19
Mayıs
2024
Pazar
KADIN

KADININ NAMUSU

DTP'li kadınların, 'namus cinayetlerine' karşı başlattığı kampanyanın sloganı 'kimsenin namusu olmayacağız', kavramın kadın bedeniyle ilişkilendirilmesine karşı çıkışı ifade ediyordu...

Feminist entelektüel Cynthia Enloe, milliyetçiliğin erilleştirilmiş hafıza, erilleştirilmiş küçük düşürülme ve erilleştirilmiş umuttan doğduğunu söyler. Gerçekten de dikkat edilirse, vatana ve/veya millete dair söylemler, çoğunlukla kadınlığa, erkekliğe, aileye ve hatta aşka dair söylemlerdir. Bu durum, vatan toprağının ana/yar olarak kadınla özdeşleştirilmesinden, milletin bir aile olarak tahayyül edilmesine değin pek çok şekilde karşımıza çıkar. “Vatan aşkı”nın, kadın bedeninin denetiminden türetilen bir namus anlayışı ile eklemlenmesi, kadınları korunması gereken pasif unsurlara indirgerken, erkekleri de vatan için ölmeyi göze alması gereken koruyuculara dönüştürür. Böylece vatan borcu, namus borcuna dönüşür. Bu, kırılması imkansız bir döngü değildir elbette. 29 Mart seçimlerinde DTP’li kadın aday Edibe Şahin’in belediye başkanı seçildiği Dersim’e dair iki “ulusal namus” anlatısını paylaştıktan sonra döngünün kırılabilirliği konusuna geleceğim.

İlk anlatı, 1938 Dersim İsyanı’nın önemli aktörlerinden Nuri Dersimi’nin anılarından. Dersimi, isyanın kanlı bastırılma sürecini anlatırken, kadınların “namuslarını korumak için” intihar etmeleri temasını öne çıkarır. “(...) baba toprağının her zerresinde (...) Kürt diyarının uçurumlarına ve ırmaklarına baktıkça; namusu için kendini ölüme atan on binlerce Kürt annelerinin ve bakirelerinin dilhıraş feryadı kulağında uğuldayacak[tır]” ifadeleriyle, gelecek nesillerin bunu unutmayacağını vurguladıktan sonra, gençliğe seslendiği bölümde, kadınların intihar pahasına korudukları namusun, aslında ulusun yeni kuşaklarının namusu olduğunu dile getirir: “Ben sana, senin namus ve şerefini lekelememek için vatanının yalçın kayaları, müdhiş uçurumları üzerinden kendilerini halaskar ölümün kucağına atan binlerce gelin ve kızlarımızın feryadını inliyorum...” der ve ardından “Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek için” intikam çağrısı yapar (1). Kadın bedeninin, ulusun gelecek kuşaklarının onuru olarak tanımlandığı bu kurgu; kadınlara kendilerini öldürme pahasına onuru koruma, erkeklere ise onu yeniden kazanmak için ‘lekeyi temizleme’ görevi veriyor.

Namusu koruyacak silah

İkinci anlatı, yine Dersim İsyanı’na ilişkin, ama bu kez ayaklanmayı bastıran taraftan. Dersim bombardımanına katılan savaş uçağı pilotu Sabiha Gökçen’in anılarından. Gökçen’in anılarının “Dersim Harekatı ve Namusunu Koruyacak Silah” başlığıyla yer alan bölümünde, Dersimi’nin işlediğine çok benzer bir namus ve intihar temasıyla karşılaşırız. Gökçen bu bölümde, Dersim bombardımanına katılmak istediğini Atatürk’e iletmesi üzerine Atatürk’ün “sana izin veriyorum (...) Yalnız şunu unutma, sen bir kızsın. Alacağın görev oldukça çetin. Aldatılmış bir eşkıya çetesiyle karşı karşıya kalacaksın. Onların da ellerinde bir takım silahlar var. Uçağın arıza yapacak olursa mecburi inişe geçecek ve sonunda onlara teslim olacaksın. (...) Bu taktirde ne yapacağını düşündün mü?” diye sorduğunu ve kendisinin de “Hakkınız var. (...) Şayet böyle bir şansızlık olursa, hiç merak etmeyin, ben kendimi onlara canlı olarak teslim etmem” yanıtını verdiğini aktarır. Anılarda bu sözler karşısında Atatürk’ün çok duygulandığı ve “(...) herhangi bir zamanda senin şeref ve haysiyetine dokunacak bir olayla, bir durumla karşılaştığında hiç tereddüt etmeden bu silahı ya karşındakine karşı ya da kendi beynine boşaltmaktan asla çekinme” diyerek Gökçen’e kendi silahını verdiği anlatılır (2). Dersimi ile Gökçen’in anılarında kadın bedeni ve namusa ilişkin bu benzerlik, karşıt dahi olsalar, “milli” tahayüllerin benzer temalar ekseninde oluşturulduğunun çarpıcı bir örneğidir.

İsyanın bastırılmasından sonraki adıyla Tunceli, 1990’lı yıllarda yeniden yoğun çatışmalara sahne oldu. Politikacıların çözmediği sorunlar, yeni bir isyana ve yeni bastırma girişimlerine yol açtı. 20’li yaşlarının başlarındaki genç erkeklerin “vatan borcu namus borcu” denilerek gönderildikleri bu topraklar, onların yaşıtı başka gençlerin politik söylemler eşliğinde ölümü göze almalarına tanıklık etti. Ama bu acılı tekrar sürecinde en azından kadın bedeni ve namusa dair döngü büyük ölçüde kırıldı. Kürt kadınların siyasal süreçlere aktif politik özneler olarak katılmaya başlamaları, onları, üzerine konuşulan nesneler olmaktan çıkarmakla kalmadı; siyasal söylem ve süreçleri de dönüştürücü rol oynadı. Tunceli’de son iki seçimde DTP’li kadınların belediye başkanı seçilmeleri, bu dönüşümle alakalı. Dersim’in çiçeği burnunda yeni belediye başkanının kişisel tarihi, sözü edilen özneleşme sürecinin özeti gibidir. Sol eğilimli bir aileden olan Şahin, 12 Eylül’de tutuklandı. Bir yıl sonra serbest kaldığındaysa sürgün edildi. Akrabaları nedeniyle cezaevleriyle ilişkisi hep sürdü. HADEP’te başladığı siyasi parti çalışmalarına DTP’ye dek devam etti. Zorunlu göç mağduru çocuk ve gençlere hizmet veren Başak Kültür ve Sanat Vakfı’nın çalışmalarına katıldı. Aslında sadece o değil, başta Nusaybin, Viranşehir, Uludere ve Derik, Yüksekova’da seçilenler olmak üzere, kadın başkanların çoğunluğu benzer profillere sahipler; uzun yıllara dayanan emek sürecinden ve kadın çalışmalarının içinden geliyorlar.
Bitirmeden önce, söz konusu dönüşüm sürecine, namus kavramının içeriğinin yeniden tanımlanmasının da eşlik ettiğini vurgulamak gerekir. DTP’li kadınların, namus adına işlenen cinayetlere karşı başlattıkları kampanyanın “kimsenin namusu olmayacağız” sloganıyla yürütülmesi, kavramın kadın bedeni ile ilişkilendirilmesine karşı çıkışı ifade ediyordu.

1. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Ani Matbaası, 1952: Halep, ss: 330, 338-339.
2. Aktaran: Ayşegül Altınay, ‘Ordu-Millet-Kadınlar: Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu Sabiha Gökçen’, Vatan Millet, Kadınlar, (der) Ayşegül Altınay, İletişim, 2000: İstanbul, ss: 254.

.

Handan Çağlayan - Radikal
Yayın Tarihi : 12 Nisan 2009 Pazar 15:59:20
Güncelleme :12 Nisan 2009 Pazar 16:05:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?