Dün 19 Mayıs’tı. Yazı İşleri Müdürüm Esat Atalay uyardı: “Ağabey 19 Mayıs’ı yazmayacak mısın?” diye… Her 19 Mayıs’ta yazarım. Çünkü bu olayın tanığıyım. Amcam Muzaffer Kılıç, Mustafa Kemal’in yaveri olarak, Bandırma Vapuruyla Samsun’a çıkanlardan biri idi. Onun yanında yetiştim: Bandırma Vapuru macerasını, Samsun’dan Ankara’ya “Güneş Ufuktan Şimdi doğar” diye yürüyüşlerini, bana defalarca anlatmıştı… Şişli’deki evde tasarlanan Tür kıyı kurtarmak projelerini Vahdettin’le konuşmaların tafsilatını ve Bandırma vapurunun, ne kadar “lüks” bir transatlantik (!) olduğunu, İngiliz gemilerinden nasıl kurtulduklarını da!.. Bunları gelecek Pazar yazmak isterim… Ama doğrusu, bugün “19 Mayısı” kutlamak içimden gelmiyor... Hele Mustafa Kemal’e-Atatürk’e- sevgi ve saygıları “malum” erkânın, Anıtkabir defterine yazdıklarını, 19 Mayıs Stadyumundaki “içtenliklerini” görünce…
Kısacası; bu 19 Mayıs’ta Türkiye’deki “durum”- “ahval ve şerait” aynı. Mustafa Kemal sanki bugünleri görmüş. Evet, bugün 19 Mayıs hakkında bundan fazlasını yazmak içimden gelmedi. Tarihimizin o güzel, onurlu günlerini anmak, yaşamak, çok acı. Hele, o kayıp günleri tekrar göremeyeceğimizi bilince…
Bugün olanları, olacakları görmek, bunlara, yapılanlara kızmak, bana yarıyor, adrenalimi devamlı yükseltiyor, hafızam canlanıyor… Ve bana yaşamak ve mücadele etmek ve yazmak azmi veriyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün, Babamın, amcamın “nöbetlerini” devir almış gibiyim; nöbette uyunmaz, nöbet yeri terk edilmez!..
Bir bakıma, Recep Tayyip Erdoğan’a da teşekkür borçluyum. Özellikle son ünlerde adrenalimi devamlı yükselten, onum seçim konuşmaları… Her yere gittiğinde, bu yöre hakkında, danışmaları tarafından derlenmiş tarihi bilgileri, türkü, şiir ve deyimleri söylüyor, ünlü kişileri anıyor ve konserve edilmiş alkışlar topluyor… Ama Erdoğan sözlerinin ucunun nerelere dokunacağını pek fark etmiyor…
Son olarak Çorum’daydı. Burada da aynı şeyleri yaptı, yörenin deyimlerini vb. kullandı tek, Çorum’un meşhur leblebisinden söz etmediği kaldı. Ancak, orada, baltayı taşa vurdu: Oralı, ”İskilipli” Atıf Hocayı “kahraman-devrim mağduru” olarak andı… Onu idama mahkum eden “İstiklal Mahkemesi” Başkanı merhum Ali Çetinkaya’dan, “Kel Ali-Cellât Ali” diye söz etti… Bunları duyunca, adrenalim tepeme fırladı! Sadece, İskilipli Atıf Hoca hakkındaki gerçekleri çarpıttığı için ve merhum Ali Çetinkaya’ya mezarında saldırdığı için değil, İstiklal Mahkemesinin diğer yargıcı, babam Kılıç Ali’ye de dokunduğu için, cevap hakkım doğdu...
Erdoğan İskilipli Atıf Hoca’nın, aslında kim olduğunu-Kurtuluş Savaşında Yunalılarla iş birliği yaptığını ve halkı, Kuvvay-ı Milliye’ye katılmamaya teşvik eden beyannamelerin Yunan uçaklarından mevzilerimiz üzerine atıldığını– kulaktan dolma ve devşirme uzmanlardan değil, Mahkeme zabıtlarından ve gerçek kaynaklardan öğrenmeli ve sonra konuşmalı.
”Kel ve Cellât Ali” dediği kişi, Milli Mücadeleye başından katılmış, Atatürk’ün itimadını kazanmış, Bayındırlık Bakanı olarak yabancı şirketleri millileştirmiş ve ülkeye başka bayındırlık eserleri bırakmış bir zat idi!.. Ama eski bir Cumhurbaşkanına “sen” diyen kişiden başka ne beklenir!..
İskilipli Atıf Hoca, Anadolu hareketine karşı çekmiş, bu harekete karşı çıkarılan Aznavurun Hilafet Ordusuna destek vermiş. Halkı Kuvvay-ı Milliye’ye katılmamaya teşvik etmiş, bu yoldaki fetvaları, beyannameleri, Yunan uçaklarından mevziler üzerine atılmıştı. Erdoğan Devletin Başbakanı olarak, bu Hoca efendi hakkındaki bilgileri, kulaktan dolma efsanelerden, devşirme uzmanlarından öğreneceğine, Devlet arşivlerinden, Mahkeme zabıtlarından ve gerçek tarihçilerin kaynaklarından, öğrenmeli-bilmeli!..
Fakat Erdoğan bununla da kalmıyor Ankara’da, Yeni Mahalle’deki bir parka “Ali Çetinkaya” adının verilmesinden de rahatsız.
Erdoğan, her yörenin nabzına göre şerbet veriyor... Bakalım, mesela, Tunceli’ye giderse, Seyit Rıza’yı hayırla anacak, anıtına çelenk koyacak mı? Ve mesela, Manisa’nın Menemen ilçesine giderse, Kubilay’ı -o belki de “kellesini” der- kesen yobazların başı Derviş Mehmet’i “şehit” diye anacak mı? Onu idama mahkûm eden Divanı Harbin Başkanı merhum Mustafa Muğlalı Paşa hakkında, neler söyleyecek?.. Van’daki kışladan Paşa’nın adının kaldırılmasını isteyen de Erdoğan değil mi?.. ***
şimdi siz yazıyorsunuz, sayın kılıç ama kaç kişi okuyor, sayın başbakanı dinleyen milyonlar var ama ne dediğini anlıyan kaç kişi var bakın iddia ediyorum denesinler haklı olduğum meydana çıkacakdır kazaen bir mitingde bana tam desdek verin ilk fırsatda bu ülkeyi satacağım desin yine şakşakla karşılanır ya da 400 millet vekili ile başa geliyim sizi nasıl inim inim inleteceğimi görün desin çünkü oraya gelen toplumun aşırı çoğunluğu ona göre kurgulanmış orada yapılan konuşmaların ne incelemesini yapmış nede yapmağa niyeti yok zaten öyle bir niyeti olan kişi ALLAHIN hükümlerine sırt çevirmiş İSLAM dinini sırf kendi çıkar amaçları uğrunda kullanan geçmişde vatan için çarpışanlara vatan haini ilan edip ŞEHİDE kelle imralı canisine SAYIN geçmişte bu vatan ın parçalanması için çaba sarf edenleri kahraman ilan edip bu gün askere kurşun sıkanları törenle karşılayanı bu vatanı kuran yada kurdukdan sonra emek veren CUMHURBAŞKAN lığını BAŞBAKAN lığını yapmış merhum kişiler hakkında RAHMET okumak yerine kin ve nefret le söz ediyorsa ben o kişiyi adam yerine koyup gitmem gidersem hangi türe daha çok yakışıyor diye analiz etmeğe giderim ve son sözüm geçmişine saygı göstermeyene benim saygım beklenemez o kişilere ancak lanet okunur bende onu yapıyorum eğer tarih yalan söylüyorsa yalan yazana da yazıklar olsun
Kusur, söylemek istediğinden kendisinin de ne ifade etmek istediğini anlayamayan malumlarda değil, bilinçsizce onlara kananlardadır. Türk gençlerimize, fettulun hazırlattığı farazi tarih kitapları yerine, gerçek yakın tarihimizi okuma fırsatı verebilseydik, KARA SİSLERLE KAPLI BU GÜNLERİ YAŞAMAMIŞ OLURDUK.