20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

"O Gece" -Bugün- 26-27 Mayıs Gecesi ve Sonrası


Bugün 27 Mayıs; 27 Mayıs 1960 “Darbesinden” bu yana, tam 48 yıl, yarım yüz yıl, geçmiş! Bu “harekete” hep özenle “Darbe” demişimdir –diyorum, çünkü bu, Ordunun “Emir-Komuta zinciri” dışında bir “Albaylar Cuntası” darbesi -Fransızca adıyla, “Coup D’Etat”- idi! Ülkede ve Orduda bütün dengeleri altüst etti. Çözdüğünden fazla sorunlar yarattı. Ve bunun içindir ki, TSK bu darbeyi dışladı, bayram olarak “kutlanmasına” son verdi!

Bu “Darbe”, sonra, haklı sebeplerle yapılan askeri müdahalelerin, anlamına ve bence, meşruiyetine, gölge düşürür! 27 Mayıs hareketini sonraki “müdahalelerle” aynı kefeye koymak yanlıştır!

Hayri Köklü kardeşim, 27 Mayıs hakkındaki değerlendirmesinde, “Mecburiyet hâsıl olmuştu” diyor… Ben, şahsen, bu “darbenin ” ve sonrasını hayatta kalan son, yakın, tanıklarından ve “mağdurlarından” biriyim… 1960’da, 36 yaşımdaydım- bugün 84 yaşımda; araya bu kadar yıl girdiği için, bu konuda, olabildiği kadar, objektif olabiliyorum… Bunun için de, açık yüreklilikle söylemeliyim; evet, o günlerin koşullarında, “mecburiyet hâsıl olmuştu” - müdahale kaçınılmazdı!

ŞARTLAR TAMAM OLUNCA…

“O günün şartları” denince; önce, 1960 seçimlerinde, CHP’nin tek parti yönetimine “Yeter” demiş halkın büyük desteğiyle iktidara geldikten ve sonraki 1954 ve 1957 seçimlerinde de, iktidarda kalan Demokrat Parti ve Liderleri, bu oy çokluğuna dayanarak, giderek– eleştirilere tahammül edemez oldular. Kendisine destek olmuş basını ve aydınları karşılarına aldılar – veya başka yollardan “elde etmek” istediler. “Mecburiyeti” muhalefetin ve yeraltı aşırı solun tahrikleri, “zemini” , “müsait” kıldı!.. En kötüsü DP iktidarı, duvardaki yazıyı göremedi ve gittikçe de daha pervasızca, beter “tedbirlere” başvurdu!

O sırada, sorumlusu olduğum “Türkiye Radyoları”nı İktidar tarafından, pervasızca, “kullanılması- “Vatan Cephesi” komedisi ,- Gazetecilerin “Ankara Hilton” sokulmaları, bu, sözde, “tedbirlerdi”. Bunlar da yetmeyince, hükümetin, Basını sindirmek için, ”Tahkikat Encümeni,” kurdurması, bardağı taşırdı. Bu yasa kabul edildikten sonra, İsmet Paşanın TBMM de , “Sizi ben bile kurtaramam “ demesi, orada bulunduğum için hala kulaklarımdadır. O noktada “kurtarmak” ister miydi? Bilemem, ama kurtaramadı da! Bütün ipler gerilmiş, kopma noktasına gelmişti.

Kısacası: İktidarın, muhakkak hataları ve aymazlığı vardı. Fakat gizli ve açık “muhalefet” cephesinin, asılsız dedikodulara dayanan, sistemli tahrikleri durumu çığırından çıkardı; Tahriklerin başında Orduyu Subayları, yalanlar ve dedikodularla – mesela Menderes’e atfedilen “Battalgazi Ordusu …’ Ben Orduyu yedek subaylarla idare ederim’ gibi asılsız dedikodular vardı… Yüzlerce gencin öldürüldüğü, cesetlerinin Et ve Balık Kurumun kombinalarında, kıyma yapıldığı rivayetleri, yeraltı Komünist örgütün, teksir makineleriyle, etrafa yayılıyordu. Bunlara öylesine inanılmıştı ki “kıyma makineleri” iddiası Yassıada’da tahkikat konusu yapıldı!.. Hatta Gazi Osman Paşa Marşının güftesiyle “Olur mu, böyle olur mu- Kardeş kardeşi vurur mu” “Şarkısı” da, örgüt propaganda makinesinin ürünü! Ve sonunda, böylelikle 27 Mayıs’a gelindi!

FRENİ PATLAMIŞ OTOBÜS

Bazılarımız – o zamanlarda önemli, mevkilerde bulunanlar, kimi Bakanlar , “Freni patlamış otobüs gibi uçurma sürüklendiğimizi görüyorduk da. Maalesef, baştakiler göremiyorlar ve gittikçe sertleşiyorlardı! Medeni Berk ve Sebati Ataman, Başbakanın danışmanı Profesör Memduh Yaşa gibilerin uyarılarını, aşırıların tahrikleri bastırıyordu. Bazı milletvekillerinin “Gazeteleri kapatmak yetmez matbaaların da kapılarına kilit vurmalı” gibilerden sözleri, daha etkili oluyordu! Ben, şahsen rahmetli, Menderes’in, basınla arasını yapmaya ve Radyoları “Vatan Cephesi,” rezaletinden kurtarmaya çalıştım, ama bunlara karşı cevap: “Sen Amerika’dan yeni geldin; Türkiye şartlarını bilmezsin… Bu adamları benim karşıma çıkarma!" (gazetecileri) çıkarma!” oldu. Hatta bu uyarıları yaptığım için, “huzurdan” bir süre aforoz edildim!

Soracaksınız; “O zaman, neden istifa etmediniz?” diye! Açıkçası “şövalyelikten”; … Gemiyi, fareler gibi terk etmemek “kabadayılığından” …Ancak hemen söyleyeyim – bundan dolayı pişman da değilim; istifa etmiş olsaydım sonra, vicdan azabı duyardım!

MECBURİYET

Mayıs ayına gelindiğinde, artık “mecburiyet hâsıl olmuş” “müdahale tek kaçınılmaz “ olmuştu. Ancak bu “müdahale” böyle bir “Cunta Darbesiyle” mi yapılmalıydı? Aslında rahmetli Menderes de seçimlerin yenilemesine, iktidarını tazelemeye, karar vermişti. Eskişehir’de, seçimleri ilan edecekti. …Darbeciler ve muhalefet, DP’nin, gene kazanacağından korkuyorlardı –“önleyici vuruş” yaptılar!

Fakat Darbe Cuntasının “Milli Birlik Komitesi”nin iktidarının” sonraki icraatı, Yassıada Muhakemeleri , "darbenin" olası haklılığını, ortadan kaldırdı – Türkiye'yi, bütün dengeleri altüst etti… 27 Mayıs Darbesini coşkuyla, çıçeklerle karşılayan halk sonra da basın “Milli Birlikçilere” –“27 Mayısa“ karşı döndü ve Demokrasi gene “rayına” sokulduğunda, DP’nin devamı olan Adalet Partisi iktidara geldi!

Hiç de “yüksek “ ve “adil “ olmayan Yassıada Muhakemeleri, adalet trajedi komedisi” idi; “bebek- köpek-don” vb. davalarıyla gülünç olmaktan öte ve nihai kararlarıyla “meşruiyetini”, asıl, bu Mahkeme kaybetti!

Teşbihte hata olmaz; bütün bu anlattıklarımdan bazılarının şimdi almaları gereken dersler var’! “Tarih tekerrürden ibarettir” derler- Ama ders alınsaydı, tekerrür eder miydi?

ÜÇ KURBAN

Fakat bu sözde “adaletin” üç kurbanı vardı: Başbakan Adnan Menderes – Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu -, düzmece idam hükmünü ve darağacında asılmayı hiç hak etmediler. Bunca yıl sonra, Milli Birlikçileri ve “güya Yüksek” ve “Adaleti” olmayan Mahkemenin başkanı Salin Başol’u ve unutulmaz Başsavcısı Altay Egesel’i şimdi kim hatırlıyor ve hatırlasa bile, kim hayırla yad ediyor! Ne var ki millet bu üç kişi için anıtkabir yaptırdı.. Menderes’in adını İzmir Hava alanına –yaş haddinden idam hükmü infaz edilmeyen Cumhurbaşkanı Bayar’ın adı Manisa Üniversitesine verildi! Söylemeliyim ki 27 Mayıs giden olaylarda ve hemen sonra, Basın pek iyi bir imtihan vermedi!

AĞIR BEDEL

27 Mayıs hareketi, Türkiye’yi çok daha vahim neticeler sürükledi. 27 Mayıs Darbesi cadı kazanından sonraki yılların bugüne kadar gelen cadıları çıktı…

O GECE – SON GECE

Evet, bütün bunları yazıktan sonra gelelim tanığı olduğum o son geceye - 26 Mayıs’ı, 27 Mayıs’a bağlayan geceye…

Başbakan ve Maliye Bakanı Hasan Poltakan, 25 Mayıs’da Eskişehir’e gitmişlerdi… Bazı ılımlı Bakanların telkini üzerine, Menderes orada Seçimleri ilan edecekti… Gerçekten de durumu ancak yeni seçimlerin kurtarabileceğini anlamıştı, Fakat Darbeciler ve tahrikçileri “önleyici vuruş” yaptılar!

Ben de yabancı gazetecileri karşılamak için Ankara’da kalmıştım. Bir gün sonra, Reuters muhabiriyle Seçimlerin yenileneceğini dünyaya o duyuracaktı! Oysa dünyaya “darbeyi” duyurdu. Daha önce davetlimiz olarak Ankara’ya gelen Le Monde gazetesi temsilcisi Eric Roulo’nın darbe haberinin başlığı “Darbeye davet edildik” olacaktı! Eskişehir’e vardığımda, Başbakanın Özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp, durumun gergin olduğunu, genç havacıların Başbakana elleri kollarıyla, galiz hareketler yaptıklarını, hoparlör kablolarının kesildiğini, Başbakanın seçimi ilan ettiği konuşmanın duyulamadığını söyledi… Ercüment’e , “başbakan bunların farkında mı?” diye sordum. Kızmış fakat ses çıkarmamış!.. Bütün gün Başbakan ve Hasan Polatkan’ın kaldıkları Şeker Fabrikası lojmanları üzerine, jet uçakları pike yaptılar!

O gece Şeker Fabrikasında, Başbakan şerefine bir ziyafet verilecek ve Menderes konuşacaktı. Ercüment ve ben, Başbakanın bu olaylar üzerine sinirlendiği için, sert konuşacağından endişe ediyorduk. Garnizon Komutanı General Bedii Kireçtepe’nin de katıldığı yemekte – ortaya bir Albay çıktı ;” Senin için oğlumu da feda ederim” demez mi! Rahmetli Başbakan, bir taraftan günün kızgınlığı, öte taraftan, Albayın verdiği güvenle, coştu, o meşhur “Kara Cüppeliler” konuşmasını yaptı. Hemen yanına gittim; ”Beyefendi basın mensupları bu haberi gazetelerine vermeye koştular” diye uyardım… O da, Anadolu Ajansı Genel Müdürü, Füruzan Tekili çağırdı ve konuşmaya “yayın yasağı” koydurdu! Ama ok zaten çoktan yayından çıkmıştı ve, sonradan bildiğime göre, Ankara’da tanklar çoktan harekete geçmişler ve Başbakanlığı sarmışlardı… Başbakan telefona çağrıldı: gitti, dönerken bizim oturduğumuz yerin arkasına geçti - ellerimi sıkıca tuttu, yüzüme anlamlı baktı. Başbakanlıktaki nöbetçi memur, Menderes’e binanın sarıldığını haber vermişti! Ben Porsuk Otelinde kalıyordum; yemek dağılınca, Erecüment’ın odasına çıktık… “Yarın Albaylar bir şeyler yapacak” dedim, Ercüment de aynı fikirdeydi “Sen bu gece burada kal” dedi, ama ben otelime döndüm! Kalmadım. Ertesi sabah çok erken telefonla; “Başbakan sizi Vilayette bekliyor” diye uyandırdılar, Traş oldum çantamı topladım ve gittim… Elimde küçük bir cep radyosu vardı… Orada toplanmış olanlarla birlikte, Alpaslan Türkeş’in okuduğu İhtilal Beyannamesini bu radyodan dinledik! Daha sonra, Havacı askerler, Vilayetın etrafını sardılar. Bir Havacı Yüzbaşı Sten tabancasını Valinin başına dayadı; “Başbakan nerede?” diye” sordu. Başbakan, yanına emekli general milletvekilini, Tahsin Yazıcı ve Zihni Paşaları alarak, Konya’ya doğru yola çıkmıştı. Ama yolda jet uçakları tarafından Kütahya’ya gitmeye zorlanmış ve orada havacılar tarafından tutuklanmış, sonra da Ankara’ya gönderilmiş.

Menderes, Konya’da, halka güveniyordu ama hem orada hem de bütün yurtta, ne o gün ne de sonra, halktan tık çıkmadı. Bir gün önce çocuklarını kurban etmek isteyenler buharlaşmıştı!

Bizi de tutukladılar ve hava üssü binasına götürdüler. Orada karşıma uçuş tulumuyla dostum Binbaşı Agasi Şen çıktı; adeta mahcubiyetle “Kusura bakma Altemur, İhtilal Yaptık” dedi. Bundan sonra olanları, yolda ve Harp Oklunda yediğimiz dipçiklerin, tıkıldığımız “Yassıada Cehennemi” öyküleri, anılarımda ( (Kılıç’tan Kılıç’a- Remzi Kitabevi).

Bir iki yıl önce, bir davette, iki orgeneral ellerimi tuttular ”Senden özür dileriz hakkını helal et – seni Ankara’daki, evinde, yatakların altında süngüyle, arayan Harp okulunda tartaklayan Harp okulu öğrencileri bizdik” dediler!

Tabii ki hakkımı helal ettim – Bu olaylarda beni, her şeyden çok üzen, Kore savaşında benimle aynı üniformayı taşıyanlarla, karşı karşıya gelmek olmuştu. Ama bu yüzden onlara-kendi Orduma, asla düşman olamazdım… Haklarımı helal ettim! Yassıadadan tahliye edildiğim akşam Dolmabahçe’de, başlarında alay sancağı, bir askeri birlik görünce de, hüngür hüngür ağladım! ********

Yayın Tarihi : 27 Mayıs 2008 Salı 00:07:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Remziye pekmez IP: 87.152.92.xxx Tarih : 28.05.2008 12:13:13

Altemur bey sizin yazilarinizi ,zevkle okuyor basarilar diliyorum.Siar beyden sihhatiniz hakkinda malumat aliyorum,Güzide hanimefendiye selam ve hürmetlerimi sunarim.