19
Mayıs
2024
Pazar
KADIN

ANNELER VE KIZLARI


Karşı cinsten uzak durmaya çalışan ve de evin sorumluluğunu tek başına üstlenen kadının ruhsal yapısı, gittikçe ‘katılaşmaya’ başlayabilir

Son dönemlerde ‘annesini öldüren kız’ trajedisini konu alan haberlere bakıldığında benzerlikler dikkat çekiyor. Yazıda, isim vermeyerek, gazete haberlerinden ve televizyon programlarından edinilen bilgi ve gözlemlerle, yüzeysel bir psikolojik değerlendirme denemesi yapılacak. Sadece cinayetle sonuçlanan değil, annenin kızını şiddetli bir şekilde suçladığı durumları konu alan haberler de değerlendirildi.
Annesiyle ileri derecede çatışma yaşayan veya cinayet işlemiş kızlardaki ortak tablo, anneleriyle ilişkilerinde sürekli ve şiddetli bir çatışma olması. Annelerinin kendilerini sürekli aşağıladıklarını, özellikle cinsel-ahlaki yönden suçladıklarını söylüyorlar. Babalar ya çocukluk döneminden itibaren ortadan kaybolmuş veya daha sonra ayrılık yaşanmış ve başka bir evde yaşamaya başlamışlar. Babalarını hiç görmemiş olanlar, bunun annelerinin engelleriyle olduğunu ve babalarıyla ilişki kurma ihtiyaçlarının haksız bir şekilde engellendiğini düşünüyorlar. Baba (bazen yıllar sonra), ‘bir şekilde’ durumunu anlatmış ve kızlar ona ‘bir şekilde’ hak vermişler. Buna rağmen hiçbiri tamamen babasıyla yaşamayı seçmemiş veya babaları onları çağırmamış. Kızların hepsi, anneleriyle yaşadıkları evin dışında dayanak noktaları oluşturmuşlar, bir nevi ‘yeni evler’ yaratmaya çalışmışlar. Arkadaşları, arkadaşlarının aileleri vs...

Baba yoksa: Anne-kız
Özellikle geleneksel toplumlarda, bir ayrılık durumunda yalnız kalan kadının bu yalnızlık durumunu nasıl kotaracağı, herhangi bir ‘hatasının’ olup olmayacağı adeta uzaktan izlenmeye başlanır. Hele kadının kız çocuğu varsa, ‘senin bir kız çocuğun var, daha dikkatli olmalısın, hata yapmamalısın’, klasik bir önermedir. Bu hata, çoğunlukla karşı cinsle ilişkisinin olup olmamasıyla ilgilidir. Karşı cinsten uzak durmaya çalışan ve bir yandan evin sorumluluğunu tek başına üstlenen kadının ruhsal yapısı, gittikçe ‘katılaşmaya’ başlayabilir. Uzun süre duygusal (sevilme-sevme-cinsellik-sosyalleşme açısından) yoksunluk yaşamak, ‘aşırı sinirliliğe’ dönüşebilir. Dış dünyayı ise ‘kendisi ve kızı için tehdit edici’ bir yer olarak değerlendirebilir. Eğer kişide psikiyatrik bir yatkınlık da varsa, bu katılık, şiddet içeren öfke patlamaları ve düşmanlık hissine varabilir. Dış dünyadan kendilerine saldırı geleceği beklentisi, tamamen ‘paranoid’ bir hale gelebilir. Diğer taraftan, kızı ergenlik çağına geliyordur ve karşı cinse yönelecektir. Anne katılaşmışsa, bastırdığı ‘kadınsı duygu ve dürtüleri’ kızının yaşama olasılığına da öfke duyabilir. Kendisi hayata kapanmışken, kızının hayata karışma isteğine öfke duyar adeta. Kendisini dış dünyaya kapatmasının sorumlusu olarak görebileceği kızına (‘sen olmasan benim de bir hayatım olacaktı!’) ve yaşamı hatırlatan her şeye düşmanlaşabilir.
Ruhsal yapısı esnek olan ‘yalnız kadın’ ise, yıllar içinde ‘kendini koruma ve sosyalleşme’ arasındaki dengeyi kurabilir. Dış dünyayı ‘tamamen ve sadece’ tehdit edici bir yer olarak değerlendirmez; kendini koruma yollarını geliştirirken, bir yandan da güvendiği ve destek alacağı sosyal dayanak noktaları oluşturur. Duygusal olarak deşarj olmak için uygun yollar geliştirmeyi öğrenir. Bu şekilde, içindeki dürtüler sadece öfkeye dönüşmez; dünyayı algısı da sadece ‘düşmanlık ve tehdit beklentisi’ etrafında şekillenmez.

Rekabet
Babadan bağımsız olarak anne-kız çatışmasının ileri derecede olduğu bazı durumlarda ise, anne özellikle kızlarını kendisine rakip olarak görür. Kızlarıyla derinden ve samimi bir şekilde ilgilenemez. Kendi ihtiyaçları önplandadır. Oğulları ve eşiyle (yani erkeklerle) bir sorunu yoktur. Bu tür durumlarda baba, dışlanan kız çocuklarına aşırı duyarlı bir hale gelip bu açığı kapatmaya çalışabiliyor. Kimi zaman ise, baba da annedeki ‘benmerkezciliğe’ kapılabiliyor. Annenin kızına karşı ‘sevgi-nefret’ karışımı hisler beslemesinin altyapısında pek çok psikolojik sebep olabilir: Kendi doğduğu ailede kız çocuklarının değersiz olması, kendi annesiyle sorunlu ilişki yaşamış olması... Ortak nokta ise, anneden gelen sıcaklık hissinde eksiklik, bir erk (eş, baba, erkek çocuk) tarafından desteklenmeyince kendi varlığını hissedememe.

‘Normal’ durumlarda
Hamilelikten itibaren gelişi mutlulukla karşılanan kız bebek ve annesi arasındaki ilişkide, koşulsuz sevgi, temel ihtiyaçların tutarlı bir şekilde karşılanması, samimi sıcaklık vardır. Dört yaşlarından itibaren kız bir yandan anne gibi olmak ister ve kız olmaya dair duyguları depreşir, bir yandan da babaya yakın olmak ister ve annesiyle çatışması, rekabeti artar. Anne, bir süre önce sevgili bebeği olan bu kız çocuğunun rekabet hissi karşısında şaşırabilir, karşısındaki bir yetişkinmiş gibi alınganlık ve üzüntü yaşayabilir. Kızın geri adım atarak annesiyle anlaşma imzalamasını ve babasıyla uygun mesafeye geçmesini üç etken belirler:
1. Çocuk, çatışma yaşasa da annesini seviyordur; ilk yıllarından itibaren annesinin sevgi hissinden emindir ve bu sevgiye ihtiyacı olduğunun farkındadır. 2. Anne, kızıyla eşi arasına mesafe koymaya devam etse de, çatışmayı ‘anne’ ve ‘yetişkin’ olarak yürütebilir, kızına sıcaklık hissi kaybolmaz. 3. Baba, anne ve kız arasındaki çatışmada hem kızını tamamen görmezden gelmez hem çocuğun, annesini değersizleştirmesini desteklemez (veya annenin değersizleştirilmesinde rol alan diğer yakın akrabaları engeller).

SİNEM DEMİR / Radikal
Yayın Tarihi : 12 Haziran 2008 Perşembe 12:02:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?