7
Mayıs
2024
Salı
DİYARBAKIR

DİYARBAKIR'DA ÖFKE VE UMUT İÇ İÇE...

Ulucami’nin önü kalabalıktı. Akşamüstü tarihi caminin gölgesi meydanı kaplamıştı. Diyarbakırlılar meydandaki kürsilerine (tabure) kurulmuş küçük çay masalarının etrafında ‘muhabbet’ ediyorlardı. Günlerden ‘pazar’dı. Bir haftadır devam eden Diyarbakır 9. Kültür ve Sanat Festivali yeni sona ermişti. Şehrin içinde Türkiye’nin dört yanından gelmiş kadın toplulukları dolaşıyordu.

Diyarbakır, buluşmalar kenti haline gelmişti sanki. Sabah otelde kahvaltımızı “Yeter ki çözüm olsun. Biz her türlü fedakârlığı yapmaya hazırız” diyen DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Muş Milletvekili Sırrı Sakık’la yaptık. Sırrı Sakık, Ahmet Türk’e, “Başkan, faili meçhulleri, yargısız infazları unutmaya hazırız demekle çok iyi ettin. Türkiye’nin bütününe barış isteğimizde samimi olduğumuzu göstermeliyiz” sözleriyle desteğini ifade etti.

Ahmet Türk, PKK’nın ateşkesi uzatmasını bekliyordu. Diyarbakır’da herkesin gözü Kandil’den gelecek açıklamaya dikilmişti. Kimse silahların yeniden ateşlenmesini istemiyordu. İstenen olmuş ve PKK silahları 15 Temmuz’a kadar susturacağını açıklamıştı.

Şimdi çözüm için koşullar daha uygun denebilirdi. Umuluyor ki, yollarda mayınlar patlamasın, herkes elini tetikten çeksin. Çözüm için bir yol haritası belirlensin.

‘Kürtçe okul Türkiye’yi yıkar mı?’

Sabah kahvaltısının ardından güneşin kavurduğu Diyarbakır sokaklarına yöneldik. İlk durağımız Nezir’in kahvesi oldu. Nezir Büyüm son seçimlerde AK Parti listesinden Diyarbakır Yenişehir Belediye Meclisi üyeliğine seçilmişti. O halk arasında en tanınan AK Partililerden birisiydi. Nezir’e seçim yenilgisinin nedenlerini sordum. “En büyük hata, büyükşehir başkan adayını seçimlere üç hafta gibi kısa bir sürede açıklamaktı. Bu bize çok zarar verdi” dedi. Kahvedeki sohbetimize katılan Diyarbakır’ın AK Parti Yenişehir İlçe Teşkilatı Başkanı Mehmet Çet “Seçimlerden bir ay önceki düşünceme göre büyük bir hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim. Ancak seçim sandıkları güven altında değildi” diye görüşünü özetledi. “Yani oyları mı değiştirdiler demek istiyorsun” soruma, “Hayır insanlar korkutuldu” diye cevap verdi. Ak Partililer seçim yenilgisini kendileri dışındaki nedenlere bağlamayı tercih ediyorlardı.

Bölgeyi iyi tanıyan gazeteciler bu iddiayı anlamsız buluyorlardı. Bunun yenilgiye kılıf arama gayretinden öteye başka bir anlam taşımadığı düşüncesindeydiler. AKP’liler zaten yenildiklerini de kabul etmiyorlardı. Diyarbakır ve çevresinde oylarını geçen seçimlere göre artırdıklarını rakamlar vererek kanıtlamaya çalışıyorlardı.
AK Partililer, Ahmet Türk’ün PKK’nın mayın patlatmasına gösterdiği tepkiyi olumlu buluyorlardı. Kahveci Nezir araya girerek şunları söyledi: “Bu işte iyi abiler var, kötü abiler var. Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri iyi ama, fiilayata geçmedikçe bir anlam ifade etmez. Biz artık uygulama görmek istiyoruz.”

“Hükümetin sırtında ağır bir yük var. Çözüm imkânı var ama birileri bırakmıyor.” AK Partililer sözlerini şöyle tamamladılar: “Kürtçe okul kurulsa Türkiye yıkılır mı?”
Buna benzer değerlendirmeleri her görüşten, her eğilimden Diyarbakırlıdan duymanız mümkündü.

Kriz Diyarbakır’a uğramamış

Diyarbakır’ın modern köşelerinden Ofis semtine geçtik. Sanat sokağındaki Sanat Cafe’ye oturduk. İki genç ortak kafenin işletmecisiydiler. Serhat ve İbrahim, üniversiteli gençlerin uğrak yeri olan bu cafe’de nargilenin tercih edildiğini söylediler. Nargile gençlerin ‘muhabbet’ aracı gibiydi.

Sanat sokağı, modern ve gelişen Diyarbakır’ın simgesi gibi. Yüksek binalar, çoğalan yeşil parklar dört bir yanı kaplamış. Buraya kriz gerçekten teğet geçmiş. Nedenini sorduğumuzda şöyle cevap veriyorlardı: “Biz hep krizde olduğumuz için son krizi hissetmedik.” Krizden sonra konut satışlarının yüzde olarak en çok Diyarbakır’da artış gösterdiği yerel gazetelerin haberleri arasındaydı.
Gençlere göre yöre halkı, Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamalarını umutla karşılamıştı. Altı askerin öldürülmesi ise morallerini bozmuştu.

Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın çözüm yanlısı açıklamaları halkın çoğunluğu tarafından destekleniyor. Onlara göre iki tarafın radikalleri de çözüm istemiyor.
Sanat Cafe’deki sohbetimize katılan ve İzmir’de yaşadığını söyleyen bir Diyarbakırlı, Türkiye’nin Batı bölgelerinde karşılaştıkları sorunları anlatırken tepkiliydi. “Sırf doğum yerimiz Diyarbakır olduğu için, dışlanıyoruz, polisler bize suçlu muamelesi yapıyor.”

Sözlerini şöyle sürdürdü: “Kimse söylemiyor ama ben söyleyeceğim. Çatışmalar sırasında yaşamlarını yitiren askerlerin babaları, anneleri ‘bin tane oğlum olsa yine gönderirim’ diyorlar. O sırada yürek yangınıyla söylenen bu sözleri basın büyüterek veriyor. Hangi ana çocuğun ölmesini ister? Bunun akılla, izanla açıklanması mümkün mü? Benim çocuğum öldükten sonra zaten dünyam yıkılmış demektir. Nasıl ‘vatan sağolsun’ diyebilirim? Bu tür hamasetin kimseye bir faydası olduğunu da sanmıyorum.”

Diyarbakırlılar Abdullah Gül’ün ‘Kürt sorunu ülkemizin en önemli sorunudur’, ‘tarihi fırsatı değerlendirmeliyiz’ benzeri sözlerinden mutlu olmuşlar. Endişelerini ise şöyle dile getirdiler “Abdullah Gül’ün sonu da Turgut Özal gibi olmasın.”

Ekin Park’a gittim. Kadınlar hapishanedeki kadın siyasilerin bırakılması amacıyla gösteriye hazırlanmışlardı. Son DTP operasyonunda tutuklanan Demokratik Özgür Kadın Hareketi üyesi 23 kadının özgürlüklerine kavuşmasını istiyorlardı. Kadınlar rengârenkti. Erkekleri gösteri alanına almıyorlardı. Binlerce kadın ellerinde, başlarında sarı kırmızı yeşil renkli örtüler, bayraklarla gösteri yapıyorlardı. Sahnede özgürlük marşları çalınıyor, meydanda halay çekiliyordu.
Başörtülü, poşulu, blucinli, çarşaflı binbir çeşit kadının doldurduğu park görülmeye değerdi. Bu sıcakta bu kadar kadın nasıl toplanmıştı? Gösteriyi düzenleyenlere sordum, “Beklediğimizden az oldu” dediler. Türkiye’nin hiçbir yerinde bu kadar değişik giyimli, değişik kültürleri simgelediği belli olan kadını bir araya getirmek mümkün değildi.

‘Neden buradasınız?’ sorularıma şöyle cevap veriyorlardı? “Barış için geldik,” “Gençler ölmesin, analar ağlamasın,”“Asker de ölmesin, PKK’li de ölmesin,” “Artık yeter barış istiyoruz.” “Anayız, yüreklerimiz yanıyor.”
Kadınların daha tepkili, daha kararlı oldukları söylenebilirdi. Sürekli marş söylüyorlar, tilili çekiyorlardı...

Çözüme inananlar, inanmayanlar

Ulucaminin önündeki meydanda, öylesine çok değişik görüş ifade edildi ki... Kimisi “Çözüm olmaz kardeşim, bunların Kürtleri tanımaya niyetleri yok. Baksana hâlâ DTP’lileri tutukluyorlar” diyordu. Kimisinin kafası karışmıştı, Gül, Erdoğan istese de bu işi onlara yaptırmazlar inancı içindeydiler. Kimisi çözümden tamamen umudunu kesmişti. “Ayrılalım kardeşim, size de kurtulun biz de kurtulalım” diyen bile vardı.

Son dönemde PKK’dan gelen ‘üniter devletten yanayız’ açıklamaları, aydınlar, siyasetçiler arasında ilgiyle karşılanırken, sıradan vatandaş daha farklı dertler içindeydi.

Köylerine dönmek istiyorlardı. Köylerdeki korucu baskısının sona ermesini istiyorlardı. Boşaltılmış köylere tazminatların hala verilmediğinden yakınıyorlardı.
Köyü yakıldığı için 14 yıldır Diyarbakır’da yaşayan Salih E. umutsuzdu. Köyüne dönemiyordu, yoksulluğu yenemiyordu. Çözüm olur mu soruma “Sen de bilirsin ki olmaz” yanıtını veriyordu. Kendi çaresizlikleri onu karamsarlığa itiyordu. “Bize hak vermez bu devlet” diye çevresindekilere yakınıyordu.

Köyden gelmiş bir yurttaşın derdi daha farklıydı. İmam hatip lisesinde okuyan oğlunu arkadaşıyla kavga ettiği için okuldan atmışlardı. Nereye başvurduysa çocuğu okula aldıramamıştı. “Şimdi ben ne yapayım. Bu çocuk böyle çaresiz kalırsa dağa gider, bizi hiç anlamıyorlar. Müdüre gidiyorum, beni dinlemiyor bile” diyerek yakınıyordu.

Yanımda sessizce oturan, Orta Anadolu’dan gelmiş imam bu öyküyü dinleyince, “Oral bey bürokrasi burada çok katı davranıyor” dedi. “Bizler de burayı gelip görmeden ne olduğunu anlamıyorduk, artık bu bölgeye buranın insanlarına bakışın değişmesi gerekiyor. Dünya değişti, buradaki yöneticilerin birçoğunun anlayışı değişmedi” diyerek tepkilerini, duygularını dile getiriyordu.

Ulucami meydanı bir anlamda Diyarbakır’daki genel eğilimi, bir anlamda bölge halkının duygularını tepkilerini yansıtan en ilginç yerlerdendi. 29 Mart’ta DTP’nin başarılı sonuçlar alması, buranın havasını değiştirmişti. Kendilerine güven gelmişti.

Bu güven, çözüm konusunda da cesaretlerini artırmıştı. PKK’nın ateşkes yapmasına rağmen ordunun operasyon yapmasına kızıyorlardı. “Devlet de biraz dursun,” diyorlardı. ‘O zaman belki bir yol bulunabilir’ umudunu dile getiriyorlardı.
İki günlük Diyarbakır gezimin ardından, burada 29 Mart seçimlerinden bu yana nasıl bir değişim olmuş diye sorarsanız: DTP’lilere, Diyarbakırlılara özgüven gelmiş diyebilirim. Diyabakırlılar çözüme hazır görünüyorlar. Geçmişten daha umutlular, öfkeleri ve tepkileri de daha sert.

İlk sinyal oda seçiminde geldi

AK Parti’nin Diyarbakır adayı Kutbettin Arzu’yu zayıf bir aday olarak niteliyor Diyarbakırlılar. 29 Mart seçimlerinden 1.5 ay önce yapılan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi odası seçiminde AKP ile DTP karşı karşıya gelmiş, DTP’nin desteklediği aday Galip Ensarioğlu seçimi kazanmıştı.

Diyarbakır’daki güçler dengesinin en önemli alanlarından birisi Ticaret ve Sanayi Odası’ydı. Kutbettin Arzu, önceki başkan Mehmet Kaya’yı destekleyince DTP’liler de Galip Ensarioğlu’nu tercih etmişlerdi. Oda seçimi DTP-AKP savaşına dönüşmüş,

Arzu kaybetmişti. Diyarbakır’ı iyi tanıyanlar, “Belediye başkanlığı seçiminin neticesi de büyük ölçüde o zaman anlaşılmıştı” diyorlar.

Ahmet Türk’e büyük destek

Diyarbakır Festivali, binlerce Diyarbakırlının katıldığı büyük bir gösteriyle sona erdi. İki kilometrelik yürüyüşün ardından, değişik müzik toplulukları Kürtçe şarkılar söylediler, DTP yöneticileri halka seslendiler.

Gösterinin başında en çok ilgi ve alkışı Ahmet Türk’le Osman Baydemir’in alması anlamlıydı. Bu iki isim yumuşak mesajlarıyla ve çözüm yanlısı tutumlarıyla tanınıyorlardı. En çok alkışı onların alması, halk arasında çözüm isteğinin de geçmişe kıyasla güçlendiğini ifade ediyordu.

Oral Çalışlar - Radikal
Yayın Tarihi : 2 Haziran 2009 Salı 19:26:31
Güncelleme :2 Haziran 2009 Salı 19:39:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?