7
Mayıs
2024
Salı
DİYARBAKIR

Ev kilisesinde gitarlı ayin

Türkiye’deki sayıları dört bine yaklaşan Protestan cemaati, yükselen misyonerlik ve ev kiliseleri hakkındaki spekülasyonlar yüzünden hayli rahatsız. Her saldırının baş hedefi olmaktan yorulan cemaat, artık özgürce ibadet ve yasal zeminde ibadethaneler istiyor.

Salonda, önce gitar, ardından bir bağlama ile birlikte darbuka ve tefin nağmeleri duyuldu. Kürsüdeki vaiz ellerini havaya kaldırırken küçük kalabalık, akan nağmenin eşliğinde bir ilahi söylemeye başladı: "Kutlayacağım Rabbimizi yeni bir ilahi ile / Öveceğim yeni bir ilahi ile / Haleluya Haleluya..." Bu sazlı sözlü tapınmayı birkaç ilahi daha takip etti ve vaiz okuduğu dua ile birlikte Hıristiyanlığın kutsal kitabından o haftaki konu edilecek bölümü yorumlamaya koyuldu.

Küçük kalabalık, Diyarbakır Protestan Kilisesi’ne bağlı Hıristiyanların pazar ayini nedeniyle bir araya toplanmıştı. Toplanılan yer, uzun süre yargıyla boğuşan, sonunda Avrupalı bazı parlamenterler ve ABD Büyükelçisi Edelman’ın da ilgisine mazhar olan ’ev-kilise’ydi. Tempo ekibinin Diyarbakır’daki bu ayinin ortasında bulunma nedeni ise, özellikle son birkaç yıldır gündemden inmeyen, Hıristiyan misyonerler, toplandıkları ev kiliseleri ve sonradan Hıristiyanlığı kabul edenler yani ’dönen’ler üzerine yapılacak haberdi.

Peki Tempo dergisi bu araştırmayı yapmaya neden gerek duydu? Bilindiği gibi, özellikle milliyetçi muhafazakâr kesimden şimdilik sadece bir uğultu olarak yükselen şikâyetlere göre, Türkiye’de sayıları binlere vuran ev kiliseler, bunların ’zehirlemesiyle’ din değiştiren on binlerce insan var. Üstelik misyonerler ülkenin dört bir yanında cirit atıyor, ülkeyi bölmek ve ajanlık faaliyetleri yürütmek üzere kendi devletleri eliyle kurulmuş vakıflardan aldıkları yardımları Anadolu topraklarında saçıyor. Bununla da yetinmeyen misyonerler, dağıttıkları İncillerin arasına yüzer dolar koyuyor ve para gücüyle aç Müslümanları kendi dinlerine çekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise ya bu faaliyetlere istemeden göz yumuyor ya da bu faaliyetlerle altının oyulduğunun farkında değil. Üstelik gerek AB süreci, gerekse ABD ile olan ilişkilerde kimlik kaygıları bir yana din de elden gitmekte.

Bu iddiaları sorgulamak amacıyla Diyarbakır’dan başlayarak, Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki Hıristiyanlarla konuştuk. Misyoner olarak adlandırılan yabancı bir din adamı, Türkiye’de kurulu Protestan Kiliseler Birliği ve sonradan Hıristiyanlığı seçmiş kişilerle röportajlar yaptık. Karşımıza çıkan bilgileri aşağıda ara başlıklar halinde okuyacaksınız.

Ev kiliseleri gerçeği nedir?

Ev kiliseleri kavramı Türkiye’nin gündemine, Protestanların çoğalmasıyla girdi. Önceleri Katolik ve Ortodoks kiliselerinde toplanan Protestanlar, aralarında yaşanan bazı sorunlar yüzünden kısa zamanda açıkta kaldı. Protestanlıkta kiliseyle ilgili semboller de görece önemsiz (İkona, heykel, azizlere dua gibi dini gelenekleri bulunmuyor) olduğu için, sayıları artan cemaatin ihtiyaçları nedeniyle ev toplantıları başladı.

Türkiye’deki mevzuat ise ilk şekliyle yalnızca cami yapımı üzerineydi. Hal böyle olunca, ilerleyen zamanla birlikte ev statüsünde gözüken fakat kilise olarak kullanılan mekânlar ortaya çıktı. Bu da ev kiliselerinin yasadışı kalmasına yol açtı. (Bu arada hemen belirtelim, artık mevzuatta cami değil, ibadethane ibaresi geçiyor.) Türkiye Protestan Kiliseler Birliği’nin eski Başkanı Behnan Konutgan’ın verdiği bilgilere göre, Türkiye’de şu an 73 Protestan kilisesi bulunuyor. Bunların iki tanesi hariç diğerleri ibadethane olarak görünmüyor. Buna rağmen, hepsi devletin resmi kurumlarına bildirilmiş mekânlar. Yani ortada gizli saklı bir faaliyet yok. Mekânların kimisi şahısların malı, kimi kiralık. Apartman daireleri, depolar, çeşitli salonlar ibadet için kullanılıyor. Türkiye’deki Protestanların sayısı resmi olmamakla birlikte üç-dört bin arasında değişiyor. İstanbul, 26 adet kilise ile birinci sırada. Ağırlıklı olarak Ankara, İzmir ve Adana dışında pek çok kentte bu ev kiliselerden bulmak mümkün.

Peki ev kiliseler yasalara uygun mu? Aslında kopan vaveylanın gürültüsü tam bu noktada yükseliyor. Çünkü gerek Anayasa, gerekse Türkiye’nin de imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) göre isteyen herkes kendi inancını yaymakta özgür. Ne var ki, iş bunu bir bina içinde yapmaya gelince problemler başlıyor. Nitekim, İçişleri Bakanlığı’nın 17.08.2001 tarihinde il valiliklerine gönderdiği bir yazıya göre, Kat Mülkiyeti Kanunu, TCK’nin bazı maddeleri, İl İdaresi Kanunu, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu gibi bazı yasal zeminler sorgulanıyor ve sonuçta valilerden bu tip mekânlar için onay vermemeleri isteniyor. Türkiye Protestanlar Birliği Basın Sözcüsü İsa Karataş, bu süreci şöyle özetliyor: "Özal döneminde ’Kendinize yer kiralayın, valiliğe bildirin; sorun yaşamayacaksınız’ dendi. Böyle de oldu hakikaten. Ancak üç-dört sene önce misyonerlik söylentileri başladı ve 2001’de valiliklere izin verilmemesi yönünde yazılar gitti. Kiliseler, İmar Kanunu’na aykırı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Sonra İmar Kanunu’ndaki cami kelimesi ibadethane olarak çevrildi. Ama herhangi bir netlik yok. Bence yasadan çok uygulamada sorun var. Biz bazı yerlerde kilise için başvurduk. Ama söz konusu belediyeler ’Kilise için yer yok’ cevabını verdi. Bu yüzden de Protestan kiliseleri hâlâ ev durumunda. Son olarak geçenlerde Bodrum’daki kilisemiz mühürlendi. Ancak hükümete başvurduk ve ertesi gün açıldı. İskenderun’daki ise halen kapalı. AKP zannediyorum bizi daha iyi anlıyor. Üstelik biz yaptığımız her şeyi devletimize haber veriyoruz."

Diyarbakır Protestan Kilisesi’nin önderi (Vaiz) Ahmet Güvener ise mahkemelere düşen ev kilisesi macerasını şöyle özetliyor: "1994’te Bismil’den Diyarbakır’a yerleştim. Kendi evimi kilise olarak ibadete açtım. Dokuz yıl bilfiil apartman dairesinde ibadet ettik. Cemaat 30 kişiye yaklaşınca, yer aradık ve eski ’Gavur Mahallesi’ndeki bu yeri bulduk. 2003 Nisan’da ibadete açtık. Yasal zemini yok. Şahsıma ait bir ev olarak gözüküyor. İlk etapta, 8 aylık inşaat döneminde mahkemeye verdiler. İnşaat durdu. Ağır Ceza’da yargılandım. Beraat ettim. Devletten saklamadık. Projeyi valilik makamına da sunduk. Projedeki her detay bir kiliseyi yansıtıyordu. Ama basın aşırı derecede üzerimize geldi. Bu kez de tarihi esere zarar vermekten mahkemeye verildik. Kararda Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu ’konut dışında kullanamazsınız’ dedi. Biz bunu biliyorduk. Türkiye’de kanunlar buna el vermediği için konut adı altında kilise yapmıştık. Ama projede vardı. Oysa basın, korsan kilise olarak gösterdi. Bu arada kilise inşaatı bitti. Başbakanlığa mektup yazdık. ’Biz Avrupa baskısıyla hak verilmesini istemiyoruz. Biz kendi devletimize minnet duymak istiyoruz. Neden Avrupa bizi korusun?’ diye sorduk. Buna rağmen Asliye Ceza Mahkemesi’nde 2-6 yıl istemiyle mahkeme açıldı. Hâkim ve savcı ’AİHS’e göre yasaldır, ibadet edebilirsiniz’ dedi ve beraat ettik. İbadeti özgür biçimde yapabiliyoruz. Ama yasal zemin yok. Devletin önünde tanınan bir kilise değiliz. Vaiz atayamıyoruz, sigortalı bir kişi çalıştıramıyoruz."

Yasaya rağmen ev kiliselerinin açılma nedenini ise İsa Karataş şöyle açıklıyor: "Biz de istemiyoruz yasalarla karşı karşıya gelmeyi. Ama cemaat var, ibadet yeri yok. İstanbul’da resmi olarak Gedikpaşa Ermeni İncil (Protestan) Kilisesi var. Ancak görüyorsunuz ki yer yeterli değil. Bu yüzden kiliseye ihtiyacımız var." Karataş, ayrıca bu konuda yasal zemin olmasa bile, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde cemaatsiz kiliselerin kendilerine verilmesi halinde buralarda da ibadet edebileceklerini söylüyor. Diğer cemaatlerin buna ses çıkarmayacağını da söyleyen Karataş, bu yolla kiliselerin de korunmuş olacağını vurguluyor. Behnan Konutgan ise "Bazı ev sahipleri problem çıkarıyor. İki hafta önce Bodrum’daki kilise kapatıldı. Sonra açıldı ama ev sahibi çık demiş. Önyargılar arada duvar oluyor" diyerek meselenin başka bir boyutuna parmak basıyor.

Her Hıristiyan bir misyoner

Türkiye’deki Hıristiyanlar konusunda en çok tartışılan noktalardan biri de misyonerlik faaliyetleri. Diyarbakır Kilisesi Vaizi Ahmet Güvener’e göre, ortadaki bir yanlış anlama var. "Aslında her Hıristiyan bir misyonerdir. Misyonerlik, isteyenlere, merak edenlere İncil’in anlatılmasıdır. Bu, İncil tarafından önerilmiş bir misyon, yani görevdir" diyen Güvener, misyoner kelimesine negatif bir anlam yüklenmesinden son derece rahatsız. "Misyonerlik dıştan güdümlü Avrupa, Amerikan uşağı demekse, ben misyoner değilim" diye konuşan Güvener, bölgeye gelen yabancı din adamlarının tapınma dışında faaliyetler yürütmediklerini de söylüyor. Öte yandan Diyarbakır’da gördüğümüz Kürtçe İsa VCD’sini de sorduğumuz Güvener, "Kürtçe’den başka dil bilmeyenler var hâlâ bölgede. Ya da Türkçeyi yeterli derecede bilmeyenler var. Onların içinden de Hıristiyanlığı öğrenmek isteyenler çıkacaktır" diyerek, "Misyonerler bu kez de Kürtlerin peşinde" söylentilerine karşı çıkıyor.

İsa Karataş ise, kendileriyle alakalı olmadığı halde İncil dağıtan bazı grupların varlığını doğruluyor. Bu dağıtımın yurtdışındaki zengin Hıristiyan işadamlarından toplanan paralarla yapıldığını da anlatan Karataş, bu iş için büyük paralara gerek olmadığını da "Bir İncil’in maliyeti bir dolar civarındadır. Yani çok pahalı bir eylem değil" sözleriyle ifade ediyor. Yine de bazen bu yüzden sorun çıktığını belirten Karataş, "Gittiği bölgenin niteliğini bilmeden hareket edenler olabilir. Çünkü bazı bölgelerde kimse istemeden İncil dağıtmak sorun yaratabilir" diyor. Yabancı din adamlarının varlığı ve gelir kaynakları konusunda ise şunları söylüyor Karataş: "Yerli Protestan lider yok. Yabancılar bu yüzden geliyorlar. Eskiden daha fazlaydı; şimdi azaldı. Halen en fazla 40-50 civarında yabancı din adamı olabilir. Bazılarının bağlı olduğu yabancı kiliseler var, oradan maaş alırlar. Farklı misyonerler de var. ’Türkiye’ye gideyim, on beş gün kalayım, İncil dağıtayım’ diyenler de var. Kimisi de Türkiye’de çalışıp hafta sonları gönüllü olarak önderlik yapıyor."

Bu arada hemen belirtelim, Tempo dergisi adına ulaştığımız İncil dağıtan bazı gruplar bizimle görüşmeyi reddetti.

Yüz dolar meselesi

Peki İncillerin içine kim ya da kimler yüz dolar koyuyor ve Müslümanların inançlarını satın alıyor? Diyarbakır Kilisesi Vaizi Ahmet Güvener bu konuda şunları söylüyor: "Emniyet de sordu bana. Ama ne hikmetse bunu gören ya da aldığını kabul eden kimse yok. Bu iddialar bence inancıma hakaret etmek için uyduruluyor. Ben insanları nasıl parayla çekebilirim?" Güvener bu iddialar yüzünden zaman zaman karşılaştıkları üzücü durumları ise şu sözlerle anlatıyor: "Birkaç kişi geldi kapımıza. Üye olmak istiyorum diyenler oldu. Altmış milyar, sonra bin dolar veriyormuşuz. Bir milyar peşin veriyormuşuz, burs veriyormuşuz. Böyle olmadığını söyleyince çekip gitti hepsi de." Aynı şekilde Malatyalı Hıristiyan Hüseyin Yelki de "Para verin, Hıristiyan olmak istiyoruz diyenler var. Biz Avrupa’ya gidiş imkanı sağlamıyoruz, para vermiyoruz deyince gidiyorlar" diyor.

Peki Hıristiyan cemaatler, kiliseler ya da toplantılar için gerekli parayı nereden buluyor? İsa Karataş, "İncil’de ’Ondalıklarınızı kiliseye verin’ der. Her Hıristiyan, kilisesine bu yolla yardım eder. Para kaynağı yalnızca budur. Zaten dışarıdan yardım alıyor olsaydık, bu topraklarda viran durumda onlarca kilise var, inanın önce onlar ihya olurdu. Ama böyle bir para yok. Bizim de durumumuz ortada. Zaten her şey devletin gözü önünde. Böyle bir yasadışı yolla ya da gayri meşru paralar gelseydi, duruma çoktan el koyardı devlet" diyerek gelirlerini açıklıyor. Ahmet Güvener ise Diyarbakır’daki kilise için yardım aldıklarını kabul ediyor; ancak bu yardımların tamamının Türkiyeli Hıristiyanlardan sağlandığını vurguluyor.

Behnan Konutgan ise "Ülke laik, ama insanlar değil. Önyargılarla yönlendirilmiş durumdalar. Hıristiyan deyince, Haçlılar akıllara geliyor direkt. Hıristiyanlığın milletle, etnik kökenle alakası yoktur" derken özellikle deprem bölgesinde yaşadığı bazı olayları üzücü bulduğunu şu sözlerle anlatıyor: "Adapazarı’nda Caritas adlı Katolik kuruluş altı milyon dolara yakın para harcadı. Ama bırakın teşekkür etmeyi, bu insanların arkasından ’Misyonerler insanları Hıristiyan yapıyor’ diye söylenti çıkardılar. Aynı şekilde deprem döneminde bize başvuran bazı Hıristiyan gruplar yardım etmek istedi. Biz ’Yardım malzemesi yerine para gönderin’ dedik, gönderdiler. Gereken ihtiyaçları temin etmeye çalıştık. Hatta toplantı yaptık ve bütün önderlere ’Asla İncil dağıtmayacaksınız’ dedik. Yalova’da Termal Yeni Yaşam İlköğretim Okulu’nun masraflarını üstelenerek inşa ettirdik. Bunun için bile ’İnsanları Hıristiyan yapmak için okul kurdular’ diye söylentiler yaydılar arkamızdan. Önce bu mantalite değişmeli. Ben bir Türk’üm. Hep de öyle oldum. Hiçbir Hıristiyan, Türkiye’nin bölünmesini isteyemez. Zaten İncil, bu konuda yöneticilerinize itaat edin der."

tempo dergisi
Yayın Tarihi : 2 Aralık 2004 Perşembe 17:27:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?