22
Mayıs
2024
Çarşamba
KADIN

Siyah Süt'ü yazan neler anlattı?

Elif Şafak evliliğe de çocuğa da karşıydım ama her ikisini de yaptım. Tükürdüğümü yaladım dedi. Elif Şafak Sabah Gazetesine verdiği röpotajda kendisine eşi Eyüp Can'ın tükürdüklerini yalattığını söyledi.

İşte Sabah Gazetesinden Şirin Sever ile görüşen Elif Şafak'ın anlatımları;

"Hayatı yazı üzerine kurulu ben; doğumdan sonra 10 ay hiçbir şey yazamadım, çok ağladım ve sorguladım kendimi. Ve bu depresyondan Siyah Süt adında bir kitap çıktı. Bunu yazmam gerekti; cin çıkartmak gibi..."

Göründüğü kadar naif, kırılgan ve evet, hüzünlü... Telefonla konuşmamızdan buluştuğumuz ana kadar her onaylama cümlesinde 'Eyvallah,' diyor. Bunu bile o kadar kırılgan bir sesle söylüyor ki... Hoşuma gidiyor; karşı karşıya gelir gelmez sormak zorunda kalıyorum; neden? Gülüyor: "Evet 'Eyvallah'ı çok kullanıyorum, çok ilginç tepkiler de alıyorum bundan ötürü. Bindiğim taksinin şoförleri, bunu kadınların söylemesine alışık olmadığını söyleyenler, 'Çok harbisin,' diyenler oluyor. Seviyorum bu kelimeyi..." Elif Şafak, zor günler geçirdi. Malum; Baba ve Piç romanında 'Türklüğü aşağıladığı' gerekçesiyle ünlü 301. maddeden yargılandı. Beraat etti ama gelin görün ki, o günden sonra hayatı eskisi gibi olmadı. Israrla '301'i konuşmak istemediğini, bunu geride bırakmak istediğini' söyledi. Eyvallah! Birkaç soru sadece; ne hissettiğiyle ilgili... Öte yandan o zor günleri atlatmaya çalışırken hamileydi, tabii sonrasında doğumu da çok konuşuldu. Zira çocuk doğurmaktan kaçan, korkan bir kadın olduğunu söyledi hep. (Referans gazetesi yayın yönetmeni Eyüp Can ile evli) Nitekim her kadının hafif ya da ağır geçirdiği, doğum sonrası depresyondan o da geçirdi. Ne yaptı? Tabii ki oturdu bununla ilgili bir kitap yazdı; adını da Siyah Süt koydu. Kendini sorgulayan, kendiyle hafif dalga geçen, ilk kez kendini de anlattığı bir kitap. Kasımda çıkıyor, Latif Demirci'nin çizgileri eşliğinde... Toplumun bir anneye ezberlettiği değerleri, pompalanan annelik imgesini, yazar bir annenin iç savaşını anlattığı kitabı eminim yine büyük ses getirecek. Bizde çıkmadan önce kitabı, anneliği, kadınlığı masaya yatırdık...

- Anneliğe sıcak bakmayan biriydiniz, sürpriz bir hamilelik yaşadınız ve bir sene önce Şehrazat Zelda'yı doğurdunuz...

- Ben, evliliğe çok sıcak bakmayan biriydim, tükürdüğümü yaladım (kahkahalar). Anneliğe sıcak bakmayan biriydim, yine tükürdüğümü yaladım. Hep şunu düşünürdüm; benden anne falan olmaz, benden iyi bir üvey anne olur, çünkü iyi arkadaş olurum çocukla. Bir de açıkçası yazarlık çok bencilce bir uğraş, özellikle romancılık o kadar benmerkezci bir iş ki... Dostların seni arayabilir, birisi seninle görüşmek isteyebilir, eşin seninle yemeğe çıkmak isteyebilir... Envai çeşit şeyi atıyorsun kenara ve sadece romanı çıkarıyorsun ön plana ve bu haftalarca, aylarca böyle...

- Edebiyatla yazarlık çatıştı yani!

- Yazarlık dediğim gibi bencilce bir şey, annelik ise bencilliğin ölümü! Çocuğunuzun okulda çok önemli toplantısı var diyelim ya da doktora götürmeniz lazım, 'Ben roman yazıyorum, kapalıyım' diyemezsin. Bir de ben çok göçebe bir insandım, bir ayağım hep kapının dışındaydı; gitmesem de kapının açık olduğunu bileceğim, gideceğim, geleceğim, hayatım bunun üzerine kuruluydu. Fakat sonra şunu fark ettim, ben çocukla da dolaşabilirim!

- Madem bu kadar bencildiniz, edebiyatla evliliği nasıl örtüştürdünüz?

- Eyüp (Can) olmasa ben örtüştüremezdim.

- Nasıl bir kolaylık sağladı size?

- Tamamen onun mahareti. Beni o kadar özgür bıraktı ki, daha çok bağlandım. O beni bağlamaya çalışsaydı kaçardım.

- Derviş gibi bir adam olması lazım!

- Kesinlikle öyle, derviş gibi bir adam...

- Sizi nasıl anlayabildi? Daha doğrusu, bencil biriyle nasıl evlenebildi?

- Bilmiyorum, o da onun imtihanı herhalde (kahkahalar), o da bu imtihanla sınanıyor bu dünyada. Şaka bir yana; yazar çizer, gazeteci, kültürel bir elit, bu gibi çevrelerde aslında erkek egemen zihniyet zannettiğimizden daha derine işlemiş durumda. Sokakta karısını hırpalayan adamı görüp saptamak kolay da; dışı çok modern, eşitlikçi görünen ailelerdeki erkek egemenliğini saptamak, onu eleştirmek, onu dönüştürmek daha zor. Çünkü kabuğu o kadar cilalı ki, imajı o kadar güzel ki... Ama içine baktığında aslında aynı. Ben birçok entelektüel erkeğin, sevgilisi ya da eşi kendilerinden bir adım öne çıkmasın diye çaba sarf ettiklerini gözlemliyorum, hoşlanmıyorlar! Dönüştürmesi en zor olanı da bu zaten. Tabii ki ben çok şanslı hissediyorum kendimi.

'Osman Sınav'la film senaryosu yazıyoruz',

Menekşe ile Halil' dizisinin senaryosunu yazmak o kadar keyifli bir süreç ki. Bir edebiyatçı için yeni bir tecrübe, inanılmaz hayranlık ve saygıyla izliyorum oyuncuları, yönetmenin yaptıklarını. Geçen sene de Osman Sınav'la bir film senaryosu yazmaya başladık, henüz bitmedi. Konu aşk ve tasavvuf. İnşallah önümüzdeki sene çekilecek.

- Mahalle baskısı denen bir şey var mı, bu gerçekten sanal bir tartışma mı?

- Mesela daha kapalı, daha muhafazakâr yerlere gittiğinizde, Anadolu'yu gezdiğinizde, insanların içselleştirdiği bir yaşam tarzı var ve belki dışına çıkmakta zorlanıyorlar. Ama bu türbanla falan ilgili değil. Küçük bir örnek vereyim; ben dul bir anne tarafından yetiştirildim, küçük bir yaştan itibaren de bir çok şeyi gözlemleyerek büyüdüm, zor bir şey bu toplumda dul bir kadın olmak. Bunu türbanla falan açıklayamazsınız, bu ataerkillikle ilgili bir şey. Yani birtakım roller var bizlere öğretilen; 'kadınsan mütevazı ol, başını yerden kaldırma, şöyle giyin, böyle giyin, verdiğin mesajlara dikkat et.' Bu baskı hepimizin üzerinde. Bu, türbanlı kadınların koyduğu bir baskı değil; türbanlı, türbansız bütün kadınlar etkileniyor bundan. Konuşacaksak bence bunları konuşalım. Bu düzlemden ben daha yaratıcı bir şeylerin çıkacağını düşünüyorum.

- Doğumdan sonra 'İyi yazar kötü anne mi olur?' 'Kariyer mi çocuk mu' yazıları yazıp durdunuz. Neden bu sorgulama?

- Yanlış anlaşılmasın, tabii ki iyi yazar ve iyi anne olmayı başaran birçok kadın var ve onlara saygı duyuyorum ama şunu söylüyorum; bu çok kolay bir denge değil, erkeklerin de anlayamadığı bir sorun. Ve bunu sadece kadın yazarlar yaşamıyor, belli idealleri, hırsları, hevesleri olan her meslekten kadın bence bu dengeyi nasıl oturtacağını düşünüyor. Çünkü toplumun size biçtiği roller var: Bir, kendi özel hayatınızda yerine getirmeniz gereken roller, bir de kamusal alanda yaptığınız işler var. Bütün bunları dengelemeyi öğrenmek bir sınav.

- Nasıl bir denge kurdunuz peki?

- Doğum sonrası 10 ay kadar süren bir depresyon yaşadım. Uzun zaman herkes bu işi mükemmel kotarıyor, bir tek ben yapamıyorum zannettim. Sonra birçok kadınla konuştukça, okudukça yaygın bir durum olduğunu gördüm. Ama bunları konuşmadığımız için zannediliyor ki böyle şeyler yaşanmıyor.

- Depresyondan kastınız ne?

- Dışardan anlaşılabilen bir şey değildi belki ama hayatı yazı üzerine kurulu bir insan, ben; 10 ay boyunca hiçbir şey yazamadım. İnancım sarsıldı, bir daha yazamayacağımı düşündüm.

- Üzerinizden nasıl attınız bu depresyonu?

- Eşimin çok yardımı oldu tabii ki ama depresyon kendi sürecini doldurdu, ömrünü tamamladı ve o beni bıraktı!

- Yardım almadınız mı?

- Birkaç kanaldan yardım aldım ama bu şöyle bir şey; birden özgüveniniz zedeleniyor. Bir şey oldu ve ben dibe vurdum! Meğer dip esnekmiş, katı değilmiş, seni zaten yukarı çıkartıyor. Kendimi çok sorguladım, kendimi çok deştim, çok ağladım, Allah'a şükür geçti. Ama oradan başka bir şey çıktı.

- Nasıl bir şey çıktı?

- Bu depresyon üzerine bir kitap yazıyorum; bitmek üzere. Zaten onun benden çıkması için benim onu yazmam gerekiyordu, cin çıkartmak gibi! Kitapta da bir cin anlatılıyor, lohusaya dadanan bir cin! Eskiden lohusa kadın yalnız bırakılmazmış, sürekli başında birileri beklermiş, çünkü kadının evhama, depresyona, bunalıma yakalanmak için en uygun, en açık olduğu dönem. İlginç olan; eskiler, anneanneler bunları biliyor zaten ve kendilerine ait önlemleri var.

- Nasıl bir kitap peki bu?

- 'Postnatal depresyon'u anlatıyor. Bir tarafta müthiş kutsallaştırılmış bir annelik anlayışı var, öbür tarafta da biraz kadın dergilerinin pompaladığı başka bir şey: 'Süper dişi, süper anne' imajı... 'Kariyer de yaparım, çocuk da, her şeyi mükemmel yaparım' diyen ikinci bir söylem. Ne bu söylem, ne de öbürü bize anneliğin zaman zaman gölgeli başka yanları da olabileceğini gösteriyor. Sürekli cilalanmış, romantikleştirilmiş bir annelik mefhumu var. Yanlış anlamayın, annelik çok güzel bir şey, ben bunu sorgulamıyorum ama şunu söylüyorum, kadınları zaman zaman sarsabilen bir şey!

- Adı nedir kitabınızın?

- Siyah Süt!

- Ne demek siyah süt!

- Kadın literatüründe tartışılan, özellikle Fransız feminist kuramcıların sorduğu bir soru var: Süt mürekkebe dönüşebilir mi, kadınlıktan beslenerek kadın yazarlar ayrı bir edebiyat, ayrı bir yazın türü geliştirebilirler mi diye... O mürekkep imgesine de, depresyona da bir gönderme olsun diye bu ismi verdim.

- Otobiyografik özellikler var mı?

- Evet, kendimden yola çıkarak ilk kez yazdım. O yüzden bu kitap yazı hayatımda çok farklı bir yere sahip.

- Bir kadının bunları yaşadığını, bocaladığını görmek bir erkekte nasıl bir iz bırakıyor peki?

- Sanki Eyüp bana 'Delidir ne yapsa yeridir' gözüyle baktığı için çok şaşırmıyor. Ama evde sürekli ağlayan, kendini toparlayamayan, en mutlu olması gereken dönemde sarsıntılar yaşayan birini görmek eminim erkekleri de tüketiyor. Bu işin bir boyutu ama ben babaların da doğum sonrası sarsıntı yaşadıklarını, fakat erkekliğe zeval getirmemek için bunu konuşmadıklarını düşünüyorum. Bence erkekler için de postnatal depresyon kitapları yazılmalı.

En son okuduğunuz kitap?

- Selim İleri'nin Şimdi Seni Konuşuyorduk kitabı. Çok keyifli, zaten çok severim kendisini...

- En sevdiğiniz dizi?

- House. Yerlilerden Pusat, Bıçak Sırtı, Hatırla Sevgili, Binbir Gece.

- En sevdiğiniz mekân?

- 15 yıl önce kırmızı eti bıraktım. Her tür balık mekânı uyar bana...

- Yaşamaktan en zevk aldığınız şehir?

- İstanbul, İstanbul, İstanbul! Hiçbir şehre benzemiyor.

- En büyük pişmanlığınız?

- Pişmanlıkları olan, 'keşke'lerle düşünen bir insan değilim. Ama yemek pişirebilmeyi isterdim!

- En sevdiğiniz yemek?

- Ekmek çok severim, ekmek yapmayı öğrenmek isterim. Birileri ekmek yaparken yazmak beni çok rahatlatır. Birkaç fırına gidip oturup yazı yazdığım olmuştur. O koku, o un, meditasyon gibi geliyor.

- En nefret ettiğiniz şey?

- Nefret etmemeyi öğreniyorum.

- En sevdiğiniz sanatçı?

- Müzeyyen Senar denince akan sular durur.

- En sevdiğiniz oyuncu?

- Yerli isimlerden Türkan Şoray.

sabah/Şirin Sever
Yayın Tarihi : 15 Ekim 2007 Pazartesi 13:48:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?