model. Postmodern krizin tam ortasında 1977 yılında kurulduğunda böyle bir başlangıç yaptı ve o hala sürüyor çünkü modernite unutuldu ama modernizasyon geri geldi... Küreselleşmenin böyle bir boyutu var, modernlik devam ediyor sürekli deneyimleniyor. O zaman bir sanat merkezinin hareket kabiliyeti önem kazanıyor. Bir müzenin tazeliğinin esası da burada. Kendini açık tutabilmesinde, güne hızla adapte edebilmesinde.

Bir çağdaş sanat müzesi ya da merkezi tarifi alabilir miyim sizden çok kısa olmak şartıyla?

Tabii ki... Bugün müze ya da sanat merkezi bir platformdur. Toplumla çağdaş sanat arasında bağ kuran bir platform. Bu bağı kurarken mümkün olduğunca kalabalık bir izleyiciye, sadece çağdaş sanat değil, kültür ve sanatın bütün taraftarlarına seslenmek zorundadır.

Bu anlamda çağdaş sanat, tasarım, sinema diye disiplinlerin iflas ettiğini mi ilan etmiş oluyorsunuz?

İflas demeyelim buna modernizasyon diyelim. Modernlik öyle bir yere geliyor ki gerçekten sanat, tasarım diye bir ayrım kalmıyor. Çokdisiplinlilik kavramsal bir söz, bir öneri olmaktan çıktı yaşamın ve yaşanılanın ta kendisini anlatıyor. Yaratıcılığın bir sürü kanalı var. Bu kanalların birine sanat diğerine ürün demek doğru olmaz. Mimari, grafik, tasarım... Her biri yaratıcılığın topluma ulaştığı nehirler.

Fransa’daki Türkiye mevsimiyle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Mevsim kapsamında Sarkis, Pompidou’nun bütün katlarında bir yerleştirme yapacak. Şanslıyız çünkü bu sırada müzenin sorunlu, acı çeken yanlarını görmemizde bize yardımcı olacak. Sarkis burada olduğundan daha ünlü Fransa’da. Yara almış kültürel kimlikleri iyileştiren bir şifacı, büyücü gibi adeta.

Ayşegül Sönmez - Radikal
Yayın Tarihi : 19 Ekim 2009 Pazartesi 23:02:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?