18
Mayıs
2024
Cumartesi
ÜSKÜDAR - İSTANBUL
Belediye Sayfaları

CAMİ CEMEVİNE, İMAM DEDEYE KOMŞU

Caddenin ortasında durup kollarını iki yana açsan, bir elin caminin diğer elin cemevinin duvarına değecek handiyse. O kadar yakınlar birbirlerine.

Yüzleri birbirine dönük üstelik, biri o tarafa, biri bu tarafa baksa neyse ama, kapıları bile karşı karşıya... Karacaahmet'in şefkatli kolları sarıp sarmalıyor ikisini de, sağlı sollu sıralanmış eski, yeni, genç, yaşlı mezar taşları aynı yolu işaret ediyor: "Hangi kapıdan girerseniz girin, dönüşünüz buraya!"

Güzel ülkemizin birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtaç olduğu şu günlerde, bir imam ile dedenin komşuluk ettiğini öğrenmek içinizi ferahlatmaz mı? Ah belki diyeceksiniz ki, "Ne var bunda şaşılacak kuzum, biz zaten bu toprakların çocukları değil miyiz? Bir Allah'a, bir Peygamber'e, bir Kitap'a iman etmiyor muyuz?" Doğru dersiniz; ama biz imam Hanifi Dursun ile konuşurken arayıp, "Hocam, Alevi komşum aşure getirdi. Yiyebilir miyim?" diyen kadını nereye koyacağız? En iyisi biz anlatalım, imamı dedeyi tanıtalım zira aşılacak engeller, yürünecek yollar var daha önümüzde.

Karacaahmet Camii imamı Hanifi Dursun, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olmakla yetinmeyip Marmara Üniversitesi'nde kelam üzerine master yapan, onunla da yetinmeyip Haydarpaşa Teknik Lisesi'nde haftada bir gün din derslerine giren yeni nesil, eğitimli ve enerjik din adamlarından biri. İstanbul'daki imamlık macerasının başladığı Kayışdağı İbrahim Ethem Camii, onu Alevilerle buluşturan cami olmuş aynı zamanda. Arkasında saf tutan cemaat arasında azımsanmayacak sayıda Alevi'nin olmasına ilk günlerde şaşırmış; ama sonra kendisine şaşırmış, öyle ya, Alevilik kişiyi namazdan abdestten niye alıkoysun ki! Aslında şimdi, bir Alevi dedeyle diyalog kurmasını garip bulanlara da şaşırıyor:

"Kimi zaman Ortaköy'de Rum Papaz Dimitri ile oturup muhabbet ediyorum da kapı komşuma neden uğramayayım? Üstelik biz, sadece aynı Allah'a inanmıyor, aynı Peygamber'e ve aynı Kitap'a da inanıyoruz. Az önce arayıp da Alevi komşusunun aşuresini yiyip yiyemeyeceğini soran hanım, cehaletten kaynaklanan bir kopukluğa işaret ediyor. Birbirimizi daha iyi tanımaya ihtiyacımız var." Hanifi Hoca'nın bir yıldır imamlık yaptığı Karacaahmet Camii'ni seçmesinin altında da bu istek yatıyor.

Fakülteden hocası Hatice Kelpetin Arpaguş, öğrencilerine cemevlerine gitmelerini ve dedelerle tanışmalarını tavsiye edince, cemevinin tam karşısındaki bu caminin sınavına giren hoca, İl Müftüsü Prof. Mustafa Çağrıcı'nın yaptığı mülakattan da geçer not almış ve 26 kişinin arasından sıyrılarak imamlığa atanmış. İyi ki de öyle olmuş. Hiç değilse vaazlarda 'Alevi komşularımız' gibi bir ifade kullanıyor da cemaat, karşı kapıdan girenlerin yabancılar değil komşular olduğu fikrine alışıyor. Sözde bir komşuluktan bahsetmiyoruz hem, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda camiye asmak için bayrak bulamayan Hanifi Dursun, koşup cemevinin kapısını tıklatmış ve acilen bir bayrak istemiş. İçeridekiler koşup arka taraftaki bayrağı söküp getirmişler. İşte budur! İmam Hanifi'nin bir dahaki Aşure Günü için de bir planı var: "O gün diyeceğim ki; 'Ey cemaat, namazdan sonra toplanın, karşıya aşure yemeye gidiyoruz. Kimsenin kimseye yabancı gözlerle bakacağı bir zaman değil."

Önyargıları kırmak kolay mı? Cemevi cemaatinde de herkes 'Gelin canlar bir olalım' demiyor ki! Bizim hoca bir gün cemevinin önünde yolculuğa hazırlanan birine sormuş; "Nereye gidiyorsunuz?" Adam cevaplamış; "Siz nasıl Kâbe'ye gidiyorsanız biz de Hacıbektaş'a gidiyoruz." "Niye?" demiş hoca, "Sen Müslüman değil misin? Senin peygamberin Hz. Muhammed değil mi?" "Evet, öyledir." demiş adam. Hoca devam etmiş; "Peki, o zaman. Hac yeri Kâbe'dir. Hacıbektaş'a beraber gidelim." Adam iyice şaşırmış olacak ki sormuş, "Sen Ehl-i Beyt'i bilir misin?" "Niye bilmeyeyim?" demiş bizim hoca, "Ehl-i Beyt bizden, biz Ehl-i Beyt'ten."

İmam Hanifi öğle namazını kıldırıp aşağıya inince, "Yolun karşısına geçelim de başından beri 'cemevi' diye sözünü ettiğimiz Karacaahmet Sultan Dergahı'nın kapısını tıklatalım." diyoruz. Muharrem Ercan bir beyitle karşılıyor bizi: "Bir baştan ağlamak ömre ziyan, iki baştan sadık yar olmayınca." Bu güzel beyit, Muharrem Dede, Hanifi Hoca'yla tokalaşırken ete kemiğe bürünüyor.

Ne diyor bizim dede: "Allah, canlı cansız bütün varlıkların yaratıcısı değil mi? Muhammed Mustafa (sas) Alevi'nin Sünni'nin, Kürt'ün Türk'ün peygamberi değil mi? Kur'an-ı Kerim, bize bırakılan iki emanetten biri değil mi? Bizi birbirimize düşüren cahil dedelerle cahil hocalardır." Az önce yanından ayrılan bir karı kocadan örnek veriyor Muharrem Dede; evlenmelerine o vesile olmuş. Bundan 17 yıl önce Alevi kız kendisini arayıp; "Ailem Sünni bir oğlanla evlenmeme izin vermiyor." diye dert yanınca, dede, hanımını yanına alıp Bağcılar yoluna koyulmuş. Kızın anne-babası feryat figan etmiş; dede hayli dil dökmüş derken aile ikna olmuş. İyi ki de öyle olmuş; iki çocuklu mutlu bir aile var ortada, az önce Muharrem Dede'yi ziyaret ettiler, aşurelerini yiyip evlerine gittiler. Kötülük bunun neresinde?

Ülkü Özel Akagündüz - Zaman
Yayın Tarihi : 3 Ocak 2010 Pazar 19:06:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Naile Bıyık IP: 88.252.233.xxx Tarih : 4.01.2010 16:28:50

Hanifi Hocam,İslâmın sevgi dini olduğuna güzel bir örnek teşkil ediyorsunuz, görevinizde başarılar dilerim...


oviraptor IP: 78.175.21.xxx Tarih : 4.01.2010 17:16:33

bir dinin sevgi dini olabilmesi için tüm insanlık bunu kabul etmelidir  o dininde tüm insanlığa  aynı mesafeden sevgi ile yaklaşması gereklidir yoksa gerisi kuru laftır  ve dünyada tek tanrılı dinlere baktığımız zaman kendinden olmayana yaptığı zulmü hakareti saldırganlığı  herkez biliyor sadece kendi kılanına kendinden olana ona diz çökene merhamet eden geri kalanın katlini vacip sayan din ve dinler ne evrensel nede sevgi dini olabilir ne gariptir dünya üzerine baktığımız zaman bu özellikleri sadece ve  sadece hinduzim ve budizmin taşıdığını görüyoruz  o yüzden biz daha insancılız biz daha iyiyiz ayaklarını bırakın