Şom ağızlı olmamaya çalışıyorum; ama şu gelinen noktada – bu “kâbus – fitne fesat tünelinin” ucunda, ülkemizi aydınlığa çıkaracak bir ışık pırıltısı bile göremiyorum… Hatta Cumhurbaşkanının, Askeri şahısların sivil mahkemelerde yargılanmaları konusunda, “gece ekspresi” hükümlerini, “kurumlar arasında uyum” sağlamak için veto edebileceği –MGK toplantısından önceki ve sonraki “mini zirvelerde” uzlaştırma çabalarınızın da boşuna nefes –enerji tüketmek olduğunu, yakın tarihimizde, kendi yaşadıklarımı hatırlayarak, görüyorum. Bazı temel unsurların (bu arada Kürt sorunun da) kökleri radikal olarak kazınmadıkça – zehirli bitkiler gene türeyecektir. Çünkü önce bazı malum iç ve dış güçler, bu “kâbus tünelinden” çıkmamızı, ülkenin huzura kavuşmasını-bilhassa, istemiyorlar ve umuyorlar ki, sonunda bu “tünelden” onarların hedeflediği bir “karanlığa” çıkılacak!
SABİT FAKTÖERLER
“Sabit unsurlar” dediklerim, nelerdir? Mesela Güneydoğu konusunda,“Büyük Kürdistan”! Gafletimiz sayesinde ve içimizdekilerin de ihanetiyle, bu hayal gerçekleşirken,“barışçı çözüm” dedikleri, aslında, Türkiye’nin bölünmesi, “çözülmesi” demektir.
Daha taze -güncel konuya – “belge olmayan bir kâğıt parçasından” üretilen darbe senaryolarına gelelim. Burada en sabit faktör: Türk Ordusunun – bildiğimiz anlamda yok edilmesi emeli ve planları… Türk Ordusunun başka hiçbir ülkedeki ordularda olmayan anlamı ve ruhu! Bunların, silah ve teknolojiden fazla, milletimizin, Türkiye’nin, para ile pulla-demokrasiyle- elde edilemeyecek üstünlüğü olması, eğer bu üstünlüğü kaybedersek önce dışarıya karşı ve bununla birlikte içerdeki düşmanlara karşı, savunma gücümüzü kaybedeceğimiz, onları hiç ilgilendirmiyor… Sağlı sollu liboşlar, yeni bir deyim ürettiler; “Ordunun vesayetinden kurtulmak”- Sevinçle “ ok yaydan çıktı-süreç durduramaz” diyesiler!
BİZ KİMLERİZ –ONLAR KİM?
Bizler –Ordumuza bağlı olanlar onlara göre Militerci –askerci ,“milliyetçileriz”-“Atatürkçüleriz”. Bir yerde haklılar; "milliyetçi" olup ta, Orduya bağlı olmamak mümkün mü? Evet- biz “askerci” olmakla iftihar ederiz, ama ya onlar, nedirler? AB CIA- cemaatçi yalaka yandaş vb… Bunları açıklasınlar!
SON OLAYLAR
Gelelim son iki, üç günün olaylarına: Sorular çok; özellikle Kurmay Albay Dursun Çiçek konusunda son günlerde olanlar konusunda… Bu soruları Ertuğrul Özkök özetlemiş:“ Albay Çiçek’in “Ergenekon” savcıları tarafından ifadesinin alınması neden salı günü oldu. MGK’nın salı günü toplanacağı çok önceden belliyken tutuklama kararı neden böylesine kritik bir güne bırakıldı? Albay’la ilgili gerçek nedir? Askeri savcı mı doğruyu söylüyor, yoksa sivil savcı mı?”... Özkök şunu da yazıyor: Bu davaya, bazı siyasi hesaplaşmaların da dâhil edildiğine dair kamuoyunun bir bölümünde derin şüpheler var. Askeri savcı sadece elindeki belge hakkında konuşuyor. İki savcı da bu kadar kesin ifadelerle konuşuyorsa gerçek nerede?”Türkiye artık bu sorunun cevabını almak istiyor… Herkes olmasa da bazı insanlar, ordumuzun böylesine hırpalanmasını, komuta kademesinin bile zor durumda kalmasını derin endişeyle izliyor.” Evet işte aynen böyle...
ASIL ŞİFRE
Ancak bütün bu “fitne-fesat” operasyonun asıl şifresi –bence - şu: Bu belge olmayan "belgeler" ve de seçme gerçek “belgeler” nasıl, niçin, sızdırılıyor ve kanun hükmilerine rağmen neden servis ediliyor? Neden ve nasıl olduğu ve neden kimin tarafından yapıldığı malum!.. Her yere, her kuruma “sızdırılmış” olanlar, özellikle, sızdırıyorlar… Kısacası, “5 Neden-ve Niçin" malum… Kimler de “Malûm”… Bu şifrenin çözülmesi için, İktidardan ve emri altındaki kurumlarından ve sivil savcılarından bir çaba, hatta irade beklemek abes. Ama Genelkurmayın bunu acilen yapması, köstebekler varsa bulup teşhir etmesi zorunlu… Bu çözülürse, Orduya, Türk milletine “kefen bezi” dokumak için, işletilmekte olan “tezgâh “ çökertilir! ***
ElSalud'un, 03.07.2009 tarihli yorumunda, "silahlı kuvvetlerle bilek güreşi yapmasevdası, kimin ekmeğine yağ sürmektedir ?" sorusuna cevabım:Timsah gözyaşları dökerek, kendisine taraftar aramaya çalışan megoloman fettullahın; malûm iktidarın yarattığı ve rahibelerden örnek alınmış giysilerle, yolda karşılaştığı üniformalı subaylara istisgâr gülümseyen ve de başörtülü analarımızın, bacılarımızın arkasından -fısıltıyla- "O ..." diyen türbanlıların; Çankaya Köşkün'de İngiliz bayrağının dalgalanmasını isteyen merve kabakçıların; Anıt Kabir'in istimlâkinin ve de TBMM'nin şeklinin değiştirilmesiniisteyen mebusan meclisinin başkanının; ve de son olarak, malûm iktidarın hilafet özlemi içindeki liderinin ekmeğine yağ sürmektedir.
Bir zamanlar yüzlerce belge düzenleyip, devlet hazinesinden partilerine yapılan yardımın 1 trilyonunu çukkalamak kimin aklına gelirdi? Ya da başka türlü sorarsak; peşpeşe defalarca her yıl 1 kere hac'a, birden fazla ümre'ye giden, siyasetini, yüce bir dine dayandıranların böyle bir yolsuzluk yapmalarını düşünebilirmiydiniz? Ancak onlar bizi utandırmak uğruna, kendileri utanmayı bir yana bırakıp bu dalavereyi çevirmekten geri kalmadılar. Sonucunda ister öğrenciniz tarafından cezanız afedilsin veya afedilmesin, yıllardır Türk Halkının karşısına çıktığınız ve onlardan oy istediğiniz; dini bütün, muhafazakar politikacı kimliğiniz yerle bir olmuştu. Defalarca temyize başvurmanıza rağmen 2 yıl 4 aylık hapis cezanız yargıtayca onaylanmıştı. Arkasında onurlu bir soyadı bırakmak isteyen birisi için bundan daha kötü bir suç olabilir mi? Sonrasında muhteremi kurtarabilmek için özel infaz yasaları çıkartanlar da, bu dalavereye karşı toplumun vicdanına uygun bir davranış sergileyemediler. Ne de olsa hocalarından gördüklerini taklit etmeleri son derece doğaldı. Emperyalistler, Türkiye'nin varlıklarını yutmak için ulusalcı siyasilerden, aydınlardan ve halkımızdan bir umut göremeyince, kendilerine yandaş olarak, yıllardır politik söylemlerinde kendilerine çatan arkadaşlara yanaştılar. Muhakkak onlara, ülkeleri yağmalama konusunda Avrupa ve Dünyadaki başarı kazanmış stratejilerini anlatmışlar ve ekonomik kaynaklarından bahsetmişlerdir. Sonuç her iki taraf için olumlu olmalıydı ki; son 7 yılda ülkemizin kamuya ait Tüpraş'ı, Petkim'i, Sümerbank'ı, Erdemir'i, SEKA'sı, Türktelekom'u, TEKEL'i, çimento fabrikaları, bankaları, sigorta şirketleri, havaalanları, limanları, ormanları ve yeraltı kaynakları tiko paraya yabancılara satıldı. Şimdi de güneydoğu sınırlarımızdaki mayınlı araziler 50 yıllığına yabancılara verilmek üzere yasa çıkartıldı. Oysa Türkiye, Menderes'le girdiği NATO serüveni sonrasında Amerikalıları, verdiği üslerden çıkartma imkanına bile sahip değilken. Üstelik elin oğlu yıllardır bizim topraklarımızdan kalkan uçak ve helikopterleriyle, komşularımızın topraklarını işgal edip, son 25 yılın en büyük terör belası PKK militanlarına havadan gıda ve silah atmasına rağmen. ABD, II. dünya harbi sonrasından beri hiçbir NATO ülkesinde başaramadıklarını, son 7 yılda Türkiye'de gerçekleştirmiştir. Türkiye'nin başında kendisi ile ittifak halinde olan bir sivil yönetim vardır. Bu yönetimin meclis çoğunluğu son Dünya savaşının diktatörlükle yönetilen ülkeleri örneği, istediklerini demokratik teamüllere uydurarak gerçekleştirmektedir. ABD'nin yeni ortadoğu politikasını kendilerince bir fırsat olarak görmekte ve gereğinde yeni kurulacak Kürdistan'a Türk topraklarından pay vermeye sıcak bakmaktadır. Ancak ülkenin iç durumu hiç iyi görünmemektedir. Halkın yarıdan fazlası açlık sınırın altında yaşam kavgası vermektedir. Çalışanların %20'si işsizdir. Sendikal faaliyetler engellenmiş ve çalışanların sosyal güvenceleri geriye götürülmüştür. Ulusalcılar, kamuya ait herşeyin satılmasına rağmen, dış borcumuzun katlanarak artmasından ve Türkiye'yi ipotek altına sokan siyasi politikalardan rahatsızlardır. O zaman son çare olarak zamanında; Fransa'da Cezayir'in özgürlüğünden yana olan De Geul'e karşı yaptırdıkları darbe gibi, İtalya'da P2 locası üyeleri ve gizli askerlerince Aldo Moro'yu öldürüp sabotajlar yapıp suçu sosyalistlere atıp halkın gözünden düşürdükleri gibi, Yunanistan'da kral'ı ve faşist Metexsas' la işbirliğ yapıp Cumhuriyetçilere kan kusturdukları gibi, Almanya'da Nazi general Lehlen ve adamlarını devşirip sosyalistlere karşı kullandıkları gibi, Türkiye'de de kurum olarak önlerinde engel olarak görünen TSK'nin yıpratılması ve halkının ona duyduğu güven azaltılmalıdır. İşte son yıllarda TSK'ne yönelik başlatılan psikolojik ve örtülü bir dizi uygulama tesadüfen gelişen olaylar olmayıp, hepsi aynı amaç için hazırlanan bir planın birbirini tamamlayan parçalarıdır.