20
Mayıs
2024
Pazertesi
KADIN

TEK KRİTERİMİZ VAR, O DA İNSAN OLMAK

Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezi Başkanı Ayşe Sucu'nun önceki yıl Lotus'tan çıkan ve hatta artık biraz zor bulunan "Din ve Kadın" adlı kitabının önsözü Galatasaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Gürsoy'a ait. 

Diyor ki Gürsoy, "Ayşe Sucu Hanımefendi'ye çok saygı duyuyorum. O ve arkadaşlarının ihmal edilmiş çok önemli sorunları kararlılıkla dile getirdiklerini ve cesaretle çözüm yolları önerdiklerini hayranlıkla müşahede ediyorum. Allah ondan ve onun gibilerden razı olsun ve yine onlardan inayetini esirgemesin." 

Batı felsefesini ünlü Rennes ve Sorbonne üniversitelerinde öğrenmiş Gürsoy'un böylesine methettiği kitapta ne varmış diye baktığımızda biz doğrusu en önde iki şeyi gördük: Birincisi, İslam'a duyulan büyük bir hayranlık. İkincisi de şu anlayış: "İslam, temel kaynakları yönünden her çağ ve mekânda farklı anlayış ve yorumlara imkân tanır. Hatta nassların (yoruma açık ayet ve hadisler) temelindeki espri bunu zorunlu kılar."

Kuran'ın anlamı, okuyana göre değişir
Ayşe Sucu'ya söyleşimizde de ilk olarak bu cümlesini sorduk. Sucu'nun anlattıklarını araya hiç girmeden aynen aktarıyoruz:
"Bunu ana kaynak Kuran'dan hareketle cevaplandırdığımızda, ayetlerin tamamı her dönemde 'kendini açan' bir yapıya sahip. Bu açış karşılaşılan problemlerle değişen insan zihniyle ve bir bütün olarak insanlığın kat ettiği mesafeyle ilgilidir. Yani metnin kendi içinde okuyandan mutlak bağımsız bir anlamı yoktur. Anlam okuyan kişilere göre açığa çıkar. Onun için Kuran 'Bu Kuran müminin imanını kâfirin küfrünü artırır' diyor. Enteresan değil mi? Aynı ayet birinin imanını artırırken diğerinin küfrünü artırıyor."


Şartlar değişince ahkâm da değişir
"İçtihat ve yorum kapısının açık olması meselesine gelince bunu hemen peygamberimizin vefatından sonraki süreçte bütün insanlığa örnek olacak şekilde Hz. Ömer'in uygulamalarında görebiliriz. Hakkında nass olan uygulamaları şartlar değiştiği için askıya almıştır. Bu Mecelle'de de 'Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz' şeklinde yer almıştır. Yani 'zamanın değişmesiyle ahkâm da değişir' demektir. Örnek, 'Müellefe-i Kulûp', yani kalpleri İslam'a ısındırılacak kişiler veya şerlerinden emin olunacak kişilere verilen zekât payı uygulamasını askıya almıştır. Kıtlıktan dolayı yapılan hırsızlıkların cezasını uygulamamıştır vs..."


Medeniyet farklılıklarla olur
"Din her ne kadar kültürden aksediyor olsa da ben dini esasları kültüre nazaran ayrı ve aşkın bir statüde fark etmenin gerekliliğine inanıyorum. Kültürel hayattaki bozulmanın dinin temel mahiyetteki ilkelerini değer itibariyle yerinden oynatıyor olmaması gerekiyor. Ayrıca din bu kültürlerin varlığına ve farklılığına müsaade ettiği sürece bir medeniyeti doğurma imkânı artar."


İslam geleneğin yanlışlarını ayıklar
"İslam dininin diğer dinlerden ayırıcı özelliği geleneğin ve kültürün yanlışlarını ayıklayıp doğrusuna sahip çıkmaktır. Şu anda din adına, haklı ve doğru kültür unsurlarını da budamaktayız. Yani şöyle bir anlayış oluşturduk, 'Dinin zikrettiği hususları dini olarak alın yaşayın zikretmediklerini çıkartın yasaklayın' mantığı oluşmuştur. Böyle bir anlayış sığ ve tek düze bir dindarlığı da beraberinde getirmiştir. Halbuki farklı kültürlere hayat hakkı tanımak aktif ve dinamik bir medeniyetin kurulmasının olmazsa olmaz bir şartıdır."

"Din adalet gibi, insan hakları gibi prensip ifade eden kavramlar üzerinde durur. Bunların şekillendirilmesini, yani detayı insana bırakır. Bir toplum üzerinde baskı oluşturuluyor ise bu insanların din ve toplum arasındaki ilişkiyi doğru kavrayamamasından kaynaklanır. Burada ilke ilişkisi vardır, detay ilişkisi değil. İslam bizlere kazandırdığı zihniyette oluşturulan kurumların ve iktidar ilişkilerinin eleştirilmesini ve her halükarda haksızlığa karşı çıkılabilmesini öngörür."

Modernlik-din çelişkisi Batı kaynaklı
Sucu'nun kitabında altını çizdiğimiz bir başka dikkat cümlesi de şöyle: "Dinin öz kaynaklarından doğru bir şekilde anlaşılmasının önündeki engellerle gerçek modernleşmenin önündeki engeller gelip bir noktada düğümlenmektedir: Siyasallaşma… Siyasallaşmış dini düşünce ile kendini siyasal olarak sunan modernizm tarihsel, toplumsal ve kültürel dokuyu tahrip edici nitelikler taşımaktadır." Sucu'ya çözüm önerisini sorduğumuzda bize şu yanıtı verdi:
"Din özü ve yapısı gereği modernleştiricidir. Zira kurulu bir düzeni eleştirmek ve yeniden yapılandırmak üzere gelmektedir. Bunu yaparken de kendine has değerler getirmekte ya da var olan değerlerin anlam alanlarını genişletmektedir. Modernlik ve din kavramlarının birbirine karşıt olarak kullanılması Batı geleneğine aittir ve kilisenin bu yöndeki çabalarının bir sonucudur. Burada da çatışan vahiy temel öğretisi ile modernlik değil dogmatik kilise öğretisi ve onun dışındaki insani gelişmelerdir. Evet, dinde aksiyon önemlidir; olgunlaşma, yaşama süreçlerini, kurumları inşa etmek gerekirse yenilemek tazelemek değeri taşır. Ama bu temeli itibariyle siyasiliği, ruhsal dönüşümü zorunlu kıldığında ahlakidir. Yani politik değil, mahiyeti gereği etiktir. Bu etik cevher yakalanmadıkça dini anlam taşıyan toplumsal veya ferdi inşayı anlamak mümkün değildir."


Türk dini tecrübesi farklıdır
Söz buraya vardığında Sucu'nun kitabında altını çizdiğimiz bir başka cümlesi aklımıza geliyor: "Laikliğin tarihsel ve toplumsal dokuya uygun Türk versiyonu henüz tespit edilememiştir." Bu söz bize Erdal İnönü'nün "'İslam dininde 'Laik yönetim daha doğrudur. Bu Kuran'dan da çıkarılabilir' gibi bir anlayışı geniş biçimde savunan ve buna kitaplar yazarak herkesi inandıran bir tez hâlâ çıkmadı. Bize bunu yapacak, uzun yıllar ve inanarak çalışan bir fikir adamı lazım" cümlesini anımsatıyor. Soruyoruz, "Çağrışım doğru mu?" diye; Sucu'nun yanıtı şöyle geliyor:
"Türk tecrübesinin, daha doğrusu Türk dini tecrübesinin farklı özellikler taşıdığı muhakkaktır. Bunun, bugün adına tetkiki, çağdaş kavramlar ve sistemler çerçevesinde ifade edilmesi elzemdir. Üstelik bunu gerçekleştirecek felsefe ve düşün adamları da bugün mevcuttur. Yeter ki onlar bu doğrultuda yüreklendirilsinler, bizler de onların bu çalışmalarına kulak verelim."


* BİZDE HER RENK VAR

Türk Diyanet Vakfı'nın Kadın Faaliyetleri Merkezi'ne ilk kez geliyoruz. Kızılay'ın göbeğindeki bir apartman dairesi… Nasıl bir mekânla karşılaşacağımızı bilemediğimiz için belki de ayakkabımızı çıkarıp girmemiz gerekebilir diye hazırlıklıyız. Derken kapı açılıyor; karşımızda son derece hoş, binici pantolonu ve çizmesiyle genç bir kadın. Bizi Ayşe Sucu'ya götürmek üzere önümüzden doğru koridorda ilerliyor. O sırada başka bir odanın aralık kapısından içeride toplantı olduğunu görüyoruz. Bir masa, başında Macide Tanır'a benzeyen bir kadın, etrafında kızıl, kumral, açık, kapalı kadınlar… Derken Sucu'nun odasına varıyoruz. İlk kez yüz yüze tanışıyoruz, ama birbirimizi hemen anlıyoruz. Belli ki birazdan derin bir sohbete geçilecek… Çoğu değil yazılmak, o odada bırakılacak bir sohbete… O yüzden arada kaynamadan hemen demin gördüğümüz odayı soralım diyoruz; "Ne toplantısı vardı orada?" "Musiki", diyor Ayşe Sucu… 1 Mart'ta konserleri varmış da…
Konser… Kadınlar… Diyanet… Yüzümüzdeki "Gerçekten mi?" ifadesini görünce Sucu gülümseyerek, "Hep böyle şaşırırlar, oysa dinle modern hayatı birleştirmek o kadar kolaydır ki" diyor… Bu arada bizi kapıda karşılayan genç hanım da odada, yanımızda duruyor… Gözümüz kendisine takılınca Ayşe Sucu hemen tanıştırıyor: "Genel Sekreterimiz Filiz İpek Hanım. Özelleştirme İdaresi'nde Daire Başkanı…" Ee artık soruyoruz tabii, "Nasıl oluyor?" diye. Filiz Hanım önce kendi cephesinde neyin, nasıl olduğunu felsefesiyle birlikte anlatıyor bize… Ve sonra diyor ki hem Filiz Hanım, hem de Ayşe Hanım: "Bizim buraya ateistler de gelir. Çünkü sormayı, biriyle oturup tartışmayı istedikleri konular vardır. Gelirler, konuşuruz. Alevi kadınlar da gelir. Kimliklerini hiç ön plana çıkarmayan asker aileleri de gelir… Günde bu merkeze uğrayanların sayısı en az 500'tür. Ayrıca değil üyelerimiz, yöneticilerimiz arasında bile tek renk yoktur. Mesela Hukuk Müşavirimiz Emekli Yargıtay Hakimi İlksev Tazebay'dır. Her görüşten kadınımız, genç kızımız içimizde… Tek kriterimiz var, 'insan' olmak… Mevlana demiyor mu 'Gel, ne olursan ol yine gel' diye… Galiba başarımızı da buna borçluyuz."
Tam bu sırada odaya gözlerinin içi gülen türbanlı genç bir kız giriyor, elinde çaylar. Soruyor, "Aşure ister misiniz?" "Yok valla, aşure değil de burası nasıl kurulmuş, bize önce bir onu anlatın" diyoruz. Ayşe Sucu başlıyor anlatmaya:
BALGAT DOSTLAR SİTESİ: 90'lı yıllarda Kuran kursu ve imam hatip lisesinde ders vermeye devam ederken bir taraftan Mamak, Tuzluçayır, Abidinpaşa gibi muhitlerde kadınlara yönelik çalışmalar yapıyor, diğer taraftan da Balgat Dostlar Sitesinde üst düzey bürokrat, milletvekili, bakan eşlerine yönelik küçük konferanslar veriyordum.
DÜŞÜNÜLMEYENİ YAPTIK: Giderek çevremde gruplar oluşmaya başlamıştı. İçlerinde hukukçular, doktorlar, öğretmenler ve farklı mesleklerden hanımefendiler vardı. Öncelikle düşüncelerimi onlarla paylaştım. Bir kadın çalışması yapmalıydık, ama nasıl? Ve tabii en önemlisi bunu nasıl kabul ettirebilirdik? Şunu hemen söylemeliyim ki elbette kolay olmadı. O güne kadar düşünülmemiş, yeni bir şey başlatıyorsunuz. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı ve Diyanet Vakfı Genel Müdürü ile epey görüşmelerimiz oldu. Burada hayırla yâd etmeliyim ki Sayın Mehmet Kervancı Bey (Vakfın dönem genel müdürü) ciddi bir destek verdi. Bizler de hemen kolları sıvadık.
KADINA DİNİ ANLATMAK: Kadın Kolları için sorunların bertaraf edilmesinde eğitim önemliydi. Birkaç cepheden eğitim konusunu ele aldık.
- Dinin doğru anlaşılması, kadınların dini konuları öğrenmeleri, kendileri açısından oluşan dini problemleri dile getirmeleri, bunların cevaplarını uzman bir kadrodan almaları ve elbette din üzerinden kadın istismarının önlenmesi…
- Toplumsal meselelerimize kadınlarımızın bakışı, hayata dahil olabilme, hadiselerin nesnesi değil, öznesi olabilmeyi başarabilmek…
- Okuma-yazma ve meslek edindirme kursları…
5 BİNDEN FAZLA ÜYE: Yeni adımızla Kadın Faaliyetleri Merkezi (KFM), eski adımızla Kadın Kolları, kurulduğu günden itibaren büyük ilgi gördü. Bugün üye sayımız 5 bini aşmış durumda. Bir akademi gibi çalışıyoruz. Bir taraftan sosyal-kültürel faaliyetler yapan, diğer taraftan bir açık üniversite gibi… Bu yüzden hem bilgilendirici, hem de dönüştürücü bir yapıya sahibiz…
DİYANET ARKAMIZDA: Personel konusunda olsun, teşkilatlanma noktasında olsun hâlâ eksiklerimiz yok değil. Mesela merkezi bir yerde müstakil bir binaya ihtiyacımız var. Farklı illerden de şube talepleri geliyor. Türkiye çapında teşkilatlanmak istiyoruz. Şunu da hemen ifade etmeliyim, Türkiye Diyanet Vakfının bütün imkânlarını kullanıyoruz. Yetkililer, Genel Müdürümüz, Mütevelli Heyet ve tabii ki Diyanet İşleri Başkanımız desteğini eksik etmiyor.
MİSYONUMUZ: KFM hem bir kadın kuruluşu olması, hem de Diyanet Vakfı bünyesinde yer alması sebebiyle geniş bir sorumluluk ve işlev alanına sahiptir. Genelde insanımıza, özelde kadınımıza yönelik yaptığı çalışmalarda KFM, beslendiğimiz dinİ ve kültürel mirası canlı tutmayı, bu mirası yeniden okumayı ve değerlerimiz üzerinden hayatı anlamlı kılmayı kendine misyon edinmiştir.
NE YAPIYORUZ?: Üyelerimiz buraya gelerek çalışmalarımıza katılabiliyorlar. Onlara yönelik yaptığımız eğitsel, kültürel ve sosyal faaliyetler var. Her yıl programlarımız değişiyor. Bunun yanı sıra süreklilik arz eden derslerimiz var. Mesela bu yıl Hilmi Yavuz'la edebiyat sohbetleri başlattık. Haftada bir yaptığımız felsefe, tarih, mesnevi sohbetleri var. İlahiyat camiasının iki güzide ismi Prof. Dr. M. Saim Yeprem ve Prof. Dr. Ş. Ali Düzgün'den her hafta "Dini Düşüncenin Yeniden Yapılanması", "Dini Güncel Meseleler" başlıklı dersleri dinliyoruz. Yine dil (Arapça, Osmanlıca, İngilizce) derslerimiz; musiki, ney, ut, diksiyon derslerimiz var. İncesu Kültür Merkezi'mizde Halk Eğitimi merkezleriyle birlikte okuma-yazma başta olmak üzere, tezhip, ebru, minyatür, el sanatları vb. pek çok kurs açtık. Gezilerimiz, yemeklerimiz, kültürel etkinliklerimiz ve sosyal alandaki çalışmalarımız devam etmektedir.
AHİLİK TEŞKİLATI GİBİ: Diyanet Vakfımızı Ahi teşkilatına benzetiyorum. Çünkü eğitimden sağlığa, yardım çalışmalarından yayına kadar ülke çapında ve yurtdışında çok önemli çalışmaların altına imza atıyor. KFM ise Vakfın en önemli uzvu. Cumhuriyetçi, çağdaş, demokratik bir anlayışla sosyal ve kültürel alanlarda kurulduğu günden bu yana öncü bir hizmet ifa ediyor. Toplumsal yapıyı ayrıştırıcı değil, bilakis birleştirici rolüyle denge unsuru görevi görüyor.
ÜYE PROFİLİ: Üyelerimizin büyük çoğunluğu etkin ve yetkin konumunda çalışan hanımefendiler. Emekli ve ev hanımlarımız da var. Amacımız, hayatın tam da içinde, üretimi örgütleyen, eğitim veren, eğitim alan, her alanda aktif rol oynayan, maddi ve manevi mirasına sahip çıkan bireylerin oluşmasını sağlamak… Herkesin yetkin olduğu alanda üretici olması bizim için yeterlidir.
MODEL KADIN: Bizim burada öngördüğümüz kadın modeli şöyle: Toplum ve çağıyla bütünleşen, şahsiyetinden feragat etmeyen, kültürel mirasını devralmış, onları bugün adına işleyebilen, geleceğe taşıyabilen ve çağdaş bir Müslüman Türk kadınını kendinde ve toplumda inşa etme sürecine girişmiş vakur bir kadın.

* HER İKİ TARAFIN DA İNCİTMESİNE KARŞIYIM

"Biz burada herkese eşit mesafedeyiz. Burada çok önem verdiğim bir hususu dile getirmek istiyorum. İnsanları düşünceleri, kılık kıyafetleri yüzünden tecrit eden, ikincilleyen her görüşe karşıyım. Bunu en iyi yaşayanlardan biri olarak söylüyorum. Üniversite yıllarında başörtüsünden dolayı okulundan uzaklaştırılan; TRT'de program yaptığım yıllarda ise yine kıyafetten dolayı (başörtüsünü çıkardığı için) incitilen, çok ağır ithamlara maruz bırakılan, haksızlığa uğramış biri olarak bunu söylüyorum. Bırakın insanları kılık-kıyafetleriyle değil, yaptıklarıyla, çabalarıyla değerlendirelim. Toplum olarak uzlaşıya bugün her dönemden daha çok ihtiyacımız var."

* ARTIK YOLDA BANA ÇARPANLARDAN BEN ÖZÜR DİLİYORUM

"Burada paylaştığımız o kadar çok şey var ki… Bir gün bunları kitaplaştırmak istiyorum… Ama onların arasında beni çok etkileyen, "İşte budur" bu çalışmanın esprisi dediğim ve her yerde heyecanla anlattığım bir hadiseyi anlatayım size... Kuruluşumuzun 5'inci yılındayız. Derslerimiz oldukça yoğun geçiyor. Bir hanımefendi yanıma geldi. Kendisi uzun yıllar Amerika'da yaşamış. Buraya ilk geldiğinde, çekincelerini, dine çok da müspet bakmadığını anlatmıştı. 'Sizinle konuşmak istiyorum' dedi, 'Buyurun Sema hanım' dedim. 'Biliyor musunuz, buraya geldiğimde öyle bir haletiruhiyeye sahiptim ki, ben birisine yolda yürürken çarpsam, niye önüne bakmıyorsun diye o insanı paylardım. Ama bugün birisi bana çarpsa, ben o insandan özür diliyorum. Size, buraya, hocalara sonsuz müteşekkirim' dedi… Tabii gözlerim yaşardı… Bilgi ve ahlak eksenli din anlayışının işte semeresi dedim… Yüzlerce kadına okuma-yazma öğretmek, binlerce kadına yardım elini uzatmak, binlerce kadına insanî değerleri ulaştırmak… İşte bunların her biri bizim mutluluk kaynağımız."

* BİZİM KADIN ATALARIMIZ BACIYAN-I RÛM'DU

HATUNLAR: İslamiyet'ten önceki Türklerde Hakan ile Hatun eşit. Hatun yönetimde söz sahibi… Toplum hayatında erkeklerden istenilen kahramanlık, silah kullanma, ata binme gibi erdem ve yetenekler kadınlardan da bekleniyor. Bu, konar-göçer yaşamın etkisiyledir elbette, ama Türk kadını o dönem son derece özgün ve özgür.
DEĞİŞİM: Daha sonraki süreçte ekonomik, sosyal, siyasi nedenlerle birlikte dinin doğru anlaşılamaması, bütün İslam Dünyasında olduğu gibi Türk kadınını da etkilemiştir. Bunun yanı sıra Anadolu coğrafyasının bulunduğu yerdeki medeniyetlerin İran, Bizans ve Arap medeniyetlerinin bir dönem baskın olması Türk toplumunda kadının değişimine neden olmuştur.
BACIYAN-I RÛMLAR: En az değişim Selçuklular döneminde görülmüştür. Selçukluların Türk töresi ile İslâm geleneğini birleştirdiği en güzel örnek de Bacıyan-ı Rum Teşkilatı'dır. Yani "Anadolu bacıları/kadınları"… Genç kızları eğitmek, iş sahibi yapmak, yetim-kimsesiz çocukları himaye etmek, evlendirmek, yardıma muhtaç olanlara yardım etmek gibi çalışmalar yapan bir kadın örgütü.
ANADOLU KADINLARI: Anadolu topraklarında bu anlayış hiçbir zaman kaybolmadı. Osmanlı döneminde mesela Ankara ve çevresinde, Bursa'da, Edirne'de ipek atölyelerini işleten ve bu atölyelerde çalışan kadınlar vardı. Şehirli kadınlar da vakıflar yoluyla onları destekliyordu.
GÜLER SABANCILAR: Genlerini hâlâ koruması gösteriyor ki Güler Sabancı da bir Bacıyan-ı Rûm'dur. Ayrıca o dönemde de Güler Sabancılar tabii ki vardı… Kayseri'de dericiler çarşısında Bacıyan-ı Rûm'a mensup kadınlar dokumacılıkla uğraşıyorlar ve halı–kilim dokuyorlardı. Ve bu ürünler Bizans'a, ihraç ediliyordu. Bunları organize eden, çok önemli bir isim Ahi Evren'in eşi Fatma Bacı idi.

* HEM EDEBİYAT HEM İLAHİYAT OKUDU:

Ayşe Sucu'nun ailesi çok uzun yıllardır Ankaralı, ama babasının kökleri Üsküp'e, annesininki de Peçenek Türklerine kadar uzanıyor. Babası esnaf, annesi evkadını. Üç kardeşler. En küçükleri emekli subay ve şu anda Ankara Lalahan Belediye Başkanı. Eşi hem diş hekimi hem de matematik öğretmeni. Kızı da diş hekimi; oğlu ise henüz Mülkiye öğrencisi…


Ortak noktası insan
İmam Hatip Lisesi mezunu olan Sucu, Gazi Üniversitesi Türkçe-Edebiyat Bölümü'nü bitirdi. Ardından Anadolu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde ön lisans yaptı. Edebiyatın ilahiyatla kesişen bir noktası olduğunu söyleyen Sucu bunu şöyle açıklıyor: "Edebiyat iyi bir eğiticidir. Duyguları eğitir, rafineleştirir… İnsanı kendine öğretir, kendisiyle karşılaştırır. Ben neyim, ben kimim, bu nasıl bir duygu, nasıl sevmeliyim, nasıl yaşıyorum gibi sorulara cevap aratan, cevap bulduran bir disiplindir. Şu soruyu soralım kendimize… Duygularından arındırdığınız zaman insan ne kadar insandır? İşte insana özellikle duyguları yönüyle bir aynadır edebiyat… Son tahlilde, insanı kendine, insanı insana, insanı tabiata yakınlaştırır. Şimdi bütün bunları din bağlamında ele alırsak, kesişen pek çok nokta olduğunu da görürüz."


Diyanette ilk uzman
Ön lisans eğitiminin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Kuran kursu öğretmeni olarak çalışmaya başlayan Sucu 90'lı yıllarda Ankara İmam Hatip Lisesi'nde edebiyat ve Kuran-ı Kerim derslerine (dışarıdan ücretli ders) girdi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ilk eğitim uzmanı oldu. 1996'da bir ilke imza atarak Diyanet Vakfı çatısı altında Kadın Kolları'nı kurdu. Sucu, halen bu merkezin başkanlığını yürütüyor.

* NOT: Ayşe Sucu'nun şartını kabul ederek bu söyleşide, Türkiye'nin gündemini sarsan malum türban tartışmasına hiç girmedik. Hatta ucu türbana çıkabilecek konuları dahi es geçtik, ama galiba ille de konuşmak gerekmiyor. Çünkü Ayşe Sucu'nun zaten kendisi, duruşu, tercihleri bu konudaki pek çok soruya verilmiş kapsamlı bir yanıt gibi duruyor…

Milliyet
Yayın Tarihi : 28 Ocak 2008 Pazartesi 16:03:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?