4
Mayıs
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

Yakın tarihin 'Eve Giden Yol'u

Antakya sevdalısı ve film yönetmeni Semir Arslanyürek Akdenizli bir dünyalıdır... İkincisini çektiği “Antakya üçlemesinin” ilki olan “Şellale” ile ödül aldı… Adını sinemaseverlere duyurdu. Bir dili, -anadili- Arapça, bir dili Türkçe, bir dili Rusça olan Semir Arslanyürek, eğitimini gördüğü Rus sinema dilini tarihe, geçmişe, mistisme uzanan hikayelerde şiirsel bir anlatımla kullanıyor. Onun edebi senaryo dilinde, biraz Çehov, biraz Dostoyevski, biraz Tolstoy, biraz Mayakovski hissedersek de daha çok o kendi dilini aramak için yola çıkmış bir Anadolu dervişi gibidir sanki… 


Hayatın hiç durmadığı, kozmopolit Antakya sokaklarından dünyaya uzanmanın şansını yakalamış olan Semir Arslanyürek ile babasının, çevresinin, ailesinin, dilinin, sevdalarının toplamı olan “Antakya üçlemesinin” ikincisi “Eve Giden Yol”u konuştuk… 


Aralık ayı içinde vizyona girecek “Eve Giden Yol”,  mistik bir gelenekle örülüp; babasının kahir dolu âşk yaşamı, daha sonra 1914’te Filistin seferine katılışı, daha sonra ise Kurtuluş Savaşı’nın ilk direnişine el vermesinin hikayesidir… İçinde Alevi mistisizmi, haksızlıklar, âşk, Filistin seferi ve Kurtuluş Savaşı’nın direnişi olan “Eve Giden Yol” için biz sorduk, o üç dille düşünüp tek lisanla yanıtladı… 

Eve Giden Yol

“Eve Giden Yol” ne anlama geliyor, bu senaryo düşüncesi nereden doğdu? Senaryonun uzun bir yazım serüveni olduğunu biliyoruz… 



“Eve Giden Yol” insanın kendi manevi dünyasında yaptığı yolculuğun adıdır. “Ev” bu anlamda insanın kendi yüreğidir. Hani “Yüreğinin götürdüğü yere git” diye bir söz var ya, öyle işte. Yani uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra insanın en son sığınağı olan kendi yüreğine varmak. Başka bir deyişle rüşte ermek… İnsan durduğu yerde ermiyor. Ancak birçok musibetten geçtikten sonra ermiş olabiliyor. 


“Eve Giden Yol”un Alevi geleneklerine göre, ikinci bir anlamı vardır. Filmin kahramanı Mahmut, Kırklar Cemi’nde yemin ederken “Eve Giden Yolda, ettiğim bu yeminden dönersem eğer…” cümlesini kuruyor. Bu yemin ise haksıza boyun eğmemeyi, eline, diline, beline hâkim olmayı, aç olanı yedirmeyi, susuz olanı içirmeyi, çulsuz olanı giydirmeyi ve kendi nefsini başkalarından üstün tutmamayı gerektiriyor. Bu da hem maddi hem de manevi eşitlik anlamına gelir. Zaten senaryonun başında Mahmut bir üzüm salkımını çömlek kâseye sıkıp kâseyi dudaklarına götürüyor ve dinde fesat yapıp yeryüzünde barışı engelleyen müfsitlere lanet okuduktan sonra üzüm suyunu içebiliyor. Bunun da eşitliğe dayanan bir rivayeti var. Rivayet, Kırklar Cemi’ne giren birinin bir tek üzüm tanesini kırk kişiye eşit paylaştırmaya dayanıyor. Aksi takdirde Kırklar Cemi’ne girmesi mümkün olmayacak. Böylece bir testiye kırk tas su doldurarak üzüm tanesini de içine sıktıktan sonra her birine bir tas dağıtıyor ve böylece üzüm tanesi eşit bir şekilde paylaştırılmış oluyor.”

O zaman paylaşımcı mistisizmden yola çıkarak bir şeyler de anlatmaya çalıştınız?

“Demek ki, bu topraklarda haksıza karşı gelen ve eşitliği savunan imececi bir gelenek var. Fakat bu gelenek çıkar çevreleri ve emperyalizm uşaklarının işine gelmediği için bizlere unutturulmaya çalışılıyor. Ne yazık ki çıkar çevreleri bu konuda büyük bir başarı kazanmış görünüyorlar. Bu nedenle haksızlığa karşı gelen ve eşitliği savunan imececi geleneklerimizi anımsatma ihtiyacını duydum. Eşitliği savunan bu geleneğimiz bir yandan dinde fesat yapanları da lanetliyor. Düşünün ABD ve İsrail emperyalizmi en modern silahlarıyla Irak’ı bir türlü ele geçiremediler. Sonunda dinde fesat yapma yöntemiyle iç savaş başlatıp Irak’ın direnişini bitirmeye çalışıyorlar…”

Bu senaryo nasıl, ne zaman ve nereden doğdu?

“Senaryonun nereden doğduğuna gelince… Ben ne şanslıyım ki, çocukluğumda TV diye bir musibet yoktu. (TV asıl amacından saptırıldığı için onu bir musibet olarak nitelediğimi belirtmek isterim.) Dolayısıyla çocukluk yıllarım her akşam Binbir Gece Masalları, efsaneler, vecizeler, muammalar ve darbı meseller dinlemekle geçti. Tabii ufak çapta bir şeyler okumakla da… Bu dönemde, seferberlik yıllarını birebir yaşayanlar henüz hayattaydı ve ‘Eve Giden Yol’un olaylarını defalarca birinci ağızdan, yani Mahmut’un kendisinden dinledim. Bundan dolayı ‘Eve Giden Yol’un olayları, kurgu biraz farklı olsa da tarihi gerçeklere dayanır. 

“Eve Giden Yol”un senaryosunu Moskova Devlet Sinema Enstitüsü’nden mezun olduktan ve Türkiye’ye döndükten sonra yazmaya başladım, yani 1988 yılında… Senaryonun ilk versiyonu 1990 yılında şekillendi. Bu tarihten itibaren en az otuz versiyonu yapıldı. 1997 yılında senaryo Kodak – Antrakt senaryo yarışmasında ödül aldı. Ama filmi çekmek ancak 2006 yılında, yani ilk yazılışından on altı yıl sonra yapılabildi.”

Senaryonun içeriğini, kısaca özetlemeniz mümkün mü?

“’Eve Giden Yol’ biraz önce değindiğim gibi, gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmıştır. 1911 yılında seferberlik ilan edildiğinde askere gitmemek için dağa çıkıp eşkıyalık yapanlar bir köye saldırıp köy halkını zeytinyağı mengenesine kapatıp yakarlar. Fakat yaktıkları köyün on yedi kızını (filmde bu sayı yediye indirildi) kaçırıp tecavüz ettikten sonra bırakırlar. Eşkıyanın kasabaya girmesini engellemek için dağ geçitlerinde nöbet tutan gençler tecavüze uğramış kızları bulup kasabaya getirirler. Kasaba ihtiyarları ‘kirletilmiş’ kızların akıbetini tartışırlar. Kasabanın toprak zengini Servet Ağa’nın dayatmasıyla tecavüze uğramış kızların öldürülmesi kararlaştırılır. Çocuğu olmayan gençler arasında kura çekilir. Kurayı çeken Servet Ağa, kızına âşık olan bir yetim olan Mahmut’tan kurtulmak için bir hile ile kuranın kendisine çıkmasını sağlar. Mahmut, kızları öldürmesi gerektiği ‘Kan Kuyusu’na götürür fakat onları öldüremez. 



Sonunda onları dağ başında bir yatıra bırakıp şehre iner. Bir rastlantı sonucu şehrin en önemli simalarından Reşat Ağa ile tanışır ve onun çiftliğinde kâhya yardımcısı olur. Fakat ağanın oğlunun askere gitmesi gündeme gelince, Reşat Ağa, Mahmut’u kendi oğlu yerine askere gönderir. Aslında bu da ağanın oğlu ile üvey annesinin bir tezgâhıdır. Çünkü ağanın oğlu da Mahmut’un sevdiği kıza tutulmuştur. Böylece Mahmut yıllarca Arabistan çöllerinde açlık, susuzluk çeker ve İngilizlerle savaşır. Sonunda Mahmut’un birliği dağılır. Mahmut İngilizlere esir düşer. Esaretten kaçar ve meşakkatli bir yolculuktan sonra memleketi olan Antakya’ya varır. Yıl 1918… Fransızlar şehri işgal etmiştir. Mahmut kızları bıraktığı yatıra gider. Sevdiği kızın da oraya sığınmış olduğunu görür. Fakat kavuşmaları çok kısadır. Mahmut silahını alıp tekrar dağa çıkar ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk zılgıtını çeker…”

Film çekimleri Antakya ve Suriye’de yapıldı herhalde. Biraz da bundan bahseder misiniz?

“Evet, filmin yarısına yakını Suriye’de ve çok önce saptanan mekânlarda yapıldı. Ama Antakya’da çekilmesi gereken mekânların çoğu İstanbul’da yapılan dekorasyonlarda çekilmek zorunda kaldı. Bu da bizim çekim programımızı epey etkiledi. Çünkü önce Suriye mekânlarını çekmeyi düşünmüştük. Bu durumda çöl sıcaklarına kalmadan Antakya’ya dönüp oradaki mekânları çekmiş olacaktık. Fakat Metin Akpınar’ın Antakya’ya gidememesi ve oynadığı sahnelerin öne alınmasını istemesi üzerine çekim programı değiştirildi. Antakya avluları apar topar İstanbul’da inşa edildi. Akpınar’ın sahneleri bittikten sonra ancak Suriye’ye gidilebildi ki, Suriye çekimleri için herhangi bir hazırlık bile yapılamadı. İki ayağımız bir pabuca girdi… Hem çöl sıcakları başladı, hem de diğer oyuncuların sözleşmeleri bizi ciddi anlamda sıkıştırmaya başladı. Sonuçta İsrail emperyalizmi, bu yaz tüm askeri gücüyle Lübnan’a saldırınca, yapımcı bundan tedirgin olup filmin dört sahnesi çekilmeden ekibi geri çağırdı. Suriye’de çekilemeyen sahnelerin burada çekileceği sözü verildiyse de, bence çok önem taşımayan bazı nedenlerden dolayı bu hiç mümkün olmadı.”

Basında çıkan haberlerde İsrail saldırılarının sizi olumsuz etkilediği yazıldı...

“İsrail saldırıları vicdanı olan herkesi etkilediği gibi bizi de etkiledi. Ama çekimlerimizi doğrudan etkilediği söylenemez tabii. Sadece otel fiyatlarını üç katına fırlattı. Düşünün birkaç gün içerisinde yüz binlerce kişi Beyrut’tan Şam’a akın etti. Otellerde yer bulmak imkânsızlaştı. Üstelik bu akın edenler Lübnanlı da değillerdi. Bunlar çoğunlukla Lübnan’da tatil yapan Suudi ve Arap Emirliklerinin zenginleriydi. Ama biz Suriye çekimlerine geç kalmış olmakla, daha işin başından otel fiyatlarının fırlayacağını biliyorduk. Çünkü turizm sezonu başlıyordu ve bize ilk lokasyon gezimizde bu bildirilmişti. Yani çok sürpriz olmadı…” 




Eve Giden Yol/1914Eve Giden Yol/1914

Orjinal Adı : Eve Giden Yol
Gösterim Tarihi : 22.12.2006
Yönetmen : Semir Aslanyürek
Görüntü Yönetmeni : Eyüp Boz
Senaryo : Semir Aslanyürek
Yapımcı : Mehmet Ergin Soyarslan
Oyuncular : Metin Akpınar, Erdal Beşikçioğlu, Melisa Sözen, Ali Sürmeli, Emre Altuğ , Ege Aydan, Aykut Oray, Ezel Akay, İrem Altuğ, Güner Özkul , Erdinç Olgaçlı, Nesrin Akdağ, Ümit Çırak, Muhammed Cangören, Sadık Gürbüz, Chrıstopher Ian Brown

Semir Arslanyürek kimdir

Doğum yeri ve tarihi: Antakya – 15. 08. 1956

Akademik Aşamalar: 2002 M.Ü. GSF Sinema TV. Bölümü’nde profesörlük.
1995 M.Ü. GSF Sinema TV. Bölümü’nde doçentlik.
1994 M.Ü. GSF Sinema TV. Bölümü’nde yardımcı doçentlik
1993 M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde sanatta yeterlik.
1979-1986 SSCB Devlet Sinema Enstitüsü, Film Yönetmenliği Fakültesi, Oyunculu Film Yönetimi Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans.
Semir Arslanyürek
Yabancı Diller: Arapça, Rusça

Ödüller: 1999 Kodak-Antrakt Senaryo Yarışması, birincilik ödülü,
1998 Kodak-Antrakt Senaryo Yarışması, ikincilik ödülü
1992 Yunus Nadi Senaryo Yarışması, mansiyon

Uzun Metrajlı Filmler: “Eve Giden Yol” 35 mm. 105 dk.
“Çağlar İçinde Antakya” (Belgesel) 2003 DV. 67 dk.
“Şelale” 2001 35 mm. 120 dk.
“Vagon” 1993, 35 mm. 95 dk.

Kısa Metrajlı Filmler: “Yukarda Havalar Temiz” 1986, 35 mm. 20 dk.
“Babil’de Yalnızlık” 1984, 35 mm. 20 dk.
“Yara” 1982, 35 mm. 10 dk.

Senaryolar: “Agent” 2004
“Eve Giden Yol” 1990–2000
“Şelale” 1984–1999
“Kızıl” 1995–1998
“Karmaşa” 1993–1995
“Vagon” 1986
“Senfoni” 1985

Yayınlar: 1998 Pan Yayıncılık, Senaryo Kuramı.
1995 Antrakt Yayınları, Sinemada Görüntü Kurgusu (çeviri).

e-posta : aslanyureks@gmail.com
semiraslanyurek@alternatifsinema.com

M, Yüksel Özbek/Fazilet Çulha-Kenthaber
Yayın Tarihi : 21 Kasım 2006 Salı 21:14:13


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
mehmet sanalan IP: 85.100.72.xxx Tarih : 24.11.2006 15:34:20
ben bir hataylı olarak filmin antakyada cekilmesi gereken sahnelerinin antakya yerine dekorlarla sırf bir oyuncu için istanbulda cekilmesini siddetle kınıyorum ayrıca özellikle semir aslan yürek için antakya asıgı kelimesinin geri cekilmesini istiyorum böyle antakya sevdalısı olunmaz SAYGILARIMLA

cem adivar IP: 85.178.242.xxx Tarih : 16.01.2007 20:55:32
Sevgili Yönetmen arkadasim. Metin Akpinar gibi bir büyük oyuncu antakya sivesi (antekece) icin özel calisma yapmis ama cekimler icin antakyaya gelmemis.. Eger Antakya yi anlatan bir film cekiyorsak neden istanbulda dekorlarla cekiyoruz Antakyamizin güzelim avlulu evleri dururken anlamadim.. eger bu yönetmen gercekten antakya sevdalisi olsaydi gerekirse metin akpinari kovar baska bir oyuncu ile antakya da cekerdi filmi.. izlemeyecegim .. cünkü dekorlar cok adi ve basit görünüyor,, demekki filmde öyledir.. sevgilerle..