17
Mayıs
2024
Cuma
SPOR

Türk Kimliği Üzerine Bir Deneme

Türk Kimliği üzerine bir deneme

“BİZ OSMANLI’NIN ÇOCUKLARIYIZ”

 
 
Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveninde bu tartışmaları daha da duyacağız. Türkiye’de insanlarımızı kızdıran “azınlık meselesi” dahil olmak üzere, şimdiden konular önümüze gelmeye başladı bile. Öncelikle bunlar normaldir. Bize düşen görev çok açıktır. En az Fransızların kendi kültürlerine sahip çıktıkları kadar biz de Türk kültürüne sahip çıkabilmeliyiz.
Öncelikle işe şu noktadan başlayalım. Biz Avrupa Birliğine girecek herhangi bir ülke değiliz. Ne Romanya’yız, ne de Polonya, ne de başka bir yer... Onlardan farkımız açık ve net... 70 milyonluk Müslüman ve Türk olan bir topluluğuz. Adımız Türk, ülkemiz Türkiye... Yani Türklerin yaşadığı ülke anlamında... Aynı Türkistan gibi...
Avrupa’nın 70 milyonluk Türkiye’yi hazmetmesini öyle kolay mı sanıyorsunuz, hiç de kolay değil. Avrupa, hiçbir üye için tartışmadığı kadar tartışacak ve bu işte oldukça bir bocalamaya girecektir. Bu da normaldir. Kültürel anlamda ise, biz Osmanlı gibi Müslüman bir İmparatorluğun tabii mirasçısıyız. Öte yandan Türk’üz ve bugün Asya’ya doğru uzanan 250 milyonluk bir coğrafyanın da en tabii akrabasıyız.  Bizim medeniyetimiz, Avrupa’nın medeniyetine yıllarca alternatif olmuştur. Avrupa’nın içlerine kadar İslamiyet’i taşıyan da biziz. Şimdi böyle bir ülkeyi Avrupa Birliğine alırken siz Hıristiyan Avrupa’nın üyeleri olsanız koltuğunuza oturup düşünmez misiniz? Düşünecekler. Hatta bize en aykırı şeyleri söyleyip sabrımızı sınayacaklar. Bizlere karşı en acımasız ayrımları yapacaklar: Türk-Kürt; Alevi, Sünni diye bölümler oluşturacaklar. Bunun ilk sinyalleri geldi. Daha da gelecek.
Burada Fransa’ya daha dikkat edilmesi de gerekir. Çünkü, Fransızlar, Avrupa’da kültürel dokularına oldukça önem veren bir topluluktur. Bakın, 1978 verilerine göre Fransa’da 17 etnik grup vardır. Söz konusu etnik grupların nüfusa oranı % 19’dur. Böyle olmasına rağmen Fransa’da kimse “mozaik” gibi garip bir lafı telaffuz edemez. Hatta “azınlık” lafını da mozaik lafı gibi hemen şiddetle reddederler. Fransa 1992 yılında anayasasının 2nci maddesini "Fransızca Cumhuriyetin anadilidir." şeklinde değiştirmiştir. Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan ve 11 üye ülkenin imzaladığı "Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı"na taraf olmamıştır. Fransa Anayasa Kurulu 1991 deki kararında Fransa halkının unsuru Korsika halkı ifadesini anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Üniter bir devlet olarak   milli bütünlüğünü 100 yıla aşkın bir süre önce pekiştirmiş olan Fransa'nın etnik gruplara bakışı hiç değişmemiştir. 1925 yılında devrin Milli Eğitim Bakanı A de Monzie bu bakışı şu sözleriyle
özetlemiştir. "Fransa'nın tarihsel birliği için, Brötanca'nın ortadan kalkması  gerekmektedir." Avrupa’da kimse, böyle davranan Fransa’yı eleştirmez ve Fransa’da bu tür düşüncelere asla taviz vermez. Bir Fransız’ın Fransız Kültürüne sahip çıktığı kadar bir Türk, Türk kültürüne sahip çıksa yeter derken bunu kastediyorum.
            Şimdi benim ülkemde “mozaik” lafını ortaya atanlar, “azınlık” tartışması yapmaya kalkanlar, devletin televizyonunda Türkçe’nin dışındaki dillerde yayın yapmaya kalkanlar, bir Fransız kadar duyarlı olsalardı, yaptıkları şeyin neyi ifade ettiğini çözebilirlerdi. Bu büyük bir insafsızlıktır, haksızlıktır. Avrupa’nın bu tür ayak oyunlarına düşmek de aslında tam anlamıyla bir gaflettir.
            TÜRKİYE’DEKİ ETNİK YAPI
             Türkiyede Etnik Dağılımlar:
 

Türkler    :     % 86.21  / 60.347.000 kişi

            Kürtler    :     %8.36   /  5.852.000
            Zazalar   :     %0.53   /  371.000
               Çerkezler :    %2.14   /  1.520.000
               Araplar    :    %1.63   /  1.141.000
            Lazlar     :     %0.02  /  14.000
             Diğer      :    %1      /  700.000
Toplam     :     %13.79
            Konda’nın yaptığı araştırmada Türkiye nüfusunun etnik dağılımı aşağı yukarı böyle çıkıyor. Bu araştırmanın en çarpıcı yönünü ifade edeyim. 1985 nüfus sayımındaki belirlemeye göre Doğu ve Güney-doğudaki halkın (9.903.000 kişi) sadece 2.766.000’ı anadil olarak Kürtçeyi bildirmiştir. Kalan %72lik bölümün anadili Türkçedir. 
            Bakın Türkiye’de bazen bizim halkımızın eğitimsizlikten olsak gerek, bazı şahısların ise kasıtlı olarak yaptıkları şeyin cevabı 1985 nüfus sayımında açıkça cevaplanıyor. Doğu ve Güneydoğu’da 9.903.000 kişiye “anadilin nedir” diye soruluyor ve bunların %72’si “anadilim Türkçe’dir” diyor. Öyleyse artık  bilinçsiz bir şekilde Doğu ve Güneydoğu halkının büyük bir bölümü Türk değilmiş gibi ham laflar etmeyiniz. Hatta Karadeniz bölgesi için de aynı şey geçerli. Arkadaşlar, Karadenizli fıkra kahramanı Temel’e de sorsanız :
            -Temel, ana dilin nedir?
            Size:
            -Türkçedir daaa! Diyecektir.
            Bu güneş kadar açık ve net bir sözdür. Haa, siz bilinçsiz bir şekilde bir hatanın kurbanı durumunda olabilirsiniz ama amacı  Anadolu’da Türklerin sayısı çok fazla, bunların belki cahil olanlarının aklını bulandırırım diye düşünüp kasıtlı bir şey söylemeye çalışanlar vardır. Çünkü, birinci kategoridekilerin yaptıkları affedilir şeydir ama ikinci kategoridekiler için bu milletin içine sızmış, işbirlikçiler ifadesini rahatlıkla kullanabiliriz.
            O yüzden şimdi bu konularda bilgisizsek daha bilgili olmak zorundayız. Türkler, Anadolu’ya Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan girdiler. Doğuda birçok şehri Türkler yeniden inşa ettiler. Atalarımız bu şehirlere camiler, hanlar, çarşılar, medreseler kurdular. Lütfen zamanınızı ayırın ve şehirlerimizi tanıtan kitaplara bakın, internette takip edin. Hatta daha iddialı bir söz daha söyleyeyim: Hani Alman Yeşiller Partisinin başkanı “Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır’dan geçer” diyor ya... Ben Gazinatep, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Kars gibi Türk nüfusun çok fazla olduğu yerleri de çıkarıp söylüyorum. Gelin Diyarbakır’a, Tunceli’ye, Batman’a, Şırnak’a, Hakkari’ye bakalım. Buralara yerleşen Türklerin nüfus itibariyle daha fazla olduğunu açıkça söyleyebilirim.
            Bakınız bizdeki cehalet artık diz boyundan öte çıkmış, başımız hizasına gelmiştir. Yerleşik olanla göçebe olanı ayırmışız, mezhepleri etnik kimlik zannedip ayırmışız. Aşiret yapısının ne olduğunu anlayamamışız. Bütün bunlar birleşince ortaya kocaman bir ayıp çıkmış. Öyleyse biz Avrupalıya kendimizi anlatmadan evvel önce kendi evimize bir çeki düzen vermeliyiz.
            Doğuda konuşulan dil, Azeri Türkçesi ile Türkiye Türkçesinin arasında kalan güzel bir Türkçedir. Size bir örnek vereyim. Bütün Türk Dünyasında şimdiki zaman eki –e olarak kullanılır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da öyledir. Batı Türkçesi de yakın zamana kadar –e’yi kullanırken sonradan –yor ekini kullanmaya başlamıştır. Yani bir adam “gidirem” derse bu bütün Türk Dünyasının ortak diliyle konuşmuş olur. Hülasa, bütün bu doğu ağızlarıyla kullanılan ifadeler Türkçedir. Azeri Türkçesini, Azeri Televizyonundan biraz dinleme fırsatı bulursanız, bizim Harput, Diyarbakır, Urfa, Erzurum ve Kars ağızlarından çok da farklı olmadığını rahatlıkla anlarsınız.
            ETNİK KİMLİK DEĞİŞEBİLİR Mİ?
            Etnik kimlik pek çok nedene bağlı olarak süreç içinde değişkendir. Tarih   içinde, kendi dönemlerine damgasını vurmuş sayısız etnik gurup  bugün  "kimlik" olarak silinmiştir. Hunlar, Hititler, Sümerler, İskitler, bugün hiçbir etnik gurubu tanımlayan kimlikler değildir. Bu isimlerle anılmış olan topluluklar elbette toptan yok olmadılar. Başka topluluklara karışmış  olarak ırki nitelikleri bugünkü toplumlar içinde devam etmekte ise de etnik  gurup nitelikleri kaybolmuştur. Günümüz Türkiyesinde bile, yakın bir geçmişe dayanan etnik kimlik değişiminin pek çok örneği mevcuttur. Araştırmalarla kanıtlanmıştır ki, bir çok öz be öz Türk unsur Kürtleşmiştir.  24 Oğuz boyundan biri olan Avşarlar'ın bir bölümünün yanısıra, Döğerler,  Kalaçlar, Kikiler, Türkanlar, Karakeçililer Kürtleşmişlerdir.   Bunların içinde Urfa Karakeçilileri, bugün Batı Anadolu'daki akrabalarının  da çabalarıyla Türk kimliklerini yeniden keşfetmekte ve Türklüğe dönmektedirler. İbrahim Paşa'nın zorla Milli Aşiretine bağlayarak Kürtleştirdiği Türkanlar da kimlik değişimine bir başka örnektir. Kürtleşen Zazalar kimlik değişiminin bir başka günümüz örneğidir. Svanberg'in belirttiği gibi "bir etnik grubun ne olduğundan çok, ne zaman,  yani ne gibi  koşullar altında var olduğu"önemlidir. 
            ÜST KİMLİK DE YANLIŞ ANLAŞILIYOR
            Üst kimlik, en kısa tanımıyla "rıza ile kabul edilen ortak temsili" kimliktir. Diyelim ki, bir vatandaşımız, soyca Türk olmamakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak diğer vatandaşlardan farklı bir davranış kalıbını benimsemiyorsa;  ortak değerler etrafında birleşebiliyor ve Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar olması için çalışıyor ve üzüntüde , sevinçte kader birliği etmişse, onun etnik kökeninin farklı olmasının hiçbir önemi yoktur. Onu Türk kimliğinden ayrı tutmak imkansızdır. Öyleyse ulaşacağımız yer, çağdaş dünyanın ulaştığı noktadır. Yani Türkiye’de Türk kimliğini sadece soy belirlemez. Sevinçte ve tasada Türk Milletiyle bir olmak otomatikman Türk kimliğini taşımak demektir. Bunun için de ölçü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, Türkiye Cumhuriyeti anayasasındaki ölçülere uymaktan geçer. Bu kadar basittir.
            Bir de Türkiye Cumhuriyeti kuran ekip, Osmanlıyı çok iyi tahlil ettikleri için, Lozan’da Türkiye’deki hiçbir Müslüman’ı “azınlık” kabul etmemişlerdir. Bunun ne kadar doğru bir yaklaşım olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Çünkü, Çanakkale’de, Yemen’de, Sarıkamış’ta, Balkanlarda, Kafkaslarda, Arap Yarımadasında koyun koyuna yatan insanları nasıl ayırabiliriz Allah aşkına? Bizim kimliğimiz de orada belirleniyor zaten. Biz, orada koyun koyuna yatan şehitlerin çocuklarıyız.

             “TÜRK” SÖZÜNDEN RAHATSIZ OLANLAR VAR

            İşte Chirac’ın dediği, ve hatta Kürtçü yazarların ortaya koyduğu tezler... Hepsi aynıdır. Türk sözünden bu kadar rahatsız olan bir Kürtçü yazar kendi kendisiyle de çelişen birçok söz söylüyor ve diyor ki: “İtalyan siyası birliği gerçekleştiğinde d’Azeglio’nun: “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız” dediği gibi, Osmanlıya egemen Müslüman devlet kastı, önce Türkiye’yi yarattı ve sonra, Allah’ın insanı kendi suretinde yaratması gibi, Türk ulusu denen şeyi kendi suretinde yarattı. Türk ulusunun suretinde yaratıldığı; ona karakterini veren nedir?” Sonra da aynı kişi, Osmanlı topluluğundaki Rum ve Ermenilerin dahi Türkçe konuştuğunu anlatıyor. Şimdi, deniyor ki, önce Türkiye’yi kurdular, sonra da ortaya bir Türk milleti meydana getirdiler. Böyle garip bir söz olur mu? Milletlerin teşekkülünde en önemli unsur dildir. Türkçe konuşan bir topluluğa Türk demenin neresi yanlış anlamadım. Hele hele kullanılan bu dil, ta Orhun Kitabelerinden beri takip edebildiğimiz bir dilin devamıdır. En basit bir ansiklopediyi açsa ve baksa orada şöyle dendiğini rahatlıkla görürdü: Türkçe konuşan halklara Türk denir. 1985’te Türkiye’deki insanlara sormuşlar: “Ana dilin nedir?” O tarihte 61 milyon insan Türkçe’dir demiş. Bundan gocunuyorsanız sizin art niyetli oluşunuzla izah edilebilir ancak, başka bir şey değil...
            Osmanlı döneminde de halk Türkçe konuşuyordu. Mesela, Kayseri’ye gelen Evliya Çelebi, 16. yüzyıl Kayseri’sini anlatırken “Atla bire, gel bire gibi sözleri vardır. İleri gelenleri Arapça ve Farsça bilse de halkın dili Türkçe’dir. Rumca, Ermenice ve Kürtçe’yi bilmezler.” Bu misalden yola çıkıp da Kayseri halkı Türk’tür dersek bunun neresi yanlıştır? 
            Hatta  Türkçe gayrimüslimler tarafından da benimsenmiştir. Ermenilerin ve Rumların Türkçe öğrenmelerindeki en önemli faktör de Hıristiyan teb’anın içerisinde  Karamanlılar, Gagauzlar gibi Hıristiyan Türklerin bulunması da etkili olmuştur. Bu konunun detayını da öğrenmek için Türk Tarihine karşı birazcık ilgi duymanız yeterli olacaktır. Mesela Lazio Rasonyi’nin Tarihte Türklük isimli eserini okursanız, bugünkü Avrupa’nın yapısında eriyip giden Türkleri, Müslüman Oğuzlarla atalarının dinini devam ettiren Oğuzların kanlı savaşlarının sonucunda bir kısım Türklerin Balkanlara ve Anadolu’ya geldiğini, hatta Peçenek Beyi Çakan Bey’in İstanbul’u fethetmek üzereyken Bizans Hükümdarı ile görüşmesinde Kralın kızını aldığı ve Bizans sarayına damat olduğunu, Bizans Ordusunun kendisine teslim edildiğini, Bizans ordusunda Oğuzlar, Kumanlar, Abazalar gibi birçok Türk ve Kafkas topluluğunun görev yaptığını, 1071 Malazgirt Savaşında bunların büyük bir bölümünün saf değiştirerek Türk Ordusuna geçtiğini, bu yüzden Selçuklu Sultanlarının Hıristiyanlaştırılan bu Türk grubuna hürmet gösterdikleri ve kendi kiliselerini kurmalarına müsaade ettiklerini okuyacaksınız. Öyleyse bu işin sırrı ilmi olmak ve okumaktan geçiyor. Yoksa böyle garip laflar ortaya çıkar ki, buna ancak cahiller itibar eder.
            Türk Milleti, alelade bir topluluk değildir. Türk Tarihi ise yazının ortaya çıktığı zamandan beri birçok kaynak tarafından bilgiler aktarılan bir tarihtir. Türk Beylerinin “kut” uğruna birbirini yeme hastalığı olmasaydı, bu kadim milletin nüfusu belki de bugünkünden üç-dört kat fazla olacaktı.
               Sanıldığının aksine bu topraklara Türkiye adını biz değil batılılar verdiler. Hatta 12. yüzyıldan itibaren Türkiye’nin doğusuna, sonraki zamanda da Anadolu’nun tamamına Türkiye demeye başladılar. 19. yüzyıla geldiğimizde Batıda Türkoloji ile ilgili çalışmalar öyle artmıştı ki daha Osmanlı Devleti’nde birkaç aydın dışında çoğu kimse bunu bilmiyordu. 1890’larda Batılı ve Rus Türkologlar, Orhun Abidelerini çözümlemeye çalışıyorlar, kadim Türk Tarihini gözler önüne seriyorlardı. Daha sonra aslen Diyarbakırlı olan bir Türkçü Sosyolog çıktı ve dedi ki: Anadolu’daki Türklerin yaşadığı bir ülke kurulmalıdır ve adı da Türkiye olmalıdır. Ali Emiri Efendi İstanbul’da Sahaflar da Türkçe’nin ilk sözlüğü “Divanu Lügati’t-Türk” buldu ve bu eser Kilisli Rifat tarafından ilk kez yayınlandı. Satır başı olarak değindiğim bu gelişmelerden yakinen haberdar olan Osmanlı Subayları vardı. Bunlardan biri de Mustafa Kemal Atatürk’tü. Türk Tarihi ve Türk Dili üzerine derin bilgilere sahipti ve Ziya Gökalp’in vasiyetine uyarak bu ülkeye Türkiye adını verdiler.
            Yani Türkiye adı bir rastlantının sonucu değil, bu topraklarda yaşayan halkın çok büyük bir bölümünün Türk olmasından kaynaklandı. Mustafa Kemal’in “Atatürk” unvanını alması bile çok eski bir Türk geleneğini tezahürüdür. Türk Kağanları “İl teriş”, “İl almış”, “İl katmış”, “başbuğ”, “başçı” vs. gibi unvanlar alırlardı. Bugün Türkmenistan devlet başkanının “Türkmenbaşı” unvanını alması gibi. 
ANADOLU’YA KAÇ TÜRK GELDİ?
Geçen gün Özemir İnce de yazdı. Türkiye’de birileri, Özdemir İnce gibi, şöyle diyorlar: “1071 yılında Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde nüfusları 500-750 bin arasındaydı.” Yani Anadolu’daki Türk nüfusunu az göstererek Anadolu’daki Hıristiyanların zamanla Türkleştiğini ifade ediyorlar. Burada da büyük bir tarihsel yanılgı vardır. Bakın birazcık Türk tarihine ilgi duyan birisi çıkar karşınıza şu basit ve temel bilgileri ifade edebilir.
1.            1071 tarihi Müslüman Türklerin Anadolu ilk giriş tarihleri de değildir. 1030-1040 tarihlerinde Anadolu’da Müslüman Türkler görüldüler.
2.            1071 Malazgirt Savaşından çok daha önce Anadolu’da Şamanist ya da Göktanrı inancına bağlı Türkler ve bazı Kafkas toplulukları görüldü. Bunların büyük bölümünü Hıristiyan misyonerler Hıristiyanlaştırdı. Bir bölümü de Malazgirt Savaşında saf değiştirerek Türklere katıldılar ve zamanla Müslümanlaştılar.
3.            1071 Malazgirt Savaşı’nda Anadolu’ya 500-700 bin arasında Türk girdi tezi bu ilk göç için doğru olabilir. Lakin Anadolu’ya Türk göçü 1071’de başladı ve 19. yüzyıla kadar sürdü. Sayılamayacak kadar küçük göç dalgalarının arasında bana göre 4 büyük göç dalgası vardı.
a)      Birincisi 1071 Malazgirt zaferinde
b)      İkincisi Moğol istilasından sonra Anadolu’ya Türklerin göçü (Beyliklerin kuruluşu)
c)      Üçüncüsü 16. yüzyıldaki Türkmen göçleri (Beyliklerin dağılması)
d)      18. ve 19. yüzyıllardaki büyük Türkmen göçleri (Bozulus hareketi, Avşar ve diğer Türkmen boylarının Anadolu’ya iskanı)
Diğer küçük nüfus hareketlerini, yani Türkmenlerin Anadolu’ya girişini ve hangi tarihler arasında olduğunu belirlemeye imkan yoktur; çünkü, sayılamayacak kadar çoktur.
Bakın 13. yüzyılın başında Moğol Ordusu Kars-Erzurum hattından Anadolu’ya girip 1243 Kösedağ Savaşını kazanıp Anadolu’yu yağmaladığında Kayseri-Erzurum arasında 500 bine yakın Türkmeni katletmişlerdi. Şimdi soruyorum, 12. yüzyılda Anadolu’ya 500-700 bin arasında Türk geldi ise Moğol Ordusunun Anadolu’daki Türklerin çok büyük bölümünü katletmiş olması gerekirdi. Fakat böyle olmadı. Türkler, yağma edilen şehirleri tekrar onardılar. Şehirlere, kasabalara, köylere benek benek Türkmen aşiretleri konmaya devam etti. Çünkü, Anadolu sadece Oğuzların yurdu değildir. Türk Dünyasının birçok bölgesinden Anadolu’ya yerleşim olduğunu bugün köy, kasaba, dağ, deniz, ova adlarından daha iyi anlıyoruz. Orta Asya coğrafyasından adları bu yeni coğrafyaya taşıdılar. Bazı isimleri eski yurtlarındaki adlara  benzeterek söylediler. Yabancı kökenli isimleri de kendi söyleyişlerine uydurarak Türkçeleştirdiler. Kostantinopolis adını önce İslambol yapıp sonra da İstanbul’a çeviren bizim atamızdı.
Asya coğrafyasındaki Seyhun, Ceyhun’u Anadolu’ya getirip Seyhan ve Ceyhan yaptılar. İdil’i, Talas’ı, Aladağ’ı (Alatav), Karadağ (Karatav)’ı hatırladılar ve yeni coğrafyalarına aktardılar. Esenboğa’yı, Kınık yaylasını, Avşar Ovasını ve daha sayamayacağım nice adı getirdiler.
Anadolu Ağızlarındaki yüzlerce kelime kaynağını doğrudan doğruya Türkçenin kaynak eserlerinden alır. Bugün İstanbul Türkçesinin dayatmasıyla unutulmaya yüz tutan binlerce kelime Divanu Lugati’t-Türk’te, Orhun Anıtlarında bulabileceğiniz kelimelerdir.
Bakın bir örnek vereyim. Kayseri yöresinde “alacık, alençik, alevcik” denen bir söz vardır. Tek odalı bağ evine verilen isimdir bu. Kaşgarlı Mahmut’un Divanu Lugati’t-Türk isimli eserini açarsanız “alaçuk” diye Türkçe bir kelime bulursunuz. Manası “çadır” demektir.
Bizim analarımız babalarımız annelerine “aba” derlerdi. Divanu Lugati’t-Türk’e göre “aba” Oğuzca bir laftır ve anlamı da anne demektir.
Türk Diline, Türk Kültürüne, Türk Tarihine ilgi duyulmadan bunun gibi daha burada sıralayamayacağım örnekler görülmeden Anadolu’daki Türk mührünü gerçek manasıyla görmek mümkün olmayacaktır.
Özdemir İnce, Hürriyet Gazetesinde “Bizans konusunda Jacgues Chirac haklıdır” diye yazdı. Bunun delili olarak da Anadolu’daki halkının Türkleştiği yolundaki tezler ileri sürüldü ve Anadolu’ya gelen Türk nüfusun azlığından dem vuruldu.
Anadolu’ya gelen Türk nüfusunun azlığı kesinlikle kabul edilmez bir olguydu, bunu yukarıda açıkladım. Burada tarih bilgisinde büyük bir eksikliğin bulunması İnce’ye bunları yazdırmış olmalı. İkincisi bu büyük bir çelişkiyi içeren laftır. Anadolu halkı, bizden daha üstte medeni insanlar idiler ve nüfusça kalabalık idiler ve 500 bin Türk Anadolu’ya girdi ve hem önlerindeki bütün güçleri yendiler, hem de hepsini asimile edip Türk ve Müslüman haline getirdiler. Buna kargalar bile güler. Eğer böyle bu söz gerçek olsaydı Anadolu gibi büyük bir coğrafyaya dalan 500 bin Türk Anadolu’da eriyip giderdi. Bırakın hepsine Türkçe öğretmeyi, aynı Bulgaristan, Macaristan ve Arap yarımadasında görülen örnekler gibi başka halkların dillerini alırlar ve yok olup giderlerdi. İşte Anadolu’da böyle olmamasının sebebi tam tersidir. Türkiye’ye gelen Türklerin sayısı çok fazla idi; öyle ki daha 19. yüzyılı hatırlayın; Osmanlı Fırka-i Islahiye’yi oluşturup yerleşik hayata geçmeyen Türkleri iskan etmeye çalışıyor.1700’lerin başına bakın, Irak, İran ve Suriye topraklarından Türkmenlerin göçü devam ediyor. Yerleşik Türkmenlerle göçebe Türkmenler arasındaki çatışmalar tarih kitaplarına geçiyor. Devlet 1860’lara kadar 150-160 yıl bu mesele ile uğraşıyor ve izlediği tatlı ses politikaların izleri hala duruyor. Dadaloğlu’nun “ferman padişahın dağlar bizimdir” sözünü söylemesi, son büyük Türkmen dalgasıyla Anadolu’ya gelen Türklerin iskan siyasetindeki sıkıntıları çok iyi anlatıyor.
Bazen de gazetede bir haber okuyorum, şaşırıyorum: Türkiye’nin genetik coğrafyası ortaya çıkmış. Eeee? Türkiye’deki insanların yüzde yetmişi Akdeniz ırkından imiş! Pes doğrusu. Akdeniz ırkı nedir, Türklerden nasıl ayrışabilir diye sorduğum soruların cevabına bakınca gülümsemekten kendimi alamıyorum.
Bakın, ABD’li antropolojist Carleton Coon, 1965 yılında yazdığı “Yaşayan İnsan Irkları” kitabında dünyada beş ana ırkın bulunduğunu söylüyor ve bunları da şöyle veriyor:
1.      Beyazlar (Kafkas)
2.      Mongollar (Sarı)
3.      Büyük Avusturaloidler (Avusturalya yerlileri) ve Cüce Avusturaloidler (Negritolar)
4.      Büyük Kongoidler (Afrika Zencileri) ve Cüce Kongoidler (Afrika Pigmeleri)
5.      Kapoidler (Buşman ve Hatlentolar)
Türkler, beyaz (Kafkas) ırkındandır. Bir başka bakış açısıyla söyleyeyim: “Brekisefal savaşçı beyaz ırk” olarak tanımlanan Türklerle, Akdeniz havzasında yaşayan beyaz ırktan insanları birbirinden ayırmak imkansızdır. Bugün Avrupa’da yaşayan, Kafkaslarda yaşayan ve Anadolu’da yaşayan insanlar aynı ırk grubunda yer alıyorlar. Öyleyse bu bölgedeki insanlar nasıl ayrışırlar? Evet, şimdi asıl önemli yere geldik. Beyaz ırkı (Kafkas) birbirinden ayıran özellik, sadece dil ve kültür farklılığıdır. 
Asya’daki çalışmalar da bunu göstermiştir ki Asya’daki Türkler de böyledir. Brekisefal savaşçı beyaz ırk, Altay-Sayan dağlarının kuzeybatısında Tuva-Abakan bozkırında yaşamıştır. Bu yörede bulunan mongolitlerden ayrılırlar. Yani Türkler ve Moğollar aynı coğrafyayı paylaşmış olmalarına rağmen Türkler mongoloid olarak tanımlanamazlar. Prof.Dr.Faruk Sümer: “Türkiye Türkleri, Orta Asya’da yaşarken de mongol yüzlü değil, düz yüzlü idiler. Türkiye Türklerinin gerçek tipini Toros dağlarına yaylaya çıkan Yörükler temsil ederler” demektedir.
Öyleyse gazetede okuduğumuz her haber, mutlaka gerçeği olduğu gibi vermeyebilir. Bakın, dikkatlerden kaçan küçük bir haber, konuyu araştırmayan ve bilmeyenler tarafından nasıl sunuluyor ve insanlar bunu nasıl anlıyorlar. 
            CEHALET DİZ BOYUNU GEÇTİ
            Geçenlerde bir arkadaş soruyor: “Kürtçe Türkü söylenmesine ne diyorsunuz?” Bir şey demiyorum tabii ki... Lakin garip olan şudur: Türkü ne demektir biliyor musunuz? Kelime Türk ve terkip i’sinden oluşuyor. Yani “Türki” den geliyor. Manası Türklere ait, Türklere özgü demektir. Aynı “bayatı” ya da “varsağı” gibi. Bayatı; Kerkük, Şanlıurfa ve Elazığ bölgelerini içine alan ve Oğuz boylarından Bayatların yaşadığı bölgede söylenen kendine has bir müzik türüdür. Varsağı da Varsak Türkmenleri ile ilgilidir. Varsak Türkmenlerinin en önemli şairi Karacaoğlan bir varsağı ustasıdır. Şimdi bu bilgilerden sonra bu soruyu yorumlayalım: Kürtçe Türkü olur mu? Olmaz kardeşim. Buna başka bir isim bulun. Hele Türk adından rahatsız olanlar “Kürtçe Türkü” gibi bir garipliği yaşamamalılar.
            ATATÜRK, TÜRK MİLLETİNİ NASIL TARİF EDİYOR
            Bütüncül bir tarih anlayışı olan Atatürk’ün Hun, Göktürk ve Uygur devletlerinden başlayarak Türk Tarihine çok iyi vakıf olduğunu biliyoruz. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin devamı olduğumuz gerçeğini de o devrin aydınları ve Atatürk, net bir şekilde ortaya koyduklarına göre acaba Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkeye Türkiye adını verirken Türk Milletini nasıl görüyordu, neler söylemişti?
            Ergun Özbudun’a göre Atatürk, millet konusunda  geniş olarak şu tanımı vermiştir:
1) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan;
2) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan;
3) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri
müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı
verilir” (A. Afetinan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazmaları, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1969, s.23’ten nakleden Özbudun, op. cit., s.52.)
Atatürk, Türk milleti için de            “topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimette külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğunu” ilân etmektedir.  Anayasamızın benimsediği milliyetçilik anlayışının ırk, din ve dil gibi objektif unsurlara değil; sevinç ve kederlerde ortaklığa ve birlikte yaşama arzusuna dayanan sübjektif bir milliyetçilik anlayışı olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Anayasamızın 66’ncı maddesinin ilk fıkrasına göre, “Türk
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ibaresi dikkate değerdir.
             Anayasa Mahkemesi 18 Şubat 1985 tarih ve K.1985/4 sayılı Kararında şöyle demiştir:
“Atatürk Milliyetçiliği, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı reddeden , birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder”.Anayasa Mahkemesi, 7 Mart 1989 tarih ve K.1989/12 sayılı Kararında Atatürk milliyetçiliğini “Türk milliyetçiliğinin Türk olmak mutluluğunu duyan herkesi kapsayan biçiminin adıdır” diyerek tanımlamıştır. (Anayasa Mahkemesi, 18 Şubat 1985 Tarih ve E.1984/9, K.1985/4 Sayılı Karar, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 21, s.59-60.)
      TÜRK MİLLETİNİ OLUŞTURAN FAKTÖRLER
            Türk Milletini oluşturan en önemli maddi unsur olarak dil gözüküyor. Anayasanın üçüncü maddesine göre, Devletin dili Türkçe’dir. Bu vazgeçilmez unsuru herkes tabii karşılamak zorundadır. Çünkü, Türkiye’de büyük bir ekseriyetin dili Türkçe’dir ve devlet bütün kurumlarıyla milletin dili olan Türkçe’yi öne çıkarmaktadır. Diğer çağdaş milletlerin yaptıklarından farklı bir uygulama söz konusu değildir.
            Türk Milletini oluşturan diğer unsurlar ise Türk Soyu, Din Birliği, Ülkü Birliği ve Tarih Birliği olarak gözükmektedir. Bu konuda Kemal Gözler “Devletin Bir Unsuru Olarak Millet Kavramı” isimli makalesinde şu tespitlerde bulunmuştur:  
Bir kere, gerek Osmanlı, gerek Cumhuriyet döneminde Balkanlarda yaşayan Türkçe
konuşan ve Müslüman  olan Türkler, her zaman Türk soyundan kişiler  olarak düşünülmüş ve Türkiye’ye göç etmelerine her zaman izin verilmiş ve Türk vatandaşlığına alınmış ve iskânları için çaba sarf edilmiştir. Diğer yandan, gerek Osmanlı, gerek Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin kuzey ve batı komşularından Türkiye’ye göç etmek isteyenlere, Müslüman olmaları kaydıyla, Türkçe bilip bilmediklerine bakılmaksızın göç izni verilmiş; bu kişiler iskana tâbi tutulmuş ve kendilerine Türk vatandaşlığı verilmiştir. Örneğin Çerkezler
böyledir. Anadil olarak Çerkezce konuşan ve din olarak Müslüman olan bu kişilere Osmanlı’dan bu yana her zaman göç izni verilmiş ve Türk vatandaşlığına alınmışlardır. Boşnaklar da böyledir. Anadil olarak Boşnakça  konuşan ve din olarak Müslüman olan bu kişilere Osmanlı’dan bu yana her zaman göç izni verilmiş ve Türk vatandaşlığına alınmışlardır. Pomaklar da ayni konumdadır. Anadil olarak Pomakça konuşan ve din olarak Müslüman olan bu kişilere Osmanlı’dan bu yana her zaman göç izni verilmiş ve Türk vatandaşlığına alınmışlardır. Gerek Çerkezler, gerek Boşnaklar, gerek  Pomaklar, kendilerini Türk milletinin bir parçası hissetmişler; devlete sadakat göstermişler; Türk devletinin beşerî unsurunun ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir. Bu gruplar, bütün tarihleri boyunca Türk devletiyle birlikte hareket etmişler, savaşlarda birlikte çarpışmışlar, birlikte zafer kazanmış, birlikte yenilgiye uğramış, birlikte ortak acılar çekmişlerdir. Bu mazi ortaklığının yanında, bu gruplar, Türk milletiyle ayni istikbal ve ülkü birliğini paylaşmaktadır. İşte bu şekilde, bu gruplar Türk milletine bağlanmışlar, onun bir parçası haline gelmişlerdir. Bu grupları Türk milletine bağlayan objektif unsur dil birliği veya ırk birliği değil, din birliğidir. Bu objektif unsur yanında, bu gruplar tarih birliği, ülkü birliği gibi sübjektif unsurlarla da Türk milletine bağlıdırlar. Görüldüğü gibi söz konusu grupları Türk milletine bağlayan unsurlar, bir yandan objektif unsur olarak din, diğer yandan da sübjektif unsurlar olarak mazi ve ülkü birliğidir.”
            Türk milletini oluşturan unsur olarak, batı ve kuzeyde dil veya ırk değil, din esas alınmıştır. Yukarıda görüldüğü gibi, anadil olarak Türkçe konuşmayan Boşnak ve Pomaklara göç izni ve Türk vatandaşlığı verilirken, Kemal Karpat’ın isabetle gözlemlediği gibi, ırk olarak Türk olan ve anadil olarak Türkçe konuşan ama Hıristiyan olan Gagavuzlara göç
izni verilmemiştir. Kemal Karpat’nın belirttiğine göre, “İzzettin Keykavuz’dan hat gelen ve ana dilleri Türkçe olan Gagavuzlar, 13. yüzyılda Karadeniz civarına yerleşerek Hıristiyanlığı kabul etmişler, daha sonra da Besarabya’ya göç etmişlerdi. Bu Gagavuzlar Türkiye’ye göç etmek istemelerine rağmen Hükümet kendilerine müsaade etmemişti. Öte yandan, hiç Türkçe bilmeyen, ırk bakımından da Türk olmayan Boşnaklar ve Pomaklar, Müslüman oldukları ve Müslüman Arnavutlar dan farklı olarak Osmanlı İmparatorluğuna sadık kaldıkları için serbestçe Türkiye’ye göç ettiler”
            Osmanlı İmparatorluğunu klasik dönemde bati ve kuzey komşularından ayıran
unsurlar din unsurudur. Osmanlı İmparatorluğunun bu komşuları Hıristiyan’dır. Osmanlı İmparatorluğunu doğu komşusu İran’dan ayıran unsur ise öncelikle mezhep ayrılığıdır. Çaldıran Savaşı aralarında ırk farklılığı, dil farklılığı olan iki taraf arasında değil, aralarında mezhep farklılığı olan iki taraf arasında yapılmıştır. Bilindiği gibi Şah İsmail Türk asıllıydı.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılma döneminde, Osmanlı tebaasından olan bazı gruplarda, zamanla ayrı bir millet oluşturdukları düşüncesi gelişmiş ve bu gruplar İmparatorluğa karşı ayaklanmışlardır. Bu gruplardan Rumlar, Sırplar ve Bulgarlar başarılı olurken, Ermeniler başarısızlığa uğramıştır. Kanımızca bu grupları kendi aralarında ayıran unsur dil unsuru olsa da, bunları Osmanlıdan ayıran unsur, yani bunları Osmanlı’dan ayrı bir millet haline getiren unsur, kanımızca dil değil, din unsuruydu. Zira, Sırplarla aynı dili konuşan Müslüman Boşnaklar Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklanmamışlar; ayrı bir millet oluşturduklarını iddia etmemişlerdir. Keza, Bulgarlarla aynı dili konuşan  Müslüman Pomaklar, Osmanlı Devletine karşı ayaklanmamışlardır. Boşnaklar ve Pomaklar ayrı bir dil konuşmalarına rağmen kendilerini Osmanlı olarak görmüşlerdir. Boşnaklar ve Pomakları Osmanlı Devletine bağlayan unsur şüphesiz ki din birliği olmuştur.
1923 Ahali Mübadelesi Sözleşmesi.- Türk milletinin dil ve ırk unsuruyla değil, din unsuruyla belirlendiğinin bir kanıtı da Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan ve Lozan Barış Antlaşmasının bir parçası olan Ahali Mübadelesi Sözleşmesi (Mübadale-i Ahaliye Mütedair Lozan Muahedenamesi)dir. Bu Sözleşmenin 1’inci maddesi, “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının” zorunlu mübadelesini öngörüyordu. Yani Türkiye’deki “Rum Ortodoks dini”nden olan kimseler Yunan olarak kabul edilip Yunanistan’a, Yunanistan’daki “Müslüman dini”nden olanlar Türk kabul edilip
Türkiye’ye gönderilmişlerdir.
Orta Anadolu’dan (Kapadokya) Yunanistan’a zorunlu olarak göç ettirilen kendilerine “Karamanlı” denen Ortodoks Mezhebine mensup kişiler Rumca bilmiyor, anadil olarak, kendilerinin “Karamanlıca” dedikleri ve aslında Türkçe’den hiçbir farkı olmayan bir dil konuşuyorlardı. Bu kişiler Yunan harfleriyle Türkçe’yi yazıyorlar; ibadetlerini dahi Türkçe yapıyorlardı. Karamanlı Ortodokslarının Yunanistan’a gönderilmesi, Türk milleti kavramının dil üzerine kurulmadığının güzel bir kanıtıdır. Türkiye kendi toprakları üzerinde eskiden beri yaşayan ve anadilleri Türkçe olan, ama Müslüman olmayan bu kişileri Türk milletine mensup
olarak görmemiştir. Diğer yandan, 30 Ocak 1923 tarihli Ahali Mübadelesi Sözleşmesi kapsamında Girit’ten Türkiye’ye gönderilen Müslümanlar da, anadil olarak Türkçe değil, Rumca konuşuyorlardı. Türkiye anadil olarak Rumca konuşan bu kişileri toprakları üzerine kabul etmekte ve onlara vatandaşlık vermekte tereddüt etmemiştir. Zira bu kişiler Müslüman idiler.

            SONUÇ

            Öyleyse Türkiye devleti kurulurken hangi unsurlar Türk Milletinden sayılmıştır, bir özetleyerek konuyu bitirelim:
1.      Anadili Türkçe olan ve Türk soyundan gelen insanlar Türk Milletinden sayılmıştır.
2.      Anadilleri Türkçe olmadığı halde, yani Türklerle aynı ırktan gelmeseler dahi Osmanlı’ya ihanet etmemiş, Türk Milletini arkadan vurmamış; aksine Türklerle kader birliği eden bütün Müslümanlar Türk Milletinden sayılmıştır.
3.      Türk soylu Hıristiyan olanların yerine Türk olmadığı halde Müslüman olanlar tercih edilmiştir.
 
             
S.Burhanettin AKBAŞ
Yayın Tarihi : 28 Kasım 2004 Pazar 17:40:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
abdullah doğan IP: 85.98.116.xxx Tarih : 10.12.2006 21:11:52
ben kürt asıllı br türküm türküm diyorum çünkü biz bu topraklarda yıllarca beraber yaşamışız ve artık tek milletiz ama toplumda (özellikle iç anadolu bölgesi)öyle bir aşaağılama varki insan ister istemez türklere karşı tavır alıyor ben almamaya çalışıyorum çünkü can dostlarım türk ve bende türkiyede türklerle beraber yaşamaktan mutluyum allah bu iki milleti kıyamete kadar ayırmasın.