22
Mayıs
2024
Çarşamba
KADIN

Mübeccel Kıray artık yok

İstanbul’da önceki gün hayatını kaybeden, sosyal bilimlerin öncü isimlerinden Prof. Dr. Mübeccel Kıray bugün son yolculuğuna uğurlandı.

Sosyolog Mübeccel Kıray, Levent Camii’nde öğle namazını takiben kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Kıray’ın cenazesine katılanlar arasında Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlbey Ortaylı ve Prof. Dr. Emre Kongar da vardı. 84 yaşında hayata veda eden Kıray, ODTÜ’de Sosyal Bilimler Bölümü’nü kurmuş, sosyolojinin üniversitelerde kurumsallaşmasında büyük katkıda bulunmuştu.


Toplumsal değişmeyi ele alma tarzıyla bir ekol oluşturan Kıray’ın çok sayıda uluslararası makalesi bulunuyordu. 

Mübeccel Kıray kendini anlattı


Kuşaklar Buluşması [16.05.1992]

Kuşaklar Buluşması toplantı dizisinin dördüncü konuğu Prof. Dr. Mübeccel Kıray oldu

Prof. Dr. Mübeccel Kıray

“Benim doğumum, 1923. Bu ne demek? Benim annem, babam Cumhuriyet’in kurulma yıllarını yoğun yaşamış insanlar. Benim ilkokul devrem, Türkiye Cumhuriyet’inin kendinden memnun olduğu, işte ‘Türk, Öğün, Çalış’ sloganlarının yaşamda olduğu bir aşama.

Bu çok heyecanlı devrenin içinde, gene aile ilişkilerinden –mühendis olan babamın görevlerinden- dolayı, ben Türkiye’nin her tarafını gezdim.

Sonunda İzmir’de yatılı okula verdiler, kurtuldular. Yatılı okul çok önemli, gençlik çağında. Çünkü birbirinizi etkiliyorsunuz. Burada bulunan Nermin Abadan Unat, benim yatak komşum. Şunu hatırlıyorum. Biz okuldayken her birimiz bir gazete alırdık, beş kuruştu o zaman gazete. Remzi Kitabevi’nin kitapları elli kuruştu.

Ondan sonra, üniversite hayatı başladı. Ve ben 1940 senesinde Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne başladım. Felsefe talebesi olarak. Felsefe bana hiçbir şey söylemedi. Çok garip geldi. Öbür taraftan da sosyoloji ve sosyal psikolojide son derece yetenekli hocalar vardı: Muzaffer Şerif Başoğlu, Niyazi Berkes –özellikle fikir tarihi bakımından- ve son derece yetenekli, talebeye inanılmaz derecede cesaret ve ilham veren Behice Boran. Biz derslere girip çıkıyoruz. Dışarıda karartma var, karne var. II.Dünya Harbi, son derece önemli bir etkiydi üzerimizde. Hareketli ve zengin bir ortam. Eve gidip gelenler, mektepteki hocalar, Amerika’da yetişmiş sosyal bilimciler, Almanya’dan gelmiş ünlü profesörler… Harp, opera, konser, fikir tarihi, sosyal yapı, kültür köyleri, Ruhi Su’nun ilk halk türküleri girişimleri. Savaşın sonuna kadar Türkiye’de eğitimimi ve ihtisasımı tamamladım.

Ondan sonra Amerika’ya gitmeye teşebbüs ettim. Türkiye’deki ortam ve birikimim inanılmaz bir şey yarattı. Yaşımdan daha fazla bir yaşam deneyimim varmış gibi oldu. Harp kolay bir şey değil. Çok iyi bir üniversite dönemi de öyle…

Amerika’da toplumsal değişme ve tüketim normları üzerinde çalıştım. Dünya çapında, çok meşhur hocalarla. Ben hiç arkadaşlarımdan geride kalmadım, gayet rahat meselelerin içindeydim… Bu sırada Türkiye’deki hocalarım, örneğin Boran en prestijli uluslararası meslek dergilerinde çok övülen, tartışılan makaleler yazan kişiler durumundaydılar. Sonra ben oradan da deremi aldım ve döndüm.

Bu çok iyi bir eğitim, çok heyecanlı bir eğitim, çok verimli bir eğitim. Kendi tezlerim çok iyi. Döndük geldik. Ama meslek sahibi olmak, bir sosyal bilimci için hiç de o kadar kolay değil. İş için bir sürü yere müracaat ediyorum. ‘Sen nereden mezunsun?’ ‘Amerika’dan’, ‘O iyi, lisansını nerede yaptın’, ‘Dil Tarih’te’, ‘O kötü, olmaz’ diyorlar. Olmuyor. ‘Sen kimsin’ diyen yok, ‘Sen ne yaptın’ diyen yok. Çok içerliyordum bu hale. İki doktora, çok parlak bir derece. Çok hoş yazılar (iki yazım çıkmıştı Amerika’da). Peki sonra ne yaptım sanıyorsunuz? Bilin bakalım! Bir Amerikan firmasında daktiloluk yaptım. Dünyada benim kadar kötü sekreter olmamıştır. Herkes yaka silkiyor, ama atamıyorlar… Dört sene sekreterlik yaptım.

Sonra oturdum, bir şeyler yazdım, doçentlik tezimi İstanbul Üniversitesi’ne verdim. Bunları özelikle anlatıyorum. Siz zannediyorsunuz ki, sadece 1980’lerde sosyal bilimcilerin başlarına bir şeyler geldi. Hayır! Türkiye gibi memleketlerde sosyal bilimcilik her zaman handikaptır.

İstanbul Üniversitesi’ne girmek için müracaat ettim. Dil imtihanına giriyorum. Rezalet ingilizcesi olan bir mümeyyiz, İngilizce metin okuyor, ben türkçesini yazıyorum, iki gün sonra mektup geliyor, ‘başaramadığınızı üzülerek bildiririz.’

Ama bende hiç geri basmak yok. Nereden geliyor bu, bilmem. O kadar da tembel bir insanım ki. Mücadele etmek çok gayret isteyen bir şey… Yine de yaptım…”

ajanslar, tarih vakfı
Yayın Tarihi : 10 Kasım 2007 Cumartesi 20:49:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?