15
Mayıs
2024
Çarşamba
KADIN

İlk Türk kadın romancısı

İlk Türk kadın romancı Fatma Aliye, uzun bir ihmal edilmişliğin ardından, romana yansıyan hayatıyla gündemde. Ondan kalanlar, günümüzü anlayabilmek adına tekrar ele alınmayı fazlasıyla hak ediyor.

‘Fatma Aliye Hanımefendi’ye… 96 yıl önce, Ahmet Mithat Efendi, ‘bu kitap sensin’ diyerek satırlar üzerine kaydedilmiş hayatınızı, verilebilecek ‘en güzel hediye’ olarak takdim etmişti size. Vefatınızın 70. yılına armağan, bu defa bendeniz, huzurunuza ‘sizi’ ve dahi ‘bizi’ getiriyorum. Lütfen kabul buyurunuz.’ Böyle başlıyor Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, onun hakkındaki satırlarına.

İlk Türk kadın romancı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e evrilen sancılı bir ülkenin sancılı yazarının hayatını anlattığı ‘tarihî romandaki’ birkaç ithaf cümlesi etkileyici. Osmanlı’da başlayan, Cumhuriyet’in mukaddimesinde sona eren bir hayat, adaşının satırlarında günümüze taşınıyor.

Fatma Aliye; günümüzde bilinen, tanınan bir edebiyatçı değil aslına bakılırsa. En azından önemiyle doğru orantılı değil onun hakkındaki malumatımız. Barbarosoğlu’nun “Fatma Aliye: Uzak Ülke” romanı, onu bir nebze de olsa fikir ve edebiyat dünyasının gündemine taşıdı. Peki, Fatma Aliye’nin hem yakın tarihimiz, hem de Türk edebiyatı içindeki yeri ve önemi ne? Mecelle gibi önemli bir kaynak kitabın yazarı, Osmanlı’nın son döneminin etkili şahsiyetlerinden Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye’den günümüze kalan miras ne manaya geliyor?
Sonda yapılması gereken tespiti baştan yapacak olursak, Fatma Aliye’nin iki asra ve iki devlete şahitlik eden hayat hikâyesinde, yakın tarihin ‘derin toplumsal sancılarının’ izini bulmak ve onlarla bir kez daha yüzleşmek kaçınılmaz. Bu sancıları hâlâ çekmekte olduğumuzu idrak etmek de…

BİR AHMET CEVDET PAŞA PROJESİ Mİ?

Yazarı anlayabilmek ve anlatabilmek için öncelikle içine doğduğu dönemi ve aileyi biraz tanımak gerekiyor. 19’uncu asırdan, imparatorluğun sahneden çekilme döneminden, çalkantıların yüzyılından bahsediyoruz. Osmanlı’nın kurtuluşu, Avrupai şekilde modernize edilmekte aranıyor. Ahmet Cevdet Paşa ise böylesine bir dönemde beş kez Adalet Bakanlığı, üç kez eğitim, iki kez evkaf ve birer kez ticaret, dâhiliye ve ziraat bakanlığı vazifelerini yürütüyor. Onun başkanlığındaki heyet tarafından hazırlanan Mecelle, İslam âleminde Batılı formda düzenlenen ilk kanun olarak tarihe geçiyor. Tarih-i Cevdet ismiyle bilinen eseri ise bugün bile alanındaki en iyi kaynaklar arasında sayılıyor.

Cihan imparatorluğu tam anlamıyla kabuk değiştiriyor velhasıl. İşte bu dönemde entelektüel alanda var olma mücadelesi veren ilk kadınlardan Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye. Modernleşmeden geri dönülemeyeceğinin farkında olan Paşa; kendi kızını eğitimi, ahlâkı ve dünya görüşü ile Müslüman Türk kadınına model olarak mı sunuyordu acaba? Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nüket Esen, Ahmet Cevdet Paşa gibi ünlü hukukçu, tarihçi ve devlet adamı bir babanın kızı olmanın Fatma Aliye’nin önüne açılan önemli bir fırsat olduğunu söylüyor. Çünkü çocukluğundan itibaren erkeklerin dünyasına yakın yaşamış, selamlığı hareme tercih etmiş bir kadın Aliye. Karabıyık’ın anlattıklarından izlediğimiz kadarıyla babasının çevresinde yaşanan hemen her olay hayatında karşılık buluyor sonraki yıllarda.

5 YAŞINDA KUR’AN’I HATMETTİ

Ailenin ikinci çocuğu olarak doğuyor Fatma Aliye. Kendisinden birkaç yaş büyük ağabeyi Ali Sedat’a ders vermek için eve hocalar geliyor, o da yaşının küçük olmasının verdiği rahatlıkla selamlıkta sessiz sessiz takip ediyor bu dersleri. Barbarosoğlu, beş yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmettiğini yazıyor. Ne zaman okuma yazma öğrendiği bilinmiyor. 6 yaşına geldiğinde annesi oyun oynar gibi kitap okuduğunu görünce keşfediyor kızının okuyabildiğini. Kız çocuklarının düzenli bir eğitim alması alışıldık olmasa da mâni olunmuyor Fatma Aliye’ye. Ancak özel bir gayret de sarf edilmiyor. Ağabeyine verilen dersleri takip ediyor ve onun kütüphanesinden ödünç aldığı kitaplarla odasına kapanıyor. Babasına çok düşkün aynı zamanda. İlk çocukluk yıllarında sadece onun için, onu mutlu etmek için yaşıyor adeta. Paşa da bu gayreti ve zekâsı sebebiyle diğer çocuklarından ayrı tutuyor onu.

ULEMANIN SOSYAL REFORMCU KIZLARI

Doktora çalışmasında Fatma Aliye Hanım ve eserlerini konu alan Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Firdevs Canbaz’a göre Paşa’nın Fatma Aliye Hanım üzerinde derin bir tesiri olduğu muhakkak: “Fatma Aliye’nin İslam’da kadın hukuku konusunda son derece derin bir vukufiyeti olmasının nedeni olarak babası ile Mecelle üzerinde çalışmış olması gösteriliyor. Paşa’nın kızına olumlu anlamda telkinde bulunduğu söylenebilir.” Canbaz, Ahmet Cevdet Paşa’nın, Ahmet Mithat Efendi ile bir görüşmelerinde ona, kızının zekâsı karşısında duyduğu şaşkınlıktan söz ettiğini belirtiyor. Paşa, düzenli eğitim almış olsa Fatma Aliye’nin büyük bir âlim olabileceğini düşünüyor. Bütün bunlara rağmen Canbaz, babasının Fatma Aliye ile ilgili böyle bir projesi olduğunu söylemenin iddialı olacağı kanaatinde.

Prof. Dr. İlber Ortaylı ise 19. yüzyılda ulema efendilerin kızlarının sosyal reformcular olarak görüldüklerinden bahsederken, öncelikle Fatma Aliye örneğini veriyor. Ailesinin eğitimine özel ehemmiyet veren Paşa, onlardan uzak olduğunda dahi mektuplar aracılığı ile devam ettiriyor bu ilgisini. Roman boyunca; hayatını babasının izinde geçirmeye çalışan Fatma Aliye’nin de kendini ona karşı mes’ul hissettiğine şahit oluyoruz. Prof. Esen de, Paşa’nın kızının merakını görmezden gelmediğine değiniyor. Nitekim Aliye’nin Fransızca öğrenme arzusu ortaya çıkınca kendisi için bir hoca tutuluyor. “Fakat evdeki asıl eğitim çabası ağabeyi için olmuş, Fatma Aliye de bunlardan kenarından köşesinden yararlanmayı bilmiştir. Okumayı ve öğrenmeyi kendi isteği ve çabası ile devam ettirmiş, aslında babası da ağabeyi de ondan bir şey beklememiş, ona özel bir ilgi gösterilmemiştir.” Esen’e göre.

Ahmet Cevdet Paşa, kızının bilgi birikimini ve yeteneğini ancak Meram ismini verdiği ilk tercümesi yayımlandıktan sonra fark etmiş ve ondan sonra kızı ile oturup çalışmaya ve fikir tartışmaları yapmaya başlamıştır. Fatma Aliye Hanım ilk eserlerini vermeye başladıktan sonra ‘Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti’ (Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu) adıyla kitap yazan dönemin önemli kalemlerinden Ahmet Mithat’a göre de, “hocalar bir kızın eğitilebileceğine inandıklarından değil, deneme olsun diye Fatma Aliye’ye ders göstermişlerdir.”

İLK İMZA: BİR KADIN

Batılılaşma düşüncesi Osmanlı toplumunda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha çok tartışılmaya başlanmıştı. Erkeklerin yürüttüğü tartışmada kadınların bu hareketin en önemli unsurlarından biri olduğuna karar verilmişti. Ancak kadınların tartışmaya müdahil olmaları için biraz daha beklemek gerekiyordu. Henüz onların kendileri hakkında söz söyleyebileceği bir ortam yoktu. Fatma Aliye, 1879’da 17 yaşındayken babası tarafından kolağası Faik Bey ile evlendirildi. Kendisine yeni bir hoca bulmanın mutluluğu içindeyken Faik Bey’in, kitaplarla kurduğu ilişkiden hoşnut olmadığı ortaya çıktı. Evliliklerinin ilk on yılında gizli gizli kitap okuyan Fatma Aliye Hanım, eşinin yumuşaması neticesinde ilk eserine imza attı.

George Ohnet’in Volonte isimli romanını Meram ismiyle çevirmişti. Bu kitap 1890’da ‘bir kadın’ imzasıyla basıldı. Uzun süren tartışmalara sebep olmuştu bu ‘kadın’ın kim olduğu. Fatma Aliye’nin ismi ortaya atılınca başka bir tartışma başladı: Bu tercüme bir kadına ait olamayacak kadar iyiydi. Ahmet Cevdet Paşa veya oğlu Ali Sedat Bey yapmış olacaktı. Dönemin önemli yazarlarından Ahmet Mithat Efendi’nin o günlerde kaleme aldığı sitayiş dolu yazı, Fatma Aliye’nin hayatında babasından sonra ilham aldığı ikinci ismi çıkarıyordu karşısına. Ahmet Mithat, Fatma Aliye Hanım’ın manevi babası olmuştu artık.

KADININ SORUNU DİN DEĞİL, CAHİLLİK

Ahmet Mithat, İslâm kadınlarının Avrupalı hemcinslerine göre daha özgür olduklarını, İslâmi düzenin kadınlar için en iyi sistem olduğu tezini savunuyordu. Kadın, iyi bir eş ve anne olabilmesi için okutulmalıydı. Fatma Aliye de onunla aynı fikirdeydi. Edebiyat, bu fikirlerin toplumla paylaşılması için bir araçtı sadece. Nüket Esen, Fatma Aliye’nin makalelerinde kadının iyi bir eş ve anne olabilmesi için eğitilmesi gerektiğini ve İslâmiyetin bunu mümkün kıldığını anlattığına dikkat çekiyor: “Romanlarda ise farklı bir yaklaşım sergiler. Tüm romanlarında kadınların aile içi sorunlarıyla uğraşır. Bazı romanlarında, makalelerinde olmayan bir boyut daha katar kadın karakterlerine; çalışan, para kazanan, bir erkeğe ihtiyacı olmayan kadınları anlatır.” Esen’e göre Aliye Hanım doğrudan kendi sesiyle konuştuğu zaman, yani makalelerinde, daha tutucudur. Kurmaca dünyasının koruyuculuğu içinde, yani romanlarında ise daha aykırı olabilme cesaretini bulan bir yazardır.

Fatma Aliye’nin kendi ismiyle yayımlanan ilk eseri 1893’te çıkan Muhazarat isimli romandı. Bir yandan roman yazmaya devam ederken öte taraftan 1895-1908 yılları arasında yayımlanan Hanımlara Mahsus Gazete’nin en güçlü kalemiydi Fatma Aliye Hanım. Belki de tarih boyunca hararetinden bir şey kaybetmeyen ‘kadınlık düşüncesi’ tartışmasını, yaşadıkları sorunları, isteklerini anlatmak için kaleme sarılmıştı. Yazılarındaki gibi İslamiyet’in değil, âdet ve geleneklerin kadınları baskı altına aldığı fikrini savunuyordu. Kadınların sosyal hayata katılmalarının, eğitim almalarının, çalışma hayatında boy göstermelerinin ayıp ya da günah olmadığını anlatıyordu ki bunlar kadınların temel problemleriydi. Bir yandan da romanlarında çizdiği tiplerle Müslüman Osmanlı kadınına en uygun bulduğu modelleri anlatıyordu. Yaprak Zihnioğlu, bütünüyle erkeklerin egemenlik alanında bulunan İslam düşüncesi konusunda Fatma Aliye’nin geniş bilgisi sayesinde söz söyleyebildiğine dikkat çekiyor. Osmanlı kadınına sahip olduğu değeri geri kazandırmak için dönemin belki de ilk kadın tarihini, Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyyan’ı da o yıllarda yazıyor. Daha sonra Halide Edip’in de Büyük Kadınlar adıyla bir yazı dizisi hazırladığına dikkat çekiyor Zihnioğlu: “Yalnız bir farkla; bu ‘büyük tarih-i aile arasında’ tanıttığı kadın kişiliklerin ‘ekseriyeti Türk’ değildir.”

Fatma Aliye, kendisinden 22 yaş küçük olan Halide Edip’le zaman zaman aynı ortamda bulunsa da yollarının birbirinden ayrı olduğunun farkındaydı. Fatma Aliye’nin aldığı geleneksel eğitimin aksine o İngiliz terbiyesi ile yetiştirilmişti. Hanımlara Mahsus Gazete’nin yayın hayatına son verdiği, büyük ölçüde Fatma Aliye’nin gayretiyle, kadınların artık daha rahat söz söylediği günlerde Halide Edip’in kadın meselelerini ele aldığı ilk yazıları çeşitli gazetelerde yayımlanmaya başladı. İlk romanlarında, çoğu zaman evli kadın ve erkekler arasında geçen aşk öyküleri anlatıyordu Halide Edip. Kendinden izler taşıdığı düşünülen kadın kahramanları yazarın idealindeki modeli yansıtıyordu. Tıpkı Fatma Aliye’nin kahramanları gibi; ama önemli bir fark vardı aralarında. Fatma Aliye onun aksine romanlarında insan iradesini ortadan kaldıran aşktan uzak durulması gerektiğine vurgu yapıyordu. Firdevs Canbaz, aşk ve kadın erkek ilişkileri karşısındaki aşırı ahlâkçı gibi görünen bu tavrın yazarın kimliği ve toplumsal konumu düşünüldüğünde şaşırtıcı olmadığını belirtiyor.

Fatma Aliye yazılarında ve Millî Mücadele yıllarında katıldığı toplantılarda hep aynı şeye vurgu yapıyordu. Ona göre sokakta olup bitenden kadın da erkek kadar mesuldü: “Fetih ve gelişme zamanlarında bu millet kadınlarıyla beraber yürüyerek yükseldi. Orduda kadın, çalışma yolunda kadın hep beraberdi. Sonraki alışkanlık kadınlara cedleri gibi harp meydanında can vermeye müsaade etmiyorsa, sair fedakârlıkları da men etmiyor. Vatan yardım talep ediyor. Osmanlılık ‘İmdat!’ diye bağırıyor. Ona bir feryat karışıyor. Dinleyiniz, millet anaları, bu sizin vicdanınızın sesidir… Bu vatan kadınların da vatanıdır; milletin istikbaline kadının istikbali de dâhildir.” Karabıyık’ın Fatma Aliye Hanım’ın tiyatro oyuncusu torunu Suna Selen’le ayrı düşmesinin sebebi tam da bu düşüncelerin yorumlanış biçimi. Selen, anneannesinin ilk feministlerden olduğunu söylerken Karabıyık bunu yazarın hiç anlaşılmamış olmasına bağlıyor. En yakınları tarafından bile…

FEMİNİST DEĞİL; ASR-I SAADET ÖZLEMİNDE

Firdevs Canbaz ise Fatma Aliye Hanım’a feminist denmesini, kadın sorunlarının yer aldığı bütün metinlerin feminist edebiyatın ürünü olduğu ön yargısına dayandırıyor: “Fatma Aliye Hanım’ın romanlarında kadın sorunlarının ele alındığı doğrudur. Ancak önerdikleri çözümler bakımından Fatma Aliye Hanım’ın romanlarının, yazarın referansları da göz önünde bulundurulduğunda feminist edebiyatın ürünü olduklarını söylemek mümkün değildir.” Fatma Aliye ayrıca, feminizmin tek bir tanımının olmadığının, fikirsel olarak farklı donanımda feminizmler olduğunun farkındadır. ‘İfrat-perverân’ olarak tanımladığı grupların çalışmalarından endişe duyar ve onların taleplerinin kadını mutlu etmeyeceğini düşünür. Onun, kadının nasıl mutlu olacağına dair tavsiye ettiği düzen ‘Asr-ı Saadet’te aranmalıdır.

Yazılarında kadın haklarını savunduğu ve kadınların eğitilmesini desteklediği için bazı çevrelerde feminist kabul edilen Fatma Aliye, “ricalin şer’î hukuku unutmuş olduklarını” ima ederek kadınların haklarının gasp edilmiş olmasını cahilliğe yani İslamiyet’te kadın hukukunun bilinmemesine bağlar. Şu ifadeler Barbarosoğlu’nun: “O, mü’min bir âlime olarak, muasır medeniyetlerde Osmanlı kadınına yer aradı. Mesajı kaleminden önde koştu.”

aksiyon
Yayın Tarihi : 10 Haziran 2007 Pazar 21:51:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?