7
Mayıs
2024
Salı
ÇANAKKALE

YENİ YILDA MEDYA NEREYE ?

 
 
Bombaların yarattığı kaos ortamının kara bulutları dağılamaya başlamışken geçmişi hatırlayıp nerelerde hata yaptık da bunlar başımıza geldi diye sormadan edemiyor insan. Bu iç muhasebe neticesinde inanıyorum ki bundan sonra beklenmedik olaylara karşı toplumsal refleksimizi güçlendireceğiz. Bunun için toplumun tüm etkin güçleri eylem ve kararlılık birliği içerisinde olmalıdır. Birinin eksikliği tümünün etkisizliği anlamına gelir kanımca.
Peki kimlerdir toplumun etkin güçleri? Devlet, Sivil Toplum ve Medya. Ama hepsinden çok Medyadır günümüzde toplumsal dengeleri hareketlendiren. Çünkü işlevleri yaşamımızın her alanında etkisini göstermektedir: Eğitimde, haber vermede, eğlendirmede hep en önde o gelmektedir.
 
Biz bilgi toplumunun bireyleri ile çok iyi anlaşır Medya, diğer güçlerle aramızdaki bağlantıyı da kurar ama dengeyi bozmamak için sürekli mesafeyi korumalıdır diğerleriyle. Bu yüzden Medya İmparatorluğunun kalbinin attığı yerde dendiği gibi medyanın vazifesi bekçi köpeği (Watchdog Function) olmaktır. Yani olan biteni izleme, yorumlama, aktarma ama Neye ve Kime göre?
İşte bu soruların yanıtlarını bulmaya çalıştık geçtiğimiz haftalarda kırk yılını medyayı izlemeye ayırmış olan Radikal yazarı, TV program yapımcısı ve akademisyen Prof. Dr. Haluk ŞAHİN’le. Üniversite ve toplumun arzu edilen buluşmasının yaşandığı dostça söyleşi ortamında medyanın mı toplumu yoksa toplumun mu medyayı yönettiğini sorguladık. Anladım ki tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan sorusuna yanıt bulunduğunda medya-toplum sorusunun da yanıtını bulmuş olacağız. Biz sorgulamaya devam ederken medyada boş durmayacak bizi izlemeye, yorumlamaya ve aktarmaya devam edecek ama Neye ve Kime göre?
Başta da belirttiğim kaosun kara bulutları dağılmaya başladı ama patlamanın oluşturduğu sarı renkli kimyasal bulut ile dökülen kanın kızıllığı hala gözümüzün önünde. Unutmak da kolay olmayacaktır. Hafızalara girdi bir kere. Üstelik en vahşi ve korkutucu biçimde. Menfaati  toplumda korku yaratmak olan teröristinin eylemiyle, menfaati daha çok izlenmek olan medyacının yaptığı iş amaçta birleşti ve biri para için diğeri ideolojisi için hep birlikte bizi korkuttular.
 
Sonuçta ortaya çıkan şu oldu: Teröristler Haber Medyasını; Haber Medyası da Teröristleri kullanmıştır. Bu iş şu şekilde gerçekleşmiştir:
Malum her gün ve her an insanlar dünyanın herhangi bir köşesinde çeşitli nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Kimi hastalık, kimi trafik kazası, cinayet, boğulma... Fakat ne zamanki ölüm politik  anlam içeren bir hadiseden meydana gelir ki biz buna genelde terörizm diyoruz, haberler yoğunluk kazanır ve kamuoyunda geniş bir yer tutmaya başlar. Terörizm habercilikten çok önce var olmuştur ve bugün pek çok terörist eylem medyada geniş yer bulmaktadır. Bireysel, grup hatta devlet terörü fark etmez.  Konuların işleniş şekli eylemlere meşruluk kazandırıyor, teröre rehberlik ediyor diye Müdür Cerrah gibi kimilerini çileden çıkartıyor, bazıları içinse toplumun ilgisi çekildiği ve hisleri aktarıldığından siyasi gerilimleri azaltıyor.
15-20 Kasım saldırılarını değerlendirmeyi bir sonraki saldırıya dek bırakarak bugünden 18 yıl geriye gidersek aynı aktörlerin rol aldığı bir eylemde  haber medyasının teröristleri kullanmasının öyküsü aktarmak istiyorum:
 
14 Haziran 1985 günü TWA’ya ait uçak 150 yolcusuyla Şii bir grup tarafından kaçırılır. Silahlı kişiler uçağı Atina, Beyrut ve Cezayir  arasında dolaştırarak nihayetinde Beyrut’a kondururlar. Olay sırasında uçakta bulunan Amerikalı subay Robert Dean Stethem çeşitli defalar dövülür ve başından vurularak öldürülür. Cesedi uçaktan aşağıya atılır ve rehin alınan diğer yolcuların canı karşılığında İsrail’de tutuklu bulunan 700 Şii Militanın serbest kalması talep edilir. Bundan sonra bildik süreç başlar. Yayın programı değiştirilir, gazeteler manşet yapar ve kurtarma operasyonu, teröristlerin pazarlıkları bolca medyada işlenir. Bu arada Amerikan medyası olayı farklı bir açıdan ele alarak rehinelerin ailelerine ulaşmaya başlar ve meydana çıkan haberler tam bir duygu endüstrisine dönüşür. Teröristler kurtarma operasyonunu daha da zora sokarak uçağı Beyrut’un daha güvenilir bir yerine kondurarak rehineleri uçaktan şehrin içine nakleder. Haberciler bundan sonrasında Şii Amal Hareketinin lideri Nabih Berri’den “gerekli izinleri alarak” rehinelerle tutuldukları militan kampında kafalarına silah dayanmış bir biçimde görüşmeyi başarırlar. Ertesi gün yine birkaç rehine TV ekranlarından basın toplantısı yapmakta ve sık sık devletlerine kurtarma operasyonu yapmamasını teröristlerin ne kadar kibar olduğunu anlatmaktadırlar. Nihayet 28 Hazirana gelindiğinde müzakerelerden bir şey çıkmayacağını anlayan eylemciler rehinelere lüks bir otelde veda partisi niyetine ziyafet çektirir. Ziyafet sonrası rehinelerin çıkışı Hollywood galalarını aratmaz. 17 günlük alıkonulmanın ardından insancıklar özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Lübnan’dan Suriye’ye götürüldükten sonra basın ordusu karşısında toplantı yaptırılır, NBC gibi bazı kuruluşlar masraftan kaçınmayarak 4 rehinenin ailesini de bölgeye getirerek Haber Showlarında kullanmak üzere özel röportajlar kayda alırlar. (Terrorist Use of the News Media; News Media Use of Terrorists, JACK LULE Lehigh University, PATTERSON, MEDIA ETHICS)
 
Ara Sonuç: 2.Dünya Savaşı sonrasında her şey kayda değer biçimde değişmeye başladı ve bu değişim karşısında gelişmekte olan ülkelerde birçok medya sistemi de Basın İlkelerine saygı göstermeyi sürdürerek ayakta kalmakta zorlanmıştır. 80’lerden itibaren görülen radikal değişimler hala demokratik toplumlar için ideal ile gerçekler arasındaki boşluktan dolayı sorunlara sebep olmaktadır.
(Dün medya herkese devrik lider Saddam’ın sıçan gibi tutulduğu delikten çıkarılmış halini gösterdi. Medyanın bundan sonraki tutumu onu ya milletlerin gözünde yüceltecek yada yapılmaya çalışıldığı gibi küçük düşürecek. )
Bundan sonra ilkesizliğin sınırları çizmek ve alçalmanın derecesini hesaplamak gerekecektir.
Tek kanallı TRT yıllarından beri televizyon programları hazırlayan Haluk Şahin televizyon haberciliğinde kırılma dönemlerinden birinin haber aktarmada hiyerarşik yapının bozulduğu gün gerçekleştirdiğini anlattı. Özel televizyonların çoğalması, çeşitli sektörlerden gelen sermaye sahiplerinin medya patronluğuna soyunması ve gazeteci kökenli işletme sahiplerinin işlerini devretmeleri ile başlayan süreç medyada etik yozlaşmanın başlangıç tarihi olarak da kabul edilebilir. Çok şükür son zamanlarda medya patronları tarafından çok izlenmekle etkili olmanın aynı şey olmadığının farkına varılmış ve Reha Muhtar örneğinde olduğu gibi en yüksek reytinge sahipken işine son verilmesi karşısında ilkesizliğin sınırları olabileceği ve habercilerin kendilerinden ne kadar taviz vererek ne oranda alçalabileceği de sorgulanmaya başlanmıştır.
Ulusal medyanın durumu ortadayken ve yeni siyasi şekillenmeye göre yol haritası çıkarmaya çalışmakta olan yeni medyatik ortamın karşısında yaşadığımız şehrin hatta ilçe ve kazanın bir günlük yaşam biletini kesen yani bir çeşit kentte yaşama programını veren yerel medyanın hali nicedir?
 
Öncelikle şunu saptamamız gerekir ki pek azımız yaşadığımız şehirde hangi gazetenin çıktığını ve etrafımızda neler yaşadığımızdan haberdarız. Çünkü yerel gazeteleri bulamıyoruz, yerel gazetelerin satıldığı yerler yok, abonelik sistemleri yok. Çünkü yerel medyacıların amaçları arasında toplumsal kaygılar yok. Yani dün doğan çocukların listesi, dün evlenen çiftlerin listesi hatta resimleri, dün ölen insanların listesi ve bazılarının kısa biyografileri, bugün doğum gününü ya da başka bir önemli yıldönümünü kutlayan kentlilerin listesi ve bazılarıyla röportajlar, dün lisede yapılan münazaranın haberi ve ekiplerin fotoğrafları, dün yapılan okullar arası maçların haberi ve değerlendirmesi, suyun kesik olduğu sokaklara ne zaman su verileceği haberi, limana gelmesi beklenen gemilerin adları ve ne getirdikleri, bugün kurulacak pazaryerleriyle ilgili bilgiler, balıkhanede dün hangi balığın kaç liradan satıldığı, ucuzluk ilanları, yerel toplum kuruluşlarının dün yaptıkları toplantılarla ve bugün yapacakları toplantılarla ilgili haberler, iş arayanların ve işçi arayanların duyuruları, yerel futbol takımının durumuyla ilgili haberler, sinemalarda oynayan filmler, nöbetçi eczaneler ve kentin yaşamıyla ilgili gerçek haberler...
 
Peki ne için vardır yerel medya ve ne işe yarar? Bu soruya en güzel yanıtlardan birini yine Haluk Şahin’in Radikaldeki köşesindeki yorumlarda buluyoruz. Okur, yerel gazetecilik mi, arpalık mı başlığıyla ülkeyi terk etmeye zorlanana dek başına gelen olayların küçük bir dökümünü veriyor. Kıyıda köşede kalmış bu ifadeler karşısında gerçekten toplumbilimin kurallarının Türkiye’de işlemediğine kanaat getiriyorum:
 
“Ülkemizin tüm illeri ve biraz büyükçe olan ilçelerinde devletin verdiği resmi ilanlarla beslenen yerel gazeteler var. 70'li yıllarda devletin verdiği ilan paralarının gazetecilik meslek tekniğine harcanmadığına ve özel işlere kullanıldığına inanıyordum. Dönmeye devam eden alışılagelmiş çarkı tersine döndürmeyi düşünüyordum. Ama nasıl? Temelli parasız iş yapmak mümkün değildi. Bunun için Almanya'ya giderek üç yıl kadar çalıştıktan sonra bazı alet ve makineler edinerek Malatya'da başladım yerel bir gazeteyi çıkarmaya. Orada da daha önce çıkmakta olan 8 gazete aralarında birleşerek kendi gazetelerini kapatmış, hepsinin ortaklığıyla tek bir gazete çıkarılmaya başlanmıştı. Birkaç yıl sonra da vali bu gazeteye verilen resmi ilanları kesip yeni çıkmaya başlayıp da bir yıllık bekleme süresini tamamlayan başka bir gazeteye bağlamıştı. Sonradan ben daha iyi bir teknik özelliğe sahip ve daha büyük bir günlük gazete çıkarmaya başladım. Ülkücülerce işlenen iki cinayet olayını polisin verdiği bilginin tersine ve gerçek haliyle yayınlayınca, katiller yakalanarak hapse atıldı ve her biri 24 yıllık hapse mahkum edildi. Doğruyu yazınca dokuz köyden kovulduk. Onunla da olmadı ülkeyi terk etmek zorunda kaldık. Sanıyorum sadece yerel basınla olmaz bu iş. Türkiye basını da yerel kaynaklarla uğraşmalı. Yağcıları değil, dürüst gazetecileri desteklemeli. Yaşadığımız o kadar yoğun olayları buraya sığdırmak mümkün değil.”
 
Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar güçleri yetenler, 10. köyü arayanlara da küfür ederler “taşra kurnazları”. Bu tipler her yerde vardır. Yaşam tarzları itibarıyla ülkenin en uygar, en ilerici, en özgür düşünceli insanlarının yaşadığı, Türkiye'nin eğitim düzeyi en yüksek kentlerinden birisi olan Çanakkale’de de mevcutturlar. Üstelik en yıllanmış cinslerinden. Hasbelkader gazeteci olmuş bu adamlar yarım asırdır kalem oynatmalarına rağmen bir türlü  ucuz numaralar yapmaktan vazgeçmezler. Her konuyu kendilerine yontmaya kalkıp, işi özünden saptırırlar. Başkalarının fikir ürünlerini kopya edip altına kendi imzalarını basarlar. Aslında hepsi o kadar rehavet içindedirler ki, kendilerine bu yollarla heyecan yaratmaya çalışırlar ama ne doğru dürüst okurları vardır ne de söyledikleri ciddiye alınır.
Sözün özü şu: Küçük yerlerde küçük hesaplar peşinde koşanların desteğine güven olmaz. Bu konuya nokta.
 
DENİZ DÖNERTAŞ
 
Deniz Dönertaş
Yayın Tarihi : 28 Aralık 2003 Pazar 15:49:26
Güncelleme :19 Ocak 2004 Pazartesi 20:09:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?