3
Mayıs
2024
Cuma
BAYBURT

Bayburtlu İrşadi


Bayburtlu İrşadi   (1806-1877)


İrşâdî Baba, Buhâra ve Horasan Erenlerinden Seyyid Emîr Külâlî Hz’nin soyundan Selim Baba’nın oğludur. Sadrettin Konevî devrinde Buhâra’dan gelip Konya’ya yerleşmişlerdir. 

Zamanla alîmler ve mutasavvıflar yatağı Konya’da ulemânın çoğalması ve aralarındaki ihtilâfların zuhuru neticesinde Selim ailesi Konya’dan Erzincân’a gelmiş, burada zamanın Gavs-ul a’zamı Vehbi Hayyatî (Terzi Baba) Hz.’nden Tarîk-ı Âliye intisâb etmişlerdir. 

Erzincân’dan gelerek kendi adlarını verdikleri Seyyid Ya’kup yaylasını kurar ve Selim Baba’nın ölümüne dek burada kalırlar. Bugün aynı yerde Seyyid Ya’kup Hazretleri’nin ziyâreti bulunmaktadır. Selim Baba’nın ölümünden sonra çeşitli nedenlerden dolayı İrşâdî Baba, Zargidi (Gümüşdamla) Köyü’nden ayrılarak Sıptoros (Oruçbeyli) Köyü’ne yerleşir. 

Fakîr bir ailenin çocuğu olan İrşâdî 1806 yılında doğar. Her müslümân çocuğu gibi çocukluğunu kışın medreselerde Kur’an okumakla, yazın ise ailesine çiftçilik işlerinde yardım ederek geçirir. 

İrşâdî, kısa zamanda hocaların takdirini kazanır. Molla olabilmek için Sünür ve Bayburt-Yakutiye medreselerinde tahsilini tamamlayarak icâzet alır.
Büyük İrşâdî Baba, bir yandan tasavvufî derinliğe erişmek için çalışırken, bir yandan da Ahmediyye ve Mevlid gibi eserler meydana getirir. İrşâdî Baba’nın başlayıp da bitiremediği "KISAS-ÜL ENBİYÂ" kitabı torunu Ağlar Baba tarafından manzûm olarak tamâmlanır. El yazması Dîvân’ını ise seferberlikte kaybeder. 

İrşadî Baba, şiirlerinde çok yalın bir dil kullanmış, şiirlerini lirik ve didaktik olarak hece ölçüsü ile yazmıştır. Bazı ediplerimiz İrşâdî Baba’yı literatürde incelerken ona halk şâiri demişlerdir. Gerçekte İrşâdî Baba bir halk şâiri değil büyük bir mutasavvıf ve Hak âşığıdır. Sembolik olarak her şâirin gerek beşerî, gerekse mânevî bir sevgilisi vardır. İrşâdî derûnî aşkı tatmış, Allah sevgisini kalbinde sindirmiştir. Bu sevgi onu öyle dalgınlaştırır ki, bir gün bitkin bir hâlde köyün altından akan derenin durgun ve derin bir yerine (göle) geldiğini dahi fark etmez ve göle düşer. Bu hâl kendisini utandıracak şekilde köy halkının dikkatini çeker. 

İşte İrşâdî’nin hayatındaki, önemli değişikliğin başlangıcı bu olay ve onu tâkip eden gecedir. Kalbi ilâhî aşkla dolan İrşâdî kendine geldiğinde, aşkının Allah’a teveccüh ettiğini ve suya düştüğü o gölden meleğin kendisine aşk rüzgârı estirdiğini i’tirâf eder ve şu şiiri söyler: 

Bir gece hubda verildi dîl-i umrânlık bana
Gussadan hiç âzâd olmam gelse sultanlık bana
Kûşe-i Vahdete girdim bu cihân fâni imiş
Ettiğim cürm ü hatalar geldi pişmanlık bana
Çarh-ı gerden yüz cevâhir eser bir gün bâdımız
Hoyrat girer bağımıza kurutur yaprağımız
Tenimiz hâke kavuşur unutulur adımız
Yeşil atlas giymedense yeğdir uryanlık bana
Şol kişi derde bahâdır dâim yıkar hasmını
Dünyâya mağrûr olanın Allah bozar resmini
Zikredeli ol Cenâb-ı Kibriyâ’nın ismini
Bu yalancı fâni dünyâ geldi zindânlık bana
Dokuz türlü alet ister taşı hakkâk delmeğe
Mürşidimiz ta’rif eyler doğru yola gitmeğe
Bu İrşâdî arzu çeker Hakk-ı pâyân gelmeye
Gerçi nasîp eyler ise Hazret-i Mevlâm bana...

Vekilinize soru sormak/sorununuzu iletmek ister misiniz?
Sorular/Cevaplar