29
Mayıs
2024
Çarşamba
KADIN

KADININ KORKU İMPARATORLUĞU


Yaşamın ve emeğin yarısı bizimse de, çarkın küçük bir dişlisiyiz ne de olsa. Öküzlerinden sonra geliriz, atın ve silahın yanında bir nesneyiz, yerimizi biliriz

Yaşam bir bütün olarak korkularımıza kaynaklık/tanıklık eder. Korkularımız besler adeta ruhumuzu... Bazen eşimizi, dostumuzu, işimizi bazen de çocuğumuzu ya da sevgilimizi kaybetme korkusunu yaşarız.

Kimi zaman bu melun duygu bizi kendisine tutsak eder; bir türlü kurtulmayı beceremeyiz pençesinden. Görünmez bir el sıkar boğazımızı, soluksuz kalırız, boğulur gibi oluruz. Yalnızlık korkusu, F tipi bir tecride sürükler yüreğimizi. O an, sıcak bir dokunuşun özlemini çeker insan en çok. Küçük bir dokunuş yetecektir belki kâbusun bitmesine...
Bir kış günü sokakta kalma endişesi içimizi ürpertirken, yaşlanma hissi hüzne boğar bizi. Başarısızlık korkusu, geri adım atmamıza yol açar çoğu kez. Daha ince eleyip daha sık dokumaya başlarız hayatı.

Ya sorumluluklarımızın bizlere yüklediği korkularımıza ne demeli? Bir türlü anne olmanın duygusallığından çıkıp sorumluluğun yarısını yükleyemeyiz erkek iktidarın güzide mensuplarına. Belki de hep çocuk kalmak isteriz böyle yapmakla. Benzemekten korkarız iktidar sahiplerine. O yüzden sımsıkı sarılırız içimizdeki ve dışımızdaki çocuğa, kimselere bırakmayız.

Derken bir gün yüzleşmek zorunda kalırız ister istemez, tüm kaçındığımız, ertelediğimiz ve görmezden geldiklerimizle... Yüreğimizin zulasına sakladığımız o büyük mirasımız, “korkularımız” dört gözle beklemektedir yolumuzu. Hem de hiç ummadığımız bir anda üşüşürler başımıza. İşte o zaman sudan çıkmış balığa döner, dipsiz bir kuyudan aşağıya yuvarlanırız. Yüreğimizden başka sığınacak yerimiz yoktur gayri.
‘Anlatmak, acı gelmesine acı gelir bana ama susmak da bir başka türlü acı’ der bir bilge insan.

Yeryüzündeki tüm öğretiler çanak tutar susma geleneğimize, sessizliği teşvik eder. İtaat ve biat etmeyi tembihler büyük harflerle... İpoteğindeyiz hep birilerinin, zorunlu gönül bekçilerimizin. Sormazlar suskunluğumuzun nedenini? Biz de söyleyemeyiz zaten, erdemin susmaktan geçtiğini öğrenmişiz bir kere, bozmaya gücümüz yetmez. Kocaman bir yalanın figüranı olmaya devam ederiz çaresiz. Kendi ellerimizle her gün yeniden öreriz etrafımızdaki duvarı. Çoğu kez kimseyle paylaşamayız kederimizi, üstümüzde dağ gibi duran toplumsal kaygılarımız baskın gelir hep. Yaşamın ve emeğin yarısı bizimse de, çarkın küçük bir dişlisiyiz ne de olsa. Öküzlerinden sonra geliriz, atın ve silahın yanında bir nesneyiz, yerimizi biliriz.

Acılarımızı paylaşırsak; ele güne rezil olmaktan, dile düşmekten, kendimizi ifade edememekten, dışlanmaktan, yadırganmaktan, yargılanmaktan korkarız. Erkek egemen düşünce sağlam atmıştır temellerini, hayatın tüm alanlarında kurumsallaşmıştır. Bu sisteme itiraz etmek korkunç bir cesareti, gücü ve direnci gerektirir. Ateşle oynamaktır yani. Üstelik gerçek olan bir şey daha var ki, yasaların baskısı dışında, kadın aleyhine gizemli bir işbirliği anlaşması yapılmıştır tüm erkler arasında. Bir çeşit iktidar paylaşımı... Şimdi bunu da bilince çıkartmak ve amansız mücadeleye girişmek zorundadır kadın. Üstelik aşılamamış korkularının gölgesinde...

Eğer bir gün sayfayı tersinden okumayı akıl edebilirsek, işte o gün gücümüzün farkına vardığımız gün olacaktır. İşte o gün, başka kanallara yönlendirilmiş, önü setlerle/barajlarla kapatılmış bu nehir kendi yatağına kavuşacaktır yeniden.

Kendimize sarılmak
Yüzleşsek bir kere, meydan okusak korkularımıza; atsak omuzlarımızdan kederi, bozsak tüm ezberlerimizi... O zaman neler olur bir düşünelim. Yalnız kalırız belki; yapayalnız... Sıkıntılı, çaresiz, gücümüzün yetmediği anlar olur belki. Yenilmiş de hissedebiliriz kendimizi bazen. Sonuçta kendimize sarılmayı öğreniriz en azından. Yaşamda tek başımıza olduğumuzu anlarız. Korkularımızın bize ait olduğunu ve istersek onları yenebileceğimizi fark ederiz hayretle. Yaşam en önemli dersini vermiştir bize: Korkularımızla yüzleşmeyi ve onunla mücadele etmeyi öğretmiştir. Bir de özgürlüğün bahşedilemeyeceğini ancak dövüşerek kazanılacağını... Yetmez mi?

Hiçbir şey için geç kalınmamıştır aslında. Farklılıklarımız baskı nedeni sayılıyorsa, aramızdaki düşünsel uçurum her gün biraz daha artıyorsa... Hayatı, anlaşılmaz buruk garip bir eksiklik duygusu ile yaşıyorsan, yaşama bakışında keskin zıtlıkları içinde barındırıyorsan, derin yaralarına yenileri ekleniyorsa... Bedeli, kendi bedenine sarılmak bile olsa; en azından kendini sevmek için geç değildir asla. Üstelik korku imparatorluğunu yerle bir etmenin tam zamanıdır.

FATMA VURANOK / Radikal
Yayın Tarihi : 12 Haziran 2008 Perşembe 12:06:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
SıLaM IP: 78.184.9.xxx Tarih : 30.07.2008 17:01:33

hocam elinize,gönlünüze,yüreğinize,yorumunuzu sağlık...... ben sıla akdeniz