3
Aralık
2024
Salı
HATAY
Nufus
1.386.224
Yüz Ölçümü
5.403
İlçe Sayısı
12
Vali

Hatay Gezgin Gözüyle


St.Pierre Kilisesi:

Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde kente 2 Km uzaklıkta Habib Neccar Dağ’ı yakınındadır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle Kiliseye dönüştürülmüştür. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St.Pierre (Aziz Petros) Antakya’ya M.S. 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hristiyanlığı yaymaya çalışmış. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hristiyan adını almış. Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir.

Bu mağara M.S. XII-XIII. yy.’larda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S. 4 ve 5. Yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır.

Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St.Pierre’nin heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatın gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır.

Ki1ise, 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından Hristiyanlar için Hac yeri ilan edilmiştir.

Her yıl 29 Haziran’da Katolik Kilisesince burada bir ayin düzenlenmektedir.

Haron (Charonion) Kabartması ;

St. Pierre Kilisesinin 200 m. kuzeyinde bulunan kabartmalar, kayalara oyulmuş dev bir büstle dikkat çeker. Büst başında örtü bulunan tamamlanmayan bir kadın portresini andırmaktadır. Kabartmalar I. Yüzyılda Antiochus zamanında bir veba salgını sırasında yapılmıştır.

 

Demirkapı :

St Pierre Kilisesi yakınından geçen Hacıkürüş Deresinden akan şiddetli selleri kontrol altına alabilmek için Habib Neccar Dağı ile Haçdağı’nı birbirinden ayıran derin ve dar vadi üzerinde yüksek ve sağlam bir duvar yapılmıştır. Şehir kapılarından biri de (Demirkapı) aynı zamanda sur görevi yapan bu duvar üzerindedir. St. Pierre Kilisesi yanından Demirkapı’ya gidilebilmektedir.

Ortodoks Kilisesi (Aziz Piyer ve Aziz Paul Kilisesi) :

Antakya’da Hürriyet Caddesi’nde bulunan Kilisenin yapımına 1860’lı yıllarda başlanmış, ancak 1872 depreminde büyük hasar görmüş, tekrar başlayan yapım çalışmaları 1900 yılında tamamlanmıştır.

CAMİLER

HABİB NECCAR CAMİ:

Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kavşağında bulunan camii, Hz. İsa’nın havarilarine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı’nın adını taşımaktadır. Caminin Kuzeydoğu köşesinde 4 metre derinde Habib Neccar türbesi vardır.

Bu günkü cami Osmanlı dönemi eseridir. Etrafı medrese odaları ile çevrili cami avlusundaki şadırvan 19. yüzyıl eseridir.

ULUCAMİ:

Köprü yakınında bulunan ve yapıldığı dönem itibariyle Antakya’nın en eski camisi olan Ulu Cami’nin Memlük dönemi eseri olduğu sanılmaktadır. Kitabesinde Hicri 1117 tarihi bulunmaktadır. Kitabesinden caminin ve minaresinin çeşitli dönemlerde tamir edildiği anlaşılmaktadır.

ŞEYH AHMET KUSEYRİ CAMİİ VE TÜRBESİ :

Antakya-Yayladağı güzergahında, Antakya’ya 25 km. uzaklıkta bulunan Şenköy’dedir. Osmanlı döneminde yaşamış bir veli olan Şeyh Ahmet Kuseyri’nin türbesi ve aynı avluda bulunan cami 16. yüzyıl eseridir.

SOKULLU MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ :

Payas’tadır. Külliyenin tamamı Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a 1574 yılında yaptırılmıştır.
Külliyede bulunan bölümler : Mutfak, Külliyeye ait iki çeşme, Kervansaray, Bedesten, Hamam, Sıbyan Mektebi.

Ayrıca külliye dışında köprü, Cin Kulesi gibi yapılar ve Kubbe Dede Türbesi vardır.

KANUNİ SÜLEYMAN HANI :

Belen’dedir. 1549 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Günümüze camii ve hamam faaldir. Han’ın ise kalıntıları kalmış, kısmen restore edilmiştir.

SU KANALLARI :
Seleukos ve Roma dönemlerinde Harbiye çağlayanlarından Antakya’ya su getirmek için yapılan 10 km. uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını bugün de görmek mümkündür.

Bunların en belirgin bölümleri Harbiye-Antakya arasındaki kalıntılar ile Antakya’da Devlet Hastanesi yakınlarında bulunan “Memekli Köprü”dür.

ÇEŞMELER :

Antakya içinde yer yer bazı binaların bitişiğinde ya da duvarlarına yapışık olarak yapılmış eski taş çeşmelere rastlanır. Bunlardan bir kısmı 19. yüzyıldan kalmıştır. Büyük bir kısmı ise 20. yüzyıl başlarında yapılmıştır ve “Zugaybe Çeşmesi” adıyla anılırlar. Suyu 1. Dünya Savaşı yıllarında Dursunlu Köyü yakınlarından imece usulü ile getirilen bu çeşmeler şahıslar tarafından yaptırılmıştır.

HANLAR VE HAMAMLAR :

Antakya içinde en eski ve sayıca çok olan yapılar hanlar ve hamamlardır. Bunların hemen hepsi Vakıf eserleridir. Cindi Hamamı (Memluk dönemi), Saka Hamamı, Meydan Hamamı, Yeni Hamam (Osmanlı dönemi) halen çalışan tarihi hamamlar ve Kurşunlu Han, Sokullu Hanı (Saka hamamı yanındadır ve 18. yüzyıldan itibaren Sabunhane olarak kullanılmıştır.) dönemlerinin nadide birer eseri olan hanlardır. Sokullu Bedesteni de kısmen ayaktadır (Ulucami yanında)

HATAY ARKEOLOJİ MÜZESİ

Hatay’da ilk bilimsel kazı çalışmaları 1932 yılında başlamıştır. Çalışmaların ilk yıllarında çeşitli ve kıymeti büyük olan tarihi eserlere rastlanması bir müze kurulması fikrini doğurmuştur. O yıllarda Fransız idaresinde bulunan Hatay’da M.Mişel Booşer tarafından hazırlanan bir proje ile çıkan eserlere göre bir müze hazırlanmıştır. 1939 yılında tamamlanan müzede 3 ayrı bilim heyetinin yaptığı hafriyatlar sonucunda çıkan eserler toplanmıştır. Bunlar ;

1- Chicago Oriental Institute 1933-1938 yılları arasında Amik Ovası’nda Cüdeyde,Dehep, Çatalhöyük ve Tainat’ta çalışmıştır.

2- British Museum adına Sir Leonard Wolley 1936’da Samandağ El Mina mevkiinde 1937’den 1948 senesine kadar aralıklarla Atçana höyüğünde hafriyat yapmışlardır.

3- Princeton Üniversitesi de Antakya civarında araştırma kazıları yapmışlardır. Müzenin esas zenginliği temin eden mozaikleri çıkaran bu heyettir.

Müze 23 Temmuz 1948’de Hatay’ın kurtuluş bayramında ziyarete açılmıştır.

1974 yılında Müzeye yeni salonlar eklenmiştir. Müze yöredeki kazılardan elde

edilen çeşitli tarihi eserlerin yanında Dünyanın 2. Büyük Mozaik Müzesidir.

Müzede ; 18.100 parça Arkeolojik eser, 1.050 etnografik eser, 13.820 sikke, 1.347 mühür olmak üzere toplam 34.317 eser bulunmaktadır.

Müzedeki Mozaikler 2. ve 5.yy’lar arası Roma ve Bizans dönemlerini kapsayıp, mitolojik olaylar ve kişiler sembolize edilmektedir.

Antakya Lahiti : Antakya Lahiti, arkeoloji literatüründe “Sidemara Tipi” olarak adlandırılan lahit grubuna girer. “Sidemara”, Konya Ereğlisi sınırlarındaki Ambararası Köyü’nün antik dönemdeki adıdır. İlk kez buradan çıkarılan bir lahit, bu gruba adını vermiştir. Lahidin yapıldığı mermerin Afyon yöresinden Synnada (Şuhut) ve Dokimeion (İscehisar) mermer yataklarından çıkarılmış olduğu saptanmıştır. Bu nedenle lahidin Afyon yöresindeki mermer atölyelerinden birinde yapıldığı düşünülmektedir.

Sidemara Tipi lahitler, Roma Dönemi’nde moda olmuş, Anadolu’nun birçok yöresinde kullanılmıştır. Bu tip lahit örnekleri İstanbul, Konya ve Ankara Müzelerinde bulunmaktadır.

Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya Merkez, Harbiye Caddesi, Kışlasaray Mahallesi, 487 parseldeki sit sahası içinde bir temel hafriyatı sırasında bulunmuştur. Sandukanın uzunluğu 247 cm., genişliği 122 cm., yüksekliği 120 cm.’dir.

Lahit içinde Alpin ırkından olduğu anlaşılan biri erkek, ikisi kadın olmak üzere 3 erişkin iskeleti ile bazı küçük buluntular ele geçirilmiştir. Atölyelerde heykeltraşlar lahitleri kendi istekleri doğrultusunda ve belli şablonlar kullanarak mitolojik motiflerle süslemişlerdir.

Sanduka iki dar, iki geniş cephesi ile kapak, heykeltraşlık eserleri ile bezenmiştir. Lahitteki tüm figürlerin arka formunu oluşturan ve kompozisyonun simetrisini sağlayan aedicula’lar, mimari süslemeler, burmalı sütunlar bu tür lahitlerin tarihlendirilmesinde önemli bir ipucu verir. Lahit, stil özellikleri ve lahit içerisindeki sikkeler yoluyla İ.S. III. yüzyılın ortalarına tarihlendirilmiştir.

Barlaam Manastırı :

Yayladağı ilçesi Keldağ üzerindedir. Keldağ hem Seleukos döneminde, hem de Roma döneminde kutsal yerlerden biriydi. O dönemlerde burada bir Dorik tapınak vardı. (M.Ö. 3. yüzyıl). M. S. 4. yüzyılda St. Barlaam buraya gelerek Zeus Heykelini yıkmış ve bir keşişler topluluğu oluşturmuştur. 6. Yüzyıl başlarında Manastırın güneydoğu köşesinde bir kilise yapılmış, 526 depreminde bu kilise yıkılmıştır. 960-1050 arasında yeniden yapılan Manastır 1268 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, daha sonra terk edilmiştir.

St. Simeon Stilit Manastırı :

Milattan sonra 6. yüzyılda yapılan bu Manastır Antakya’lı St. Simeon’un bir sütun üzerinde 40 yıl yaşadığı yer olarak ün yapmıştır. Antakya-Samandağ yolu ile Asi Irmağı üzerinde bulunan manastır kalıntılarına, Değirmenbaşı Beldesi’nden ayrılan bir yoldan gidilir. Yol Manastır kalıntılarına kadar ulaşır. Bu kalıntılar, Aknehir Beldesi sınırları içinde 479 m. yüksekliğindeki bir tepe üzerindedir.

St. Simeon Manastırı, kısmen sağlam oyulmuş kayalardan dik açılı duvarlarla kuşatılmıştır. Manastırın sekizgen merkezi etrafında 3 kilise ile bazı yapılar ve St. Simeon sütunu bulunmaktadır. 3 giriş kapısı vardır. Doğu batı ekseni bir haç şeklindedir.

St. Simeon Stilite ömrünün 45 yılını bir sütunun tepesinde yaptırdığı örtülü ve korunaklı bölümde geçirmiş ve bu süre Guinnes Rekorlar Kitabı’nda yer almıştır.

Kızlar Sarayı (Kasr El Banet)

Reyhanlı-Halep asfaltı üzerinde (tampon bölgede) bulunmaktadır. Bu sarayın bölgeyi kontrol altında tutan bir merkez olduğu ve Bizans devrine ait olduğu sanılmaktadır. Saray girişine iki taraflı kesme iri blok taşlardan oluşan bir geçitten girilmektedir. Giriş kısmı yıkılmıştır. Orta kısmında yüksek kare planlı bir kule bulunmaktadır. Kule yıkılmaya yüz tutmuştur. Kulenin kuzey tarafında çeşitli oda kalıntılarına rastlanılmıştır. Bu odalarının sarayı koruyan askerler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Kulenin doğu tarafında nişler içerisine yerleştirilmiş 8 adet sonradan tahrip edilmiş mezar kısımları ile su deposu alanı mevcuttur. Bu kısmın örtü sisteminin düz dam olduğu taşlar üzerindeki ahşap atıl deliklerinden anlaşılmaktadır. Kulenin güney tarafında kilise kalıntısına rastlanmıştır.

Kızlar Sarayının bütününde malzeme olarak kesme büyük blok taşlar kullanılmıştır. Ayrıca mezarlık kapısı girişinde bir Latin haçı ile rozet motifi yer almaktadır. Kilisenin güney cephesindeki kapı üzerinde alçak kabartma halinde akanthos yaprağı motifi vardır.

Harbiye (Daphne) Tarihçesi

Hatay’ın çağlayanlar bölgesi olan Harbiye, 6 km.’lik bir yolla Antakya’ya bağlanır. Şelaleleri ile çok serin olduğundan yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği bir mesire yeridir. Platonun güneyinden fışkıran kaynaklar, çeşitli şelaleleri meydana getirdikten sonra Asi Nehrine karışırlar. Bu şelalelerin Antik çağdaki isimleri Kastalia, Pallas ve Saramanna’dır.

Harbiye’de yapılan arkeolojik araştırmalardan anlaşılacağı üzere, kazı neticesinde elde edilen buluntulardan M.Ö. 4500-3000 tarihinden itibaren yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir.


Hellenistik ve Roma devrinde zengin halk kesimi, Antik çağda da bir mesire yeri olarak kullanılabilmesi için büyük malikaneler ve villalar yaptırmışlardır. Makedonya Kralı büyük İskender’in generallerinden I. Seleucus Nikator Antakya’yı kurarken burayı da imar etmeyi ihmal etmemiştir.

Asıl gelişme Helenistik devri krallarından Antiochus Epiphanos zamanında olmuştur. Bu devirde Apollon mabedi inşaa edilmiştir.

Roma çağında ilk önce İmparator Pompeus imara başlamış daha sonra diğer imparatorlar tarafından hamamlar, büyük villalar inşaa edilmiştir.

Antik çağda bütün Yakındoğu’da Apollo adına düzenlenen yarışlar ve oyunlarla ün kazanan bu yer 1268’de Memlukluların eline geçtikten sonra bir daha eski parlak dönemine erişememiştir.
Çevlik (Seleukeia Pieria)’nin tarihçesi : Antakya’nın 35 km batısında, Musa Dağı’nın güneyinde kurulmuş antik şehirdir. Bu bölgede ilk iskan M.Ö. 4500 yıllarına kadar iner. Bütün dünyaca bilinen tarihi Seleukoslarla başlar. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar generallerinden Seleucus’a kalır.

Çevlik’ten Bir Görünüm

Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istiyorlardı. Bunun güçlüğünü anlayan İmparator önce burayı devletinin başkenti yapmayı düşündü. Ancak her an denizden saldırıya uğraması mümkün ve savunması güç olan bu şehri başkent yapmaktan vazgeçerek Antakya’ya yöneldi.

Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır. Daha sonra Bizans hakimiyetine geçmiştir. Bu dönemde liman eski önemini kaybetmiştir.

Seleukeia Pieria şehri aşağı ve yukarı şehir olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur. Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metredir. Burada büyük malikaneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır. Aşağı şehir liman ve çevresinde kurulmuştur. Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır.

Şehrin ÇARŞI’ı ve EL-MİNA ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır. Şehrin tamamı bir surla çevrilidir.

Buluntular:

1-Titus Vespasianus Tüneli

2-Beşikli Mağara

3-Dor Mabedi

Titus Vespasianus Tüneli :

Seleukeia Pieria antik kentininin aşağı şehir kısmında bulanan tünel İ.Ö. I. yüzyılda yapılmıştır.

Samandağ en canlı günlerinde dağlardan inerek yaşamı tehdit eden sel ve taşkınlarla baş etmek durumundaydı. Nitekim akıntıların sürüklediği toprak limanı kullanılmaz duruma getirmişti. Bunun üzerine Roma imparatoru Vespasianus şehrin etrafını dolanacak, böylece akıntıların yönünü değiştirecek bir tünelin yapımını emretti. İnşaat İ.S. 69 da başladı, İ.S. 81 yılında halefi ve oğlu Titus tarafından bitirildi. Tümüyle dağ içine oyulan tünel 1380 m. uzunluğunda, 7 m. yüksekliğinde, 6 m. genişliğindedir.

Tünelin her iki ucunda Vespasianus’a ait kitabe bulunmaktadır.

Kaya Mezarı ve Beşikli Mağara:

Titus tünelininin yakınındadır. Yolu tünelin girişinden ayrılır. Geniş alana yayılan mezarlık, kayalık yamaçlara oyularak yapılmıştır. Mezarlarda Romalılara ait 12 adet Kral mezarı bulunmuştur. Kral ailesine ait mezarların yanı sıra halka ait olanlarda vardır. Nekrepolun hemen yukarısında o dönemde resmi daire olarak kullanılan çalışma odalarının kalıntıları mevcuttur.

Dor Mabedi :

Tümüyle beyaz mermerden yapılan mabedin kalıtları Kapısuyu Köyü’ne giden yolun 2. km.’sinde bulunur.

Bir zamanlar Seleukeia kentinin merkezinde yer almış, kral mabedi olarak tüm şehri görecek şekilde inşaa edilmiştir. Tapınaktan geriye sütun parçaları, başlıklar mermer altlıklar, büyük temel taşları kalmıştır.

Aççana (Alalah) Hitit Saray Harebesi :

Antakya - Reyhanlı Karayolunun 22. Km.’sinde yolun sağında yer almaktadır. M.Ö. 19 ve 15. yüzyıllara ait iki saray kalıntısı mevcuttur. Aççana Höyüğü Antik (Alalah) şehrinin kalıntısıdır. İlk iskan M.Ö. 3400 yılında başlamıştır. Mısırlılar, Mitaniler, Mezopatomya devletleri ve Etiler gibi kavimlerinin de yerleşim alanı olarak kullandığı 17 yerleşme tabakası mevcuttur. 4. 7. tabakalarında büyük saraylar vardır. En eski saray 7. Tabakalarda Babil Kralı Hammurabi ile çağdaş Yamhat ve Hitit Prensi Yarım-Lim tarafından inşaa edilmiş olanıdır. Bu saray M.Ö. 18. Yüzyıla aittir.

M.Ö. 15. yüzyıla ait 4. tabaka sarayı bu sarayın hemen bitişiğindedir. Kral Nigme- Pa’ya Aittir. Saraylar taş temeller üzerine kerpiçle inşaa edilmiş olup daireler bir iç avlunun etrafında sıralanan mekanlar dizini halindedir.

İssos Harabeleri :

Erzin ilçesi sınırları içinde Adana yolu ile deniz arasında Seleukos döneminden Epiphania kentine ait olan ve “İssos Harabeleri” olarak bilinen su kemerlerinin kalıntılarıdır.

Danaahmetli Köprüsü :

Kırıkhan Ovasında, Karasu Nehri üzerinde 6 gözlü bir taş köprüdür. Köprünün 16. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.

Demirköprü:

Antakya-Reyhanlı yolunun 20. Kilometresinde aynı adla anılan köyde, Asi Nehri üzerinde bulunan bu taş köprü yıkılan Antakya köprüsünün bir benzeridir. Ortaçağda bu köprü bölgenin en önemli geçitlerinden ve Antakya’nın savunmasında büyük rol oynayan yerlerden biriydi.

Köprünün iki ucunda da kuleler ve kapılar vardı. Osmanlı döneminde burada derbent teşkilatı vardı ve geçiş ücretliydi. Kuleler 1837 yılında depremde yıkılmıştır. Köprü halen sağlamdır.

Antakya Kalesi ve Surları:

M.Ö. 300 yıllarında İskender’in generallerinden Seleucos I. Nikator tarafından kurulan Antakya Kalesi dünyanın önemli yapıları arasında yer alır. Sırasıyla Seleucoslar, Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir. Sayısız depremler ve savaşlar sonucunda çok harap olmuştur.

Bugün ayakta kalan duvarların büyük bir kısmı M.S. 6 yy’da Bizans İmparatoru Justinianus tarafından yapılmıştır. Kale duvarları ; Asi Nehri’nin kenarından başlayarak Silpius Dağları arasında dolanıp, Küçükdalyan’da tekrar nehre kavuşmaktaydı. Şimdi ancak Silpius Dağı üzerindeki kısımlar bulunmaktadır.


Koz Kalesi (Kürşat Kalesi) :

Aynı adla anılan köyün yakınındadır. Eski çağlarda kullanılan ve Altınözü tarafından gelip Harbiye’den geçerek Antakya’ya giren Kuseyr yolu üzerindedir. Bu kalenin Antakya’nın güney bölgesini emniyet altına almak amcıyla Antakya Prensliği döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Antakya Latin Patriğinin de ikamet ettiği yer olan kale, 1268 yılında Baybars tarafından kuşatma sonucunda teslim alındı. Bir tepeyi içine alacak şekilde yapılan kalenin sadece büyük blok taşlarla inşa edilmiş olan yarım daire şeklindeki iki burcu ayakta olup, diğer kısımları harap ve belirsiz durumdadır.

Bakras Kalesi : Aynı adla anılan köyün hemen üst tarafındadır. Köyün yolu Antakya-İskenderun yolunun 27. Km.’sinden ayrılır. Yolun batısında, dağların arasında sarp bir tepe üzerine yapılmıştır. Strabon’un bu kaleden bahsettiğine bakılırsa, tarihi çok eski olmalıdır. Kale önceleri Belen geçidinin girişini, Antakya kurulduktan sonra ise Seleukos başkentini koruma gayesine hizmet etti. Haçlılar döneminde de, Antakya Prensliği’nin kuzeyde en önemli savunma noktasıydı.

Birkaç defa el değiştirdikten sonra Templier Şövalyeleri’nin eline geçen kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zaptedildi. Birkaç katlı ve bir alay askeri barındıracak büyüklükte olan kale genel olarak harap olmaya yüz tutmuş olmakla birlikte, birçok mekanları sağlam durmaktadır.

Karamurt Hanı : Antakya-İskenderun yolunu Bakras’a bağlayan yolun ortasına rastlar. Osmanlı döneminde kullanılan anayol üzerindedir. Kanuni Sultan Süleyman Belen’le birlikte burada da bir han yaptırmıştı. Zamanla bu han harap oldu. 1704 yılında enişte Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han yaptırdı, derbent teşkilatı kurdurdu. Hanın yaşaması için kendi adına bir de vakıf oluşturdu. Bu handan günümüze sadece birkaç duvar kalmıştır. Han yakınındaki tek gözlü köprü ise halen kullanılmaktadır.

Payas Kalesi

Payas’ta Sokullu Külliyesi’nin batısındadır. Burada eskiden harap bir kale vardı. Sahilde inşa edilen Payas Limanı ile tersanenin güvenliği için 1567 yılında kale ve hendeği tamamen sökülerek yeniden yapıldı, yapımı 1571 yılında tamamlandı. Son yüzyıl içinde hapishane olarak kullanıldı.

Cin Kulesi

Kale ile liman arasında, hemen aşağıdaki limanı korumak için 1577 yılında inşa edilmiştir. Eskiden “İskele Kalesi” adıyla anılan bu yapı 360 derecelik görüş alanına sahip bir karakol kulesidir.

Sarıseki Kalesi : İskenderun - Payas arasında eski anayol güzergahı üzerindedir. Hellenistik dönemde veya Haçlılar döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Harap haldeki kalenin Yavuz Sultan Selim döneminde yeniden yapımına başlandı, ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanabildi. Kısmen ayakta olan kale halen askeri bölge içindedir.

Şalan Kale : Nur (Amanos) Dağları üzerinden aşarak İskenderun Körfezi ile Kırıkhan Ovasını birbirine bağlayan eski dağ yolu üzerinde, Değirmendere yakınlarında sarp bir tepe üzerindedir. Harap halde ve sadece birkaç duvarı ayakta olan kalenin Haçlılar dönemine ait olduğu ve yolun güvenliği için yapıldığı sanılmaktadır. Kaalee Şuğlan, Çivlan, Şıvlan gibi adlarla da anılır.

Darbısak Kalesi ve Bayezid Bestami Makamı :

Kırıkhan’ın kuzeyinde Alaybeyli Köyü’nün hemen önünde bir tepe üzerindedir. Bu kale Antakya Haçlı Prensliği döneminde yörenin önemli kalelerinden biri idi. Hem İskenderun Körfezinden gelen dağ yolunun doğu girişinin, hem de Belen geçidini kuzey girişinden güvenliğini sağlıyordu.

1268’de Baybars tarafından alındıktan sonra önemini yitiren Kale uzun süre terk edilmiş halde kalmış, 19. yüzyıl sonlarında burada Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa tarafından İslam evliyalarından Bayezid Bestami adına bir cami ve ziyaret yeri yaptırılmıştır. Kalenin bazı bölümleri kısmen ayaktadır. Cami ve Bayezid Bestami’nin makamı her yıl binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilir.

Dor Mabedi:

Kapısuyu yöresinde, Çevlik bölgesine hakim bir tepede, sütun kalıntıları görülebilir. Su Kanalları Seleukos Döneminde, Harbiye (Defne) çağlayanlarından Antakya'ya su getirmek için yapılan 10 km uzunluğundaki kanalların ve köprülerin kalıntılarını günümüzde de görmek mümkündür. Antakya içinde kalan tek bölümü Memekli Köprü olarak anılmaktadır.

 

Yayın Tarihi : 9 Şubat 2008 Cumartesi 17:51:39
Güncelleme :30 Mayıs 2009 Cumartesi 14:39:44

Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?