28
Mayıs
2024
Salı
KÜLTÜR/SANAT
Belediye Sayfaları

Sadullah Paşa Yalısı

Meteoroloji uzmanları, dondurucu soğukların gelmekte olduğunu haber veredursunlar; önceki gün İstanbul'da hava, serince de olsa, günlük güneşlikti...
Güneşli bir kış gününde, Marmara kıyılarının tadı da bir başkadır, Haliç kıyılarının tadı da, Boğaz kıyılarının tadı da...
Geçmiş yılların gözlüğüyle baktığımda; "çizme" ve "takke" profilli nutuklar, söylemler, öfkeler ve mırıltılarla geçmiş hayatların; "İstanbul'un ikiz aynalarda yansıyıp giden tadını" tanjant bile geçememiş olması, tuhaf bir öksüzlüğü çimdikler, elimi dolaştırdığım dökülmüş saçlarımda...
***
Önceki gün Boğaz'ın Anadolu yakasında, önce Kanlıca'ya kadar uzandık, sonra kıyıdan Çengelköy'e döndük...
İstanbul'un da nüfusu, en çok 5 milyonda kalsaydı...
5 milyon nüfuslu İstanbul'da ağırlık; 5 kuşak boyu aynı evde doğup, aynı evde ölmüş kadınlarla erkeklerden uzantılı, taze kuşakların anılar balyasında olsaydı...
Şöyle olsaydı, böyle olsaydı...
***
Şöyle de olmamış, böyle de olmamış işte...
"Üçüncü Dünya köylülüğü"nün, kentlileşme birikiminden yoksun bayrağı, gelmiş pençeleşmiş; İstanbul'un, deve kamburları gibi her yeri kaplayıp gitmiş yapılarında...
***
Güneşli bir kış gününde Çengelköy'de; müşterilerin çoktan boşaltmış olduğu, kimsesiz, dost bir balık lokantasında bir öğle sonrası...
Küçük balıkçı motorlarının sallanıp durduğu Çengelköy koyu, uçuşup duran beyaz martı kuşları ve birkaç karabatak...
Boğaz, bütün haşmetiyle uzanıp gidiyor Sarayburnu'na doğru... Ta uzaklarda, Kınalı'dan da aynı ölçüde görünen Ayasofya... Biraz daha batıda Süleymaniye...
***
Gitgide daha mı çok sevdalanıyorum İstanbul'a, bilmiyorum ki...
Çengelköy'de, burnumuzun dibindeki Sadullah Paşa Yalısı'na bakıyorum. Yalının pencereleri de, pervazları da, kapıları da sökülmüş; eski zaman yalılarından en ünlüsünün, adeta sadece cenazesi kalmış ortalıkta.
Bir zamanlar Padişah 5. Murat'ın, pek beğenip sevdiği Sadullah Paşa'ya hediye ettiği şu yalının haline bakın...
Çengelköy'ün 700 yaşındaki anıt çınarı da, hayretler içinde olmalı...
***
Şu Sadullah Paşa Yalısı'nın, belgesellikle de öpüşen bir filmi yapılsaydı... 5. Murat'ın nasıl yaşayıp öldüğü; Sadullah Paşa'nın havagazıyla nasıl intihar ettiği falan...
***
Çocukluğu da Çengelköy'de geçmiş olan Yusuf Ziya'nın, 20 yaşlarında yazdığı bir şiiri okuyorum Solmaz'a:
Dedemden yadigâr olan bu evi,
Kışın fırtınası, yazın alevi,
Daha ben doğmadan ihtiyarlatmış.

Bir hülyaya bazen fikrim dalar da,
Derim ki kim bilir bu odalarda,
Kaç kişi yaşamış, oturup yatmış.

Şimdi bir ben varım, bir de annem var;
Ondan başka zaten dünyada nem var?
Benim ömrüm onun, onunki benim.

Fersiz gözleriyle akşam oldu mu,
Kimsesiz bir evde ıssız yolumu,
Ondan başka yok ki bir bekleyenim.
***
Bugün artık değerleri bilinmese de, dünyadaki en tarihsel kentlerden birinin şarkılarını, şiirlerini, hikâyelerini, resimlerini kâğıtlara döke döke, İstanbul'a layık olmaya çalışarak yaşamış gönül insanları da geçti buralardan...
Onlarla hemhal olmadan, hem Bizans'ın su yollarıyla, açık-kapalı sarnıçlarını; hem Osmanlı'nın camilerini, türbelerini, çeşmelerini; yüreğinde asma üzümleri gibi salkım salkım duymadan; ne "vatan sevme" iddiaları uzanır şu canım Boğaz'ın Kozmos boyutundaki ihtişamına, ne "gelenek göreneklerimize" bağlı kalma iddiaları...
***
Hüseyin Rahmi'nin "Tünelden İlk Çıkış"ını, Ercüment Ekrem'in, "Beyaz Şemsiyeli"sini, Mahmut Yesari'nin "Tipi Dindi"sini, Peyami Sefa'nın "Fatih-Harbiye"sini, Haldun Taner'in "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu"sunu; Refik Halit'leri, Memduh Şevket'leri, Sait Faik'leri, Peride Celal'leri ve daha eskilerden Tanzimat yazar ve şairlerini, Ahmet Rasim'leri, Fazıl Ahmet'leri, Ahmet Haşim'leri; ve İstanbul'un ilk pastoral ve lirik şiirlerini yazmış olan Yahya Kemal'i; Çengelköy'de, sadece kaldırılmamış cenazesi görünen Sadullah Paşa Yalısı'nın dibinde, bir kadeh beyaz şarapla paylaşmadan; İstanbul'u yeniden düzenleyip, kalkındırmaya olanak ne kadar vardır?
Kolay mı tarihsel bir kentin, tarihselliğini bozmadan; onu, yeni çağlarla da bütünleştirmek...
***
Kolay olsa, şöyle haberler mi çıkardı basında:
"İpekçi öldürüldüğünde, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'ti.
Ağca'nın sorgusunu gizli bir bölmeden izliyordu.
Tetikçi, konuşmaya başlamıştı, ama 15 günlük sorgu süresi doldu.
İstanbul'da sıkıyönetim vardı.
Süreyi uzatmak için sıkıyönetimin izni gerekiyordu.
15 günlük ek süre için başvuru yapıldı.
Sıkıyönetim komutanı talebi reddetti.
Komutanın adı Orgeneral Necdet Üruğ idi.
Yıllar sonra sorulduğunda bu ayrıntıyı hatırlamadığını söyledi.
Üruğ, 1987 tarihli ünlü MİT raporunda, '1. Ordu Komutanı iken bir silah kaçakçısını MİT'e tavsiye edip eleman aldırmak, kimi yolsuzluk soruşturmalarını kapattırmakla' suçlanacaktı."
***
Çengelköy'den, uzaklardaki Süleymaniye'nin de arkasındaki uzaklarda batmakta olan güneşe bakıyorduk...
İstanbul, gelmiş geçmiş tüm üçkâğıtçı şarlatanlara, omuz silkiyor gibiydi...
Milliyet
Yayın Tarihi : 20 Ocak 2006 Cuma 14:10:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
merve köse IP: 88.224.208.xxx Tarih : 23.09.2007 20:49:34

çok teşekkür ederim bu sayfayı açtığınız için fazla iyi olmasa bile yine işimize yaradı.GOOD BY


eren gezgin IP: 85.110.158.xxx Tarih : 27.09.2007 16:02:28

çoook güzel bilgiler yayınlamışsınız teşekkürler