19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

"Dağlarını Bekleyen Kız!"

"Türkiye Kürtleri Ne İstiyorlar?” diye düşünürken, aklıma, galiba ilk defa 1937’de yayınlanan, on baskısı yapılan bir roman geldi; Esat Mahmut Karakurt’un “DAĞLARI BEKLEYEN KIZ” romanı. Yönetmen Süreyya Duru, 1957 yılında bu romanın filmini yapmış ve film zamanında çok beğenilmişti! Ben de romanı, çocukluğumda okumuş, çok etkilenmiştim! …

Esat Mahmut Karakurt, zamanının ünlü popüler romanlarının yazarı… 1977 de 76 Yaşında vefat eden Esat Mahmut Karakurt’u Büyükadada yakından tanımıştım. Bildiğim kadar Urfalı bir ailenin Kürt kökenli oğlu idi ve Galatasaray Lisesinde de Edebiyat öğretmeliği yapıyordu… Romanlarının bütün kahramanları gibi kara yağız yakışıklı bir adamdı ve kadınlar ona hayran, o da, pek çapkındı. Kürt kökenli idi, ama hem "Dağları Bekleyen Kız" romanında, da hem de diğer romanlarında, Türklüğe ve Cumhuriyete bağlılığını göstermişti.
Bir sahaf dostum “Dağları Bekleyen Kız”ın 1980’deki baskısını buldu, gönderdi, bir hamlede yeniden okudum’

KONUSU
1930’ların sonunda, Ağrı isyanı esnasında kahraman bir hava subayının, dağlarda “eşkıyaların” başı Şeyh’in Amerika’da Columbia Üniversitesinden Sosyoloji diplomalı kızı Zeynep’le aşk macerasının romanı… Bugün için fazla melodramatik sayılabilecek diyaloglar ve sahnelerle dolu ama içinde, o zamanki Kürt İsyanına bakışın gerçekleri var…

Konusu özetle; bilgi toplamak için uçakla kayalıklar arasına indirilen Hava Mülazımı (teğmeni) Adnan, “dağları bekleyen kızla” karşılaşıyor. Adnan da Zeynep de, aşkta hüsrana uğramışlar… Zeynep acısından kendisini dağlara vermiş… Ve mitralyözü ile Türk uçaklarını düşürmüş ve Adnan’ın arkadaşı Sermet’i de öldürmüş. Ama bir magmada dramatik bir şekilde “birlikte” oluyorlar ve biri birlerine âşık oluyorlar!. Adnan’ı eşkıyaların elinden Zeynep kurtarıyor… Eşkıyalıktan, idam suçuyla yargılanıyor, ama Adnan’ın lehte tanıklığı ve önemli bilgileri vererek, kuvvetlerimizin eşkıyaları tenkil etmesine yardımcı olduğu için cezası affediliyor… Mutlu son! Bugün de okunmasında yar var!

Romanda da 1957 yapımı filminde de “Kürt” sözü geçmiyor ve “bölücülükten”, söz edilmiyor, ama asiler, yabancıların para ve silah yardımlarıyla devlete karşı ayaklananlar ; “şakiler”… Eşkıya başı Şeyh’in danışmanı da o isyan esnasında, ordudan kovulmuş, gerçek bir kişi, bir hain; İhsan “Paşa”!

Dağları bekleyen Zeynep’in, kendisini Adnan’a yardım etmek ve bilgi vermekle suçlayan babası Şeyh’e şu söyledikleri “ Baştanbaşa hepiniz bu kartalları kurtların yerlerde macera aramaya cepleriniz doldurmaya gelmişiniz. Sizi destekleyenler bir gün “kızıp da size maazallah ‘alın bu uğursuz dağlarınızı da kurun bakalım devletinizi” deyip başınızdan çekilseler ne yaparsınız… Çıkarın ceplerinizi bakayım, ağızlarına kadar İngiliz lirası doludur!”

NİFAK TOHUMLARI
Bu romanı okurken, hatırlayabildiğim 1930’lu yılların sonralarındaki “Kürt” kavramını, hafızamda taradım… ”Kürtler” konusunda ilk hatırladığım şu; bazı işçilerin başka bir dil konuştuklarını duyunca, bunu sorduğum amcam, “Onlar, Doğu’da yaşayan dağ Türkleri – kendi lehçelerinde konuşuyorlar” demiş ve onların savaşta çok iyi askerler oluklarını söylemişti… Kürtlere “Dağ Türkleri” demek onları millete-Türklüğe bütünleşmiş etmenin, kazanmanın, iyi niyetli çabaları idi… Onların bizden ayrı bir “halk” olmasını içimizden yadırgıyor ve onları benimsemek istiyorduk. Şimdilerde, bu çabalar alay konusu yapılıyor ve daha kötüsü, ”Kürtleri” sömürge halkı yapmak ve hatta adeta imha etmek gayretleri olarak yorumlanıyor!

Bir önemli nokta da, şimdi alt kimlik –üst kimlik safsatalarıyla unutuluyor, unutturuluyor… Kürtler ve Türkler, diğer etnik guruplar, yüz yıllardır bu topraklarda haşır haşır, neşir olmuşlar –beraber savaşmışlar kız alıp vermişler. Kısacası et –tırnak olmuşlar. Bazı aşiretler kendilerin Kürt sanıyorlar, ama araştırılınca, bunların aslında Türk, Türkmen, Yörük oldukları anlaşılıyor Şimdi, eti tırnaktan deriyi kemikten nasıl ayıracaksınız ve neden? Mustafa Kemal buna karşı “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışını getirdi. Bundan ricat neye ve nereye?
Ve o dönem bizlerin, Kürt yurttaşlarımızla ayrımız, gayrımız, alıp, veremeyeceğimiz de yoktu. Babamın Kurtuluş savaşındaki en sadık adamlarının bazıları da Kürt’tü…

Okulda da Kürt olduklarını bildiğimiz ve aramızda hiç ayrıcalık olmayan arkadaşlarımız oldu… Otuz –otuz beş yıl önce, evlilik çağına giren kızını münasip bir Kürt delikanlısı izdivacına talip olsaydı, hiç tereddüt etmezdim! Kürt kökenli “Türklerin” bakan, başbakan vb olmalarına hiç karşı çıkıldı mı? 1950’de Kore’de görev yaparken de bizim takımda en gözü pek ve sadık erler Kürt kökenli idi. Sonra evimde Kürt yardımcılarımız oldu… Ta ki bunlar, “siz-biz” demeye başlayana kadar…

Bence ülkemizin son yıllardaki, en büyük trajedisi de bu “siz-biz” nifakının tohumlarının ekilmesi- “hainleri” de bu tohumları ekenlerdi! Ve o güzel altın Cumhuriyet Yıllarında, Kürt İsyanları sürer ve telkin edilirken, bizler arasında bir Kürt davası ve düşmanlığı, Kürt kardeşlerimizde de, devlet ve Türk düşmanlığı olmadı!

Kısacası; o, 1930'lu, 1940'lı yıllarda, ”Kürtçülük” yoktu "eşkıyalık" vardı… ”Dağları Bekleyen Kız “da bunlara dairdi… Ne 1937 ‘de roman ne de 1957’deki film hiç yadırganmamış, aksine, alkışlanmıştı. Bulup okumanızı tavsiye ederim… Bir TV kanalı da keşke filmi yeniden gösterse! Sırf sıla özlemi olsun diye değil, bakış açılarının ve gerçeklerin, nasıl değiştiğini, değiştirildiğini, nereden nerelere getirildiğimizi anlamak, hatırlatmak için!
Keşke bugün aşktan, dostluktan düşmanlığa dönüştürülmüş olan n Türk- Kürt ilişkileri, Türk subayı ile Kürt kızının ilişkileri gibi, yadırganmasa ve evlilikle biten mutlu son gibi, sonu da mutlu olabilse! İmkânsız mı?

Yayın Tarihi : 7 Nisan 2006 Cuma 19:21:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?