Kadınların “ellerinin hamuruyla” gazetecilik, yazarlık yapmalarına karşı değilim. Aksine; bunu hep destekledim ve yöneticilik yaptığım dönemlerde kadın meslektaşlarıma imkân vermişidir. Resmi görevde bulunduğum sıralarda da, kadın memurlara güvendim, çünkü sorumluluk duyguları vardı ve kendilerini kanıtlamak için üstün çaba gösterirlerdi…
KADINLAR VE KADINLAR
Çok başarılı “Kadın gazeteciler” tanıdım; rahmetli Suat Derviş, rahmetli Sabiha Zekeriya, Komünist eğilimli olmaklarına rağmen, dürüst idiler… Rahmetli Müşerref Hekimoğlu; 27 Mayıs’tan yanaydı ama iyi dostum ve ortağımdı! Bugün de vatansever kadın gazeteci yazarlarımız var: İkisini hemen söyleyeyim: VATAN gazetesinde Ruhat Mengi; “Asena” gibi cesur ve milliyetçi… Ve mesela bizim Selcan Taşcı! Selcan’ın araştırmacılığına, üslubuna ve cesaretine, hayranım!
Ama bir de “ötekiler”, öteki Taraf’takiler var; Kendileri, ”işlevleriyle” iftihar ettikleri için, adlarını vermemde mahzur yok! Mesela Yasemin Çongar, mesela Nazlı Ilıcak ve mesela Nur Çin tay, Mine Kırıkkanat, Gülay Göktürk!
Yazılarını okudukça, adrenalim yükseliyor, ama iyi de geliyor; sağlıma yardım ediyor!
Çintay’ın, bundan birkaç gün evvel yazdığı bir yazı beni çok kızdırmıştı ama kadın olduğu için üzerine varmak istemedim… Fakat ama HÜRRİYET’TE, Mehmet Y.Yılmaz tepki gösterdi, yolumu açtı.
Şu ortamda –Türk Ordusu sağdan, soldan -içeriden, dışarıdan, saldırı altındayken, Çintay “kadının” şu yazdıklarına bakın: “Bir Pazar günü, öğleden sonra saatlerinde, arkadaşlarımızla kahvaltı etmiş, arabayla Boğaz'da ilerliyorduk. Kalender Orduevi'nin orada trafik, dakikalarca kımıldatmayacak biçimde kilitlendi. Ben de fırsat bu fırsat, dakikalarca (gibi gelen saniyelerce tabii aslında) Kalender Orduevi'nin bahçesindeki masalara oturmuş yemek yiyen insanları izledim. Yüz İfadeleri çok tuhaftı… Bana mı öyle geldi bilmiyorum, tesadüf deyip geçilebilir mi onu da bilmiyorum, güneşli bir tatil gününde eş-dostla keyif yapmak için oturmuş Orduevi 'misafirlerinin' hepsinin de yüzünde sert, snob, her an had bildirmeye, hizaya sokmaya hazır bir ifade vardı. Eğlenmiyorlardı, mutlu ya da huzurlu da görünmüyorlardı. Sanki vazife başındaydılar, hazır oldaydılar ve de şimdi geliyordu fırça: Sen, ağzını kapamadan esneyen, çek sağa! Orduevi sakinlerinin yüzlerine hâkim olan o tarifi zor ifadeye, hiçbir çay bahçesi ya da balıkçı müşterisinde denk gelmedim. Ben mi böyle bir mana yüklüyorum acaba onlara, önyargı birikintilerinden süzüp diye düşünmedim değil, ama sanki o bir örnek maskelerden takmışlardı ve de kaş kavisleri, dudak çizgileri, memnuniyetsizliklerinden başka bir de hep o üstten, ayrıcalıklı, kıymeti, kudreti, kerameti kendinden menkul hali vurguluyordu. Birbirleriyle itişe kakışa, hemen diplerinden denize atlayan gençlerden de, kaldırımda sevgilisiyle el ele yürüyen pardösülü kızdan da tiksiniyorlardı herhalde. Olsa bir sopa ellerinde, hepsini nasıl da hizaya sokarlardı.
…O ifadeler öylesine değil. Masum değil. Orduevi 'misafirleri' yani ordunun o aman da pek ayrıcalıklı evlerinde eğlenmeye/sıkılmaya hasbelkader asker, akrabası bulunanlar bile yukarıda görüyor kendini bizden ha? Vay be! …O ifadeler aslında pek çok şeyi anlatıyor. Taraf'ta yayımlanan son korkunç programları bile." .
Aynen aldım, çünkü ihanetin itirafı. belgesi! …
Mine Kırıkkkanat aynı mealde yazmış… Bu kadınlardaki (hanımlardaki diyemiyorum), bu ne kin, ne asker ordu düşmanlığı? Türk Ordusu, sanki düşman işgal ordusu- “Mütarekede”, olduğu gibi, yabancı subaylar, Pera Palas’ta Tokatlıyan’da, keyif ediyorlar! O günlerde, Halide Edip gibi, Türk “Hanımefendiler”, bu manzaralara isyan etmişlerdi. Ama şimdi, bu “kadınlar”, AB Komiserler karşısında, zevkten dört köşe… El pençe, divan! Eğer 1919’da yaşasalardı, onlar da yabacı subaylarla dans ederler –erkek Ali Kemaller gibi, düşmanla iş birliği yaparlardı!
Bu, “2.Cumhuriyet çocuğu”, kadınlar neden böyledirler? Kimler yetiştirdi onları bi perva? Bazıları tatminsizlikten, babaları asker olan bazıları Freud’ken, baba kompleksinden. Mesela Nazlı Ilıcak; babası rahmetli Muammer Çavuşoğlu, Yassıada’da yattığı için orduya kin bağlamıştır. İyi biliyorum; çok düzgün bir kişi olan Muammer Bey hakkını helal etmişti, ama Nazlı kadın edemiyor, çünkü bu olay, onun işine yarayan, “tüketim malzemesi”!
BİR NOT
Ertuğrul Özkök, alengirli aile ve meslek yaşamını anlatıyor ve der ki; “12 Mart askeri müdahalesinde yurtdışında öğrenciydim. Askeri harekâta şiddetle karşıydım, Fransa’daki Türk öğrenci birliğinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. Cumhuriyet’te çıkan bir başyazı ve Altemur Kılıç’ın çıkardığı "Devrim" dergisinin kapağında bize yüklenilmesi üzerine bursum kesildi".
Hadise doğru!
Ertuğrul’un, benden pek hoşlanmadığının ve benim de, ondan hoşlanmadığımın sebebi anlaşılıyor! Yalnız, benim dergimin adı DEVİR’Dİ- onların ki DEVRIM!***
Yapmayın Altemur Bey, Mine Hanımın yazdıkları konusunda sızınle aynı fikirdeyim, kadın erkek birçoğumuz gibi, ama bunu, birkaç istisna saydıktan sonra , neden bütün kadın yazarlara genelliyorsunuz? Kadın yazarlarımız içinde inanın sizden, benden iyileri de vardır. Ne olur ayrımcılık yapmayın. Avibeto